ilmihâle ait tamamlayıcı konular

 

MARUFu emretmek VE MÜNKERden nehyetmek

2786- Marufu emretmek ve münkerden nehyetmek, belirtilen şartların gerçekleşmesiyle farz olur; terk edilmesi ise günah sayılır. Müstehap ve mekruhlarla ilgili olarak emir ve nehiyde bulunmak müstehaptır.

2787- Marufu emretmek ve münkerden sakındırmak, farz-ı kifayedir; bu görev, bazı mükelleflerin yerine getirmesiyle başkalarının üzerinden kalkmış olur. Marufu ikame etmek ve münkeri önlemek mükelleflerden bir gru-bunun bir araya gelmesini gerektirirse, bir araya gelmeleri gerekir.

2788- Bazıları tarafından yapılan emir ve nehiy etkili olmaz, ancak diğer bazıları tarafından yapıldığı takdirde emir ve nehyin etkili olacağına ihtimal verilirse, onların e-mir ve nehiyde bulunmaları farz olur.

2789- Marufu emretmek ve münkerden sakındırmak hususunda, sadece konuyla ilgili şer'î hükmü açıklamak yeterli olmaz; mükellefin bizzat emretmesi ve nehyetmesi gerekir. Ancak emir ve nehiyden güdülen amaç, şer'î hükmün açıklanmasıyla gerçekleşir veyahut karşı taraf onu emir ve nehiy olarak algılarsa, bu durumda yeterli olur; [bizzat emir ve nehiy gerekmez.]

2790- Marufu emretmenin ve münkerden sakındırmanın kurbet (=Allah'a yaklaşma) kastıyla yapılması gerek-mez. Amaç, farzı yerine getirmek ve haramı önlemektir.

Marufu emretmek ve münkerden sakındırmanın şartları

2791- Marufu emretmek ve münkerden sakındırmak, dört şartla farz olur:

1) Emir ve nehiyde bulunan kimse, mükellefin terk ettiği şeyi yapması ve yaptığı şeyi terk etmesi gerektiğini bilmelidir; marufu ve münkeri bilmeyen kimsenin başkalarına emir ve nehiyde bulunması farz değildir.

2) Yapılan emir ve nehyin etkili olacağına ihtimal verilmelidir. Eğer etki etmeyeceği bilinirse, farz olmaz.

3) Günah işleyen kimsenin yapmış olduğu günahı tekrarlayacağı bilinmelidir. Eğer tekrarlanmayacağı bilinir veya zannedilir veyahut bu hususa yerinde bir ihtimal verilirse, farz olmaz.

4) Emir ve nehiyde bulunmakla ilgili olarak herhangi bir mefsede söz konusu olmamalıdır. O hâlde, emir ve ne-hiyde bulunulduğunda can veya namus ve haysiyet veyahut önemsenecek kadar mal ile ilgili olarak bir zarara uğrayacağı bilinir veya zannedilirse, farz olmaz. Hatta söz konusu zararlara uğrama korkusuna dair yerinde bir ihtimal verilirse, emir ve nehiyde bulunmak farz olmaz. Yine eğer yakınlarına yönelik bir zarar dokunmasından korkulursa, farz olmaz. Ve yine müminlerin bazısına yönelik can veya namus ve haysiyet veyahut zor duruma düşürecek kadar mal ile ilgili olarak bir zararın söz konusu olması ihtimali verildiği takdirde de farz olmaz. Hatta bir çok yerde haram olur.

2792- Maruf ve münker, din veya mezhebin temel ilkeleri gibi veya Kur'ân-ı Kerim'in, Müslümanların inançlarının veya İslâm'ın zarurî [tartışma götürmez ve bütün mezhepler tarafından kabul edilen] hükümlerinin korunması gibi Şari-i Mukaddes'in (=Allah'ın) önem verdiği ko-nulardan olursa, önem taşıyan husus dikkate alınmalı ve yalnızca zarar korkusu, emir ve nehyin farz olmamasını gerektirmez. O hâlde, Müslümanların inançlarını veya İslâm'ın zarurî [tartışma götürmez ve bütün mezhepler tarafından kabul edilen] hükümlerini korumak can ve mal feda etmeğe bağlı olursa, bu uğurda can ve mal feda etmek gerekir.

2793- İslâm'da örneğin zalim ve tağutî devletlerin İslâm dini adına uyguladığı münkerler gibi bir bidat gerçekleşirse, hakkı açıklayıp batılı reddetmek özellikle İslâm âlimlerine farzdır ve eğer âlimlerin susması ilim makamına saygısızlığa ve âlimler hakkında kötü zanda bulunulmasına sebep olursa, etkili olmayacağı bilinse bile mümkün olan her türlü vesileyle hakkı ilan etmek farzdır.

2794- Susmanın, maruf bir şeyin münker ve münker bir şeyin de maruf olmasına sebep olacağına, yerinde bir ihtimal verilirse, hakkı açıklayıp ilan etmek, özellikle İslâm âlimlerine farz olur; susmaları caiz olmaz.

2795- İslâm âlimlerinin susması, zalimin güçlenmesine veya teyit edilmesine veyahut diğer haramları yapmaya cesaret göstermesine sebep olursa, hakkı açıklamak ve batılı reddetmek, şimdilik etki söz konusu olmasa bile, farzdır.

2796- İslâm âlimlerinin susması, halkın onlar hakkında kötü zanda bulunmasına ve onları tağutî ve zalim düzenlerle uzlaşmakla suçlamalarına sebep olacaksa, bu vesileyle haramın önlenemeyeceği ve zulmün kalkmasında her-han-gi bir tesiri olmayacağı bilinse bile, hakkı açıklamak ve batılı reddetmek onlara farz olur.

2797- Bazı âlimlerin, zalim ve tağutî düzenlerde görev kabul etmeleri, bir takım fesatların ve münkerlerin önlenmesine sebep olursa, bu görevi üstlenmeleri farz olur. Fakat onların bu görevi üstlenmelerinde daha önemli mefse-deler söz konusu olursa, meselâ halkın inancının zayıflamasına veya âlimlere olan güvenin sarsılmasına sebep olursa, caiz olmaz.

2798- Âlimlerin ve cemaat imamlarının, devlet veya devlete bağlı Vakıf İdareleri (ve Diyanet İşleri) adına, medreselerin (=dinî okulların) yönetimini üstlenmeleri, caiz değildir. İster kendisinin ve öğrencilerin maaşları devlet tarafından karşılansın, ister halk tarafından karşılansın ve isterse de vakfedilen şeylerden -bu okulun kendine ait vakfından bile- karşılansın fark etmez. Çünkü zalim devletin bu ve benzeri işlere müdahale etmesi, emperyalistlerin emriyle İslâm'ı temelden çökertmek için bir önadımdır. Nitekim bütün İslâm ülkelerinde bunun benzeri planlar uygulanmış ve uygulanmaktadır.

2799- Din dersi okuyan talebelerin zalim devletin din adına kurmuş olduğu müesseselere girmeleri caiz değildir. Meselâ, zalim devletlerin müdahale ettiği veya mütevellilerinin elinden aldıkları veya mütevellilerini kendi nüfuz ve sultaları altına aldıkları dinî medreselere girmeleri haramdır. Vakıflar dairesinin eliyle veya tasvibiyle talebelere verilen para ve bunun gibi şeyler haramdır.

2800- Din dersi almak isteyen talebelerin zalim devletin ataması ve desteği ile bazı âlim veya cemaat imamlarının, yönetimini üstlendikleri dini medreselere girmeleri, caiz değildir. İster ders programları devlet tarafından hazırlansın, isterse zalim devletin uşakları olan bu tür sözde âlimler tarafından. Çünkü bu tür işlerle İslâm'ın ve Kur'ân hükümlerinin temelden yok edilmesi amaçlanmıştır.

2801- Zalim devletin desteği ile kurulan bu gibi müesseselere âlim kıyafetiyle giren şahıslardan, Müslüman ve dindar insanların kaçınması ve onlarla her türlü ilişkiyi kesmeleri gerekir. Bunlar adil değildirler; dolayısıyla onlara uyarak cemaat namazı kılmak caiz değildir; [şahit olmaları için] yanlarında verilen talâk batıldır, İmam (a.s) ve seyyid hakları (=humus) onlara verilmemelidir, onlara verenlerin üzerinden bu hak kalkmaz. Onlar vaizlik yapıyorlarsa vaaz için davet edilmemelidirler ve devlet tarafından batılı yaymak ve İslâm aleyhine hazırlanmış olan programları neşretmek için çıkıp konuştukları toplantılara da katıl-mamak gerekir.

2802- Zalimlerin uşaklığını yapan bu gibi sözde âlimlerin zalim düzende herhangi bir görevi üstlenmelerinde çok büyük mefsedeler bulunmaktadır ki bunun sonuçları gün geçtikçe ortaya çıkacaktır. Bu yüzden zalim devlet tarafından görev üstlenmeleri hususunda gösterdikleri hiçbir mazerete Müslümanlar itina etmemelidirler. Büyük İslâm âlimleri bu kimseleri dini merkezlerden çıkarıp onlarla ilişkilerini kesmelidirler. Bütün âlimlerin, din talebelerinin, saygı değer vaizlerin (=hatiplerin) ve İslâm düşmanlarının komplolarından haberi olan diğer bütün kesimlerin, bu fa-sık ve fasit kimseleri halka tanıtmaları ve halkı onların şerrinden sakındırmaları gerekir.

2803- Birtakım ip uçlarına dayanarak âlim kıyafetinde olan kimsenin zalim devlet tarafından bir müessesenin idaresini üstlendiğine dair zanna varılırsa, bunun tersi ispat o-lunmadığı müddetçe ona karşı 2801. hüküm gereğince dav-ranılmalıdır.

Marufu emretmek ve münkerden sakındırmanın MERHALELERİ

2804- Marufu emretmek ve münkerden nehyetmede gözetilmesi gereken birkaç merhale vardır. Aşağı merhalenin uygulanması durumunda maksada varılacağı ihtimali olursa, sonraki merhalelerin uygulanması caiz olmaz.

Birinci Merhale

2805- İlk merhale, günah işleyen kimseye karşı, günah işlediğinden dolayı olduğunu anlayacağı şekilde farklı davranılmalıdır. Örneğin ona sırt çevirmek veya onunla asık suratla görüşmek veya onunla olan ilişkiyi kesip ondan uzak durmak gibi. Ancak ona karşı yapılan bu işlerin onun günahı terk etmesi için yapıldığı bilinmelidir.

2806- İlk merhalenin farklı dereceleri olursa, alttaki derecenin etkili olacağına ihtimal verildiği takdirde onunla yetinilmelidir. Örneğin, onu konuşturmamakla amaca ulaşacağına ihtimal verilirse, bununla yetinip sonraki aşamalar uygulanmamalıdır; özelikle üst merhalenin uygulanması ona saygısızlık sayılacak bir şahıs olursa.

2807- Günah işleyen bir kimseyle ilişkiyi kesip ondan uzak durmak az günah işlemesine sebep olur veya buna ihtimal verilirse, günahın tamamen terk edilmesine sebep ol-masa da, onunla ilişkiyi kesmek farz olur. Fakat bu, diğer merhalelerin günahı önlemede etkili olmadığı durumunda uygulanır.

2808- İslâm âlimleri, zalimlerden ve zorba sultanlardan uzaklaşmalarının ve onlara sırt çevirmelerinin zulümlerini azaltacağına ihtimal verirlerse, onlara sırt çevirmeli ve takındıkları bu tavrı Müslüman halka bildirmelidirler.

2809- İslâm âlimlerinin zalimler ve sultanlar ile ilişkileri onların zulümlerini azaltacak olduğu takdirde, şu hususa dikkat etmelidirler ki, acaba ilişkiyi kesmek mi yoksa zulmün azalması mı daha önemlidir? Çünkü onlarla ilişki kurmak bazı durumlarda halkın inancının zayıflamasına, İslâm'a ve taklit mercilerine saygısızlık yapılmasına sebep olabilir. Kısacası bu ikisinden -ilişkiyi kesmek ve zulmün azalması- hangisi daha fazla önem taşırsa, ona göre davranılmalıdır.

2810- Âlimlerin zalimlerle ilişki içerisinde olmaları, gözetilmesi gereken bir maslahatı içermezse, ilişki içerisinde olmamalıdırlar. Çünkü bu iş, âlimlerin itham edilmelerine sebep olur.

2811- İslâm âlimlerinin zalimlerle ilişki kurmaları onları güçlendirir veya bilinçsiz kimselerin onları suçsuz görmesine yol açar veyahut zalimleri yaptıkları haksızlıkta cesaretlendirir veya âlimlik makamının saygınlığını zedelerse, ilişkiyi kesmeleri gerekir.

2812- Müslümanlar, zalimlerin amaçlarını yayan, onlara yaptıkları zulümde, günahlarda ve düzenledikleri eğlenceler-de yardımda bulunan örneğin, bazı tüccar ve esnaf gibi kimseleri, önce yaptıkları işten sakındırmaları gerekir. Sakındırma etkili olmadığı takdirde onlara sırt çevirmeli, var olan ilişkilerini kesmeli ve onlarla alış veriş yapmamalıdırlar.

İkinci Merhale

2813- Marufu emretmek ve münkerden nehyetmenin ikinci merhalesi, bu görevi dille yapmaktır. Buna göre, etki edeceği ihtimali verilir ve şimdiye kadar açıklanan diğer şartlar mevcut olursa, [dille] günah ehlini sakındırmak ve farzı terk edeni onu yapmaya emretmek farzdır.

2814- Günah işleyen kimsenin öğüt ve nasihat ile günahı terk edeceğine ihtimal verilirse, bununla yetinmek, öğüt ve nasihat sınırını aşmamak gerekir.

2815- Nasihatin etkili olmayacağı bilinirse, etkili olma ihtimali olduğu takdirde zorunluluk getirecek bir şekilde emretmesi ve sakındırması gerekir. Eğer bu metot da etkili olmaz, ancak sadece sert konuşulduğu ve tehdit edildiği takdirde etkili olursa, öyle yapılmalıdır. Fakat yalan ve diğer günahlardan kaçınılmalıdır.

2816- Günahı önlemek amacıyla örneğin, sövmek, yalan konuşmak ve hakaret etmek gibi günahları işlemek caiz değildir. Ancak önlenmesi istenen günah, Mukaddes Şâri' (=Allah Tealâ) tarafından çok önemsenen ve yapılmasına asla izin verilmeyen bir iş olursa, -örneğin, öldürülmesi haram olan bir kimseyi öldürmek gibi- bu durumda mümkün olan her yolla onu önlemek gerekir.

2817- Günahkâr kimse günahı, sadece birinci ve ikinci merhalenin bir arada yapıldığı takdirde terk edecek olursa, her iki merhale uygulanmalıdır. Yani hem o kimseye sırt çevirerek ilişkiyi kesmeli, onunla asık suratla görüşmeli, hem de dille ona marufu emretmeli ve münkerden sakındırmalıdır.

Üçüncü Merhale

2828- Marufu emretmek ve münkerden nehyetmenin üçüncü merhalesi, zor ve baskıya başvurmaktır. O hâlde, bir kimsenin münkeri terk etmesi veya farzı yerine getirmesinin sadece zor ve baskıyla gerçekleşeceği bilinir veya bu kanaate ulaşılırsa, bu merhaleyi uygulamak farz olur. Ancak gereken sınır aşılmamalıdır.

2829- Günah işleyen kimseyle günah arasında bir engel meydana getirilip böylelikle günahın yapılması önlenirse ve bu işin sakıncaları başka şeylerden az olursa, sadece bununla yetinmek gerekir.

2820- Günahı önlemek, günah işleyenin elinden tutmaya veya günah işlenen yerden dışarı çıkarmaya veya aracılığıyla günah işlediği araçta tasarruf etmeye bağlı olursa, bunları yapmak caizdir, hatta farzdır.

2821- Günah işleyenin korunması gereken mallarını telef etmek, caiz değildir. Ancak günahın işlenmesini önlemek malı telef etmeyi gerektirirse, caizdir ve bu durumda zahiren telef ettiği mal için zâmin değildir. Aksi taktirde zâmin ve günahkardır.

2822- Günahı önlemek, günah işleyen kimsenin bir yerde hapsedilmesine veya bir yere girmesini önlemeye bağlı olursa, bunu uygulamak farz olur; ancak gerekli ölçü gözetilmeli ve sınır aşılmamalıdır.

2823- Günahı önlemek, günah işleyen kimseye dayak atmaya ve baskı yapmaya ve onu zor durumda bırakmaya bağlı olursa, caizdir; fakat sınır aşılmamalıdır. Bu ve benzeri işlerde bütün şartlara haiz olan bir müçtehitten izin alınması daha iyidir.

2824- Münkerleri önlemek ve farzları yerine getirmek, yaralamaya veya öldürmeye bağlı olursa, bu ancak gereken şartların varolması ve gerekli bütün şartları bulunduran bir müçtehidin izin vermesiyle caiz olur.

2825- Münker, Mukaddes Şâri'in çok önem verdiği ve onun gerçekleşmesine asla razı olmadığı şeylerden olursa, mümkün olan her yolla onu defetmek caizdir. Meselâ, öldürülmesi caiz olmayan birini öldürmek isteyen kimseyi önlemek gerekir. Eğer mazlumun öldürülmesini önlemek, sadece zalimin öldürülmesiyle mümkün olursa, zalimi öldürmek caiz olmaktan öte farzdır ve müçtehitten izin almak gerekmez. Fakat öldürmek dışında başka bir yolla bunun önlenmesi mümkün olursa, onu uygulamak gerekir. Buna göre eğer gereken haddi aşarsa, günahkar sayılıp üzerine "diğerlerinin hakkına tecavüz eden kimse"nin hükmü uygulanır.


index