"TAHARET"(Temizlik HÜKÜMLERİ)

 

Mutlak ve Muzaf Su

13- Su ya mutlaktır, ya muzaf. Muzaf su; bir şeyden çıkarılan karpuz suyu, gül suyu gibi veya başka bir şeyle karışmış örneğin, artık kendisine su denilmeyecek şekilde çamur ve benzeri bir şeyle karışmış suya denir. Bunlar dışında kalanlar da mutlak sudur. Bu da beş kısımdır:

1) Çok su (kür su)

2) Az su (kalil su)

3) Akarsu

4) Yağmur suyu

5) Kuyu suyu

1- Çok Su

14- Çok su; uzunluğu, genişliği ve derinliğinden her biri üç buçuk karış (her karış takriben 22 cm dir) ölçeğinde olan bir kabı dolduracak miktardaki suya denir. Onun ağırlığı 384 kilogramdır.

15- Kan ve idrar gibi necasetler veya necis olan şey, elbise gibi çok suya  ulaşır ve suyun kokusunu, rengini ve tadını değiştirirse necis olur. Değiştirmezse necis olmaz.

16- Çok sunun kokusu, rengi veya tadı necasetten başka bir şeyle değişirse necis olmaz.

17- Çok su miktarından fazla olan bir sunun bir bölümünün koku, renk veya tadı kan gibi bir şeyle necis olursa ve değişmeyen bölümü kür miktarından az olursa suyun tamamı necis olur. Ama değişmeyen bölümü çok su miktarında veya daha fazla olursa, sadede koku, renk veya tadı değişen bölümü necis geri kalan kısmı temizdir.

18- Çok suya bağlı olan fıskiye, necis suyu temizler. Ama, necis suyun üzerine damla damla dökülürse onu pak etmez. Fakat fıskiye üzerine bir şey takarlar ve damlalara ayrılmadan necis suya ulaşır ve ona karışırsa yine pak eder.

19- Çok suya bağlı bir musluk altında yıkanan necis bir şeyden dökülen su, eğer çok suya bağlı olur ve necasetin koku, renk ve tadını almaz, necasetin özü de onda olmazsa temizdir.

20- Çok suyun bir miktarı buz tutar ve geriye kalan kısmı da çok su miktarına ulaşmazsa, necaset değdiğinde necis olduğu gibi buzdan eriyen kısım da necistir.

21- Çok su miktarında olan bir suyun, bu miktardan azalıp azalmadığında şüpheye düşülürse, çok su hükmündedir; yani necis olan bir şey onunla pak olur ve necasetin ona isabet etmesiyle necis olmaz. Çok su miktarından az olan bir suyun, çok su miktarına ulaşıp ulaşmadığında şüpheye düşülürse, çok suyun hükmünü taşımaz.

22- Suyun, çok su miktarında olduğu iki yolla anlaşılır:

1) İnsanın kendisinin tespit etmesiyle

2) İki adil erkeğin bildirmesiyle.

2- Az Su

23- Yerden kaynamayan ve çok su miktarından az olan suya "az su" denir.

24- Az su necis bir şeyin üzerine dökülür veya necis bir şey ona isabet ederse, necis olur. Ama yukarıdan hızla necis bir şeyin üzerine dökülürse, necis şeye değen kısmı necis, yukarıda kalan kısmı ise temizdir.

25- Necaseti gidermek için necis olan bir şey üzerine dökülen ve ondan ayrılan az su necistir. Necasetin özü giderildikten sonra necislenmiş şeyi yıkamak için üzerine dökülüp ondan ayrılan az sudan da kaçınmak ihtiyaten vaciptir.

26- İdrar ve dışkı mahallinin yıkandığı az su, beş şartla değdiği başka bir şeyi necis etmez:

1) Kullanılan suyun necaset vasıtasıyla tadının, kokusunun ve renginin değişmemesi.

2) Başka bir necasetin ona değmemesi.

3) İdrar ve dışkıyla birlikte kan gibi başka bir necasetin dışarı çıkmaması.

4) Suyun içinde dışkı zerrelerinin belli olmaması.

5) Çıkış yerinin kenarlarına normal miktardan fazla necasetin değmemesi.

3- Akarsu

28- Akarsu, yerden kaynayan ve akma hâlinde olan suya denir; örneğin kanal ve pınar suları gibi.

27- Akarsu, çok su miktarından az bile olsa, necaset değdiğinde tadı, kokusu ve renginden biri necaset vasıtasıyla değişmedikçe paktır.

28- Akarsuya necaset değerse, necaset vasıtasıyla tadı veya kokusu ya da rengi değişen miktarı necistir. Kaynağa bağlı olan kısmı, çok sudan az bile olsa paktır. Kanalın diğer kısımları ise çok su miktarı kadar olur veya tadı, kokusu ve rengi bozulmamış bölüm vasıtasıyla kaynağa bağ-lıysa [yani kaynakla diğer kısımlar arasında kopukluk olmaksızın pak suyla bağlantılıysa] paktır; aksi hâlde necistir.

29- Akmayan çeşme suyu, ondan su alındığında tekrar kaynıyorsa, akarsu hükmünde değildir. Yani ona necaset değdiğinde, çok su miktarından az ise necis olur.

30- Nehir kenarında biriken ama akarsuya bağlı olan durgun su, akarsu hükmünde değildir.

31- Bazı zamanlar kaynayan ve bazen kuruyan örneğin kışın kaynayan ve yazın kaynaması kesilen bir pınar sadece, kaynadığı zamanlarda akarsu hükmündedir.

32- Hamam havuzunun suyu, çok su miktarından az olur, fakat kendisiyle birlikte çok su miktarını tamamlayan bir depoya bağlı olursa, necisile karışarak rengi kokusu ve tadı da değişmemişse necis olmaz.

33- Musluk ve duşlardan akan hamam borularındaki su, çok su miktarındaki suya bağlıysa, bağlı olduğu deponun suyu çok su miktarında olursa, çok su hükmündedir.

 34- Yer üzerinde akan, ancak yerden kaynamayan su, çok su miktarından az ise necaset değdiğinde necis olur. Ama hızla yukarıdan aşağıya dökülürse, alt kısmı necasete değdiğinde üst kısmı necis olmaz.

4- Yağmur Suyu

35- Üzerinde necasetin kendisi bulunmayan necaset-lenmiş bir şeye, bir defa yağmur yağarsa, yağmurun değdiği yerler pak olur. Ama idrarla necis olan beden ve elbisede, ihtiyaten iki defa yağmur yağması gerekir. Halı ve elbiseyi sıkmaya da gerek yoktur. İki üç damla yağmur yağmasının da faydası yoktur. Yağmur yağıyor denilebilcek şekilde yağmalıdır.

36- Yağmur, necaset üzerine yağar ve başka bir yere de sızarsa, sızan su kendisiyle birlikte necaset taşımaz ve necasetin tadını veya kokusunu yahut rengini almazsa paktır. Öyleyse yağmur, kan üzerine yağar ve etrafa sızarsa, sızan suda bir zerre kan olur veya kanın tadını veya kokusunu yahut rengini almışsa necistir.

37- Bir yapının tavanı veya damı üzerinde necasetin kendisi bulunursa, necis şeye değip tavandan veya damdaki oluktan dökülen su, yağmur yağdığı müddetçe temizdir. Yağmur kesildikten sonra, dökülmekte olan suyun necasete değdiği anlaşılırsa necistir.

38- Necis olan yere (toprağa) yağmur yağarsa temiz olur. Eğer yağmur akar ve tavan altındaki necis bir yere ulaşırsa orayı da temizler.

39- Necis bir toprağın her tarafını yağmur suyu kaplarsa temiz olur. Fakat suyun toprakla karışması nedeniyle muzaaf olmaması gerekir.

40- Yağmur suyu bir yerde toplanırsa, çok su miktarından az bile olsa, yağmur yağdığı zaman, içerisinde necis bir şeyi yıkasalar ve su, necasetin tadını veya kokusunu yahut rengini almazsa, o necis şey temiz olur.

41- Necis bir yere serili olan pak yaygı üzerine yağmur yağar ve necis yer üzerinden akarsa; yaygı necis olmaz, yer de pak olur.

5- Kuyu Suyu

42- Yerden kaynayan kuyu suyu, çok su miktarından az olsa bile, ona necaset değdiğinde, necaset dolayısıyla tadı veya kokusu yahut rengi değişmezse temizdir.

43- Kuyuya düşen necaset vasıtasıyla suyun tadı veya kokusu yahut rengi bozulursa, kuyudaki mevcut su, ancak meydana gelen bozulma yok olduktan sonra temiz olur. fakat vacip ihtiyata göre, kuyudan kaynayan suyla karışması gerekir.

SULARIN HÜKÜMLERİ

44- Anlamı önceden açıklanmış olan muzaf su necis bir şeyi temizlemez, onunla alınan abdest ve gusül (=boy abdesti) de batıldır.

45- Muzaf suya çok su (kür su) miktarında da olsa, bir zerre kadar necaset değerse, necis olur. Ama hızla yukarıdan necis bir şeyin üzerine dökülürse, sadece necis şeye değen kısım necis olur ve yukarıda kalan kısım ise temizdir. Meselâ, gül suyunu, gülabdandan necis olan el üzerine dökerlerse, ele ulaşan kısmı necis, ele ulaşmayan kısmı ise temizdir.

46- Necis olan muzaf su, çok suya veya akarsuya, mu-zaf su denilmeyecek derecede karışırsa temiz olur.

47- Mutlak suyun, muzaf olup olmadığı bilinmezse mutlak su hükmünü taşır; yani necis şeyi temizler, onunla abdest ve gusül almak da sahihtir. Muzaf bir suyun, mutlak olup olmadığı bilinmezse muzaf su hükmünü taşır; yani necis şeyi temizlemez ve onunla alınan abdest ve gusül de batıldır.

48- Muzaf veya mutlak olduğu bilinmeyen bir suyun önceden muzaf veya mutlak olduğu da bilinmezse, necaseti temizlemez ve onunla alınan abdest ve gusül de batıldır. Çok su miktarından az olursa necis bir şeyin karışmasıyla necis olur. Çok su miktarında veya daha fazla olsa da vacip ihtiyata göre yine necis olur.

49- Kan ve idrar gibi necasetlerin değmesiyle tadı veya kokusu yahut rengi değişen su, çok su veya akarsu olsa bile necis olur. Ancak tadı veya kokusu ya da rengi, suyun dışarısında bulunan bir şeyin etkisiyle yitiren örneğin, suyun yakınında bulunan bir lâşenin etkisiyle kokusunu yitiren su, vacip ihtiyat gereği yine necis olur.

50- İçine kan ve idrar gibi necasetler dökülen ve tadını veya kokusunu ya da rengini yitiren su, çok suya veya akarsuya bağlanır, üzerine yağmur yağar, rüzgâr yağmuru onun üzerine döker, yağmur yağdığı zaman oluktan üzerine su akar ve bunlardan biri neticesinde su eski hâline döner ve değişikliği yok olursa temiz olur. Ama yağmur suyu veya çok su veyahut akarsuyun ona karışmış olması gerekir.

51- Necis bir şeyi çok su veya akar su içerisinde yıkarlarsa, o şeyi temizleyen yıkamadan sonra, çıkarıldığında ondan dökülen su temizdir.

52- Önceden temiz olan ancak sonradan necis olup olmadığı bilinmeyen su, temizdir. Önceden necis olan ancak daha sonra pak olup olmadığı bilinmeyen su, necistir.

İDRAR VE BÜYÜK ABDESTLE İLGİLİ HÜKÜMLER

53- Bir insan, idrar ve büyük abdestini yaparken ve diğer zamanlarda kendi avret yerini bulûğ çağına erenlerden -annesi ve kız kardeşi gibi kendine mahrem olanlardan bile- ayrıca iyiyi ve kötüyü birbirinden ayırt eden deli ve çocuklardan gizlemesi farzdır. Ancak karı-kocanın, avret yerlerini birbirlerinden gizlemeleri gerekmez.

54- Avret mahallinin, özel bir şeyle örtülmesi gerek-mez; el vasıtasıyla örtülmesi de yeterlidir.

55- İdrar ve büyük abdest yapılırken bedenin ön tarafının, yani karın ve göğüsün ve arka tarafının kıbleye doğru olmaması vacip ihtiyat gereğidir.

56- İdrar ve büyük abdest yaparken ön veya arka tarafı kıbleye doğru olan bir kimsenin, yalnızca avret mahallini kıble tarafından çevirmesi yeterli olmaz. Fakat, bedeninin ön veya arka tarafı kıbleye olmayan kimsenin müstehap ihtiyat gereği, avret mahalli de kıbleye doğru olmamalıdır.

57- Hükmü daha sonra açıklanacak olan, istibra sırasında, idrar ve gaitanın çıkış yerlerini temizlerken, bedenin ön veya arka tarafının kıbleye doğru olmaması ihtiyaten müstehaptır.

58- Nâmahrem birinin kendisini bu hâlde görmemesi için önü veya arkası kıbleye gelecek şekilde oturmaya mecbur kalırsa, arka tarafı kıbleye gelecek şekilde oturması ihtiyaten vaciptir.

59- Müstehap ihtiyat gereği, idrar ve büyük abdest yaparlarken çocukların önleri veya arkaları kıbleye doğru getirilmemelidir.

60- Dört yerde idrar ve büyük abdest yapılması haramdır:

1) Sahipleri izin vermedikçe çıkmaz sokaklarda. Ayrıca yayaya zarar verecek umumi yol ve sokaklarda.

2) İzni olmayan birinin mülkünde.

3) Belirli bir grup için vakfedilmiş yerlerde (örneğin bazı medreseler gibi).

4) Kendilerine bir saygısızlık sayıldığı takdirde müminlerin kabri üzerine. Hatta saygısızlık sayılmasa bile hüküm aynıdır. Ayrıca dinin ve mezhebin mukaddesatına saygısızlık sayılacak her yerde.

61- Büyük pisliğin çıkış yeri, üç durumda yalnızca su ile temizlenir:

1) Büyük pislikle birlikte kan gibi başka bir necasetin gelmesi

2) Başka bir necasetin büyük abdest mahalline değmesi.Kadınlarda gata yerine idrar değmesi bu hükmün dışındadır.

3) Çıkış yerinin etrafının normalden daha fazla bulaşmış olması.

Bu üç durum dışında çıkış yeri hem suyla yıkanabilir hem de ilerde anlatılacağı üzere bez, taş ve benzeri şeylerle temizlenebilir; ancak su ile temizlenmesi daha iyidir.

62- İdrar mahalli, sudan başka bir şeyle temizlenmez. Suyla bir kere yıkanması yeterlidir.

63- Büyük abdest mahallinde, suyla yıkandığında asla pislik kalmamalı; ama renginin ve kokusunun kalmasında sakınca yoktur. İlk defasında pislikten bir zerre bile kalmayacak şekilde yıkanırsa, ikinci kez yıkamak gerekmez.

64- Büyük abdest mahalli kuru ve temiz olan taş, toprak, bez ve benzeri şeylerle temizlenebilir. Temizlenen yeri ıslatmaması şartıyla biraz rutubetli olmasının sakıncası yoktur.

65- Büyük abdest mahallini bir taş veya bir bez parçasıyla tamamen temizlemek yeterlidir. Amcak üç parçayla üç kere temizlemek daha iyidir. Üç defayla temizlenmezse, tamamen temizlenecek kadar izafi etmek gerekir. genellikle suyla yıkanmadan gitmeyen eserinin sakıncası yoktur.

66-Büyük abdest yerini ihtiramı vacip olan şeylerle, örneğin üzerine Allah ve peygamberlerin adı yazılı olan bir kağıtla temizlemek haramdır. Kemikle temizlemenin de sakıncası yoktur.

67- Avret mahallini temizleyip temizlemediğinden şüphe eden kimse, idrar ve büyük abdestten sonra hemen kendisini temizlemeği kendine âdet edinmiş olsa bile, kendisini temizlemelidir.

68- Namazdan sonra, namaz öncesi avret mahallini temizleyip temizlemediğinde şüphe ederse, kıldığı namaz sahihtir. Ancak sonraki namazlar için kendisini temizlemesi gerekir.

İDRAR TEMİZLİĞİ USÛLÜ (İSTİBRA)

69- İstibra, erkeklerin mahreçte idrar kalmadığına emin olmak için, idrardan sonra yaptıkları müstehap bir ameldir. Değişik şekilleri vardır, onlardan biri şöyledir: İdrar kesildikten sonra, eğer büyük abdest mahalli necis olmuşsa önce onu temizlemeli, sonra üç defa sol elin orta parmağıyla büyük abdest mahallinden alete kadar çekmeli ve daha sonra başparmağı aletin üzerine ve şahadet parmağını da aletin altına koyup üç defa aletin dibinden sünnet yerine kadar çekmeli ve sonra aletin ucunu üç defa sıkmalıdır.

70- İnsanın bazen şehveti tahrik olduğunda ondan çın ve ismine "mezy" denilen ve yine bazen meniden sonra çıkan ve "vezy" denen. Bazen idrardan sonra çıkan ve "vedy" denilen ıslaklığa ise, idrar değmemişse paktır. Eğer insan idrardan sonra istibra yapar ve sonra ondan bir su çıkar, idrar veya bu sayılanlardan biri olduğunda şüphe ederse pak sayılır.

71- İstibrâ (=özel idrar temizleme usûlü) yapılıp yapılmadığında şüphe edilir ve insandan bir rutubet gelir ancak pak veya necis olduğu bilinmezse necistir ve eğer abdest alınmışsa batıldır. Ama temizlik usûlünün tam olarak yapılıp yapılmadığında şüpheye düşülür ve insandan bir rutubet gelir ancak pak olup olmadığı anlaşılmazsa, paktır; abdest de batıl olmaz.

72- İdrar temizleme usûlünü uygulamayan bir kimse, idrarın üzerinden bir müddet geçtiği için, pislik yolunda idrar kalmadığından emin olur, sonra bir rutubet görür ve bunun pak olup olmadığında şüphe ederse, o rutubet paktır ve abdesti de bozmaz.

73- İdrardan sonra idrar temizliği usûlü uygulanıp ab-dest alınır ve abdestten sonra meni ya da idrar olduğu bilinen bir rutubet görülürse, farz ihtiyat gereği hem gusledilmeli ve hem de abdest alınmalıdır. Ama rutubet görülmeden önce abdest alınmamışsa, yalnızca abdest alınması yeterlidir.

74- Kadın için idrar yaptıktan sonra istibra yoktur. Bir ıslaklık görür de pak olup olmadığında şüphe ederse paktır; onun abdest ve guslünü de bozmaz.

İDRAR VE BÜYÜK ABDESTLE İLGİLİ MÜSTEHAP VE MEKRUHLAR

75- İdrar ve büyük abdesti yaparken, kimsenin görmeyeceği bir yere oturmak, helâya sol ayakla girmek ve helâdan sağ ayakla çıkmak müstehaptır. Ayrıca idrar ve büyük abdest yaparken, başı örtmek ve bedenin ağırlığını sol ayak üzerine vermek de müstehaptır.

76- İdrar ve büyük abdesti yaparken, güneş ve aya karşı oturmak mekruhtur. Ancak avret mahallini bir şeyle örterse mekruh olmaz. Ve yine rüzgâra karşı, yol üzerine, caddeye, sokağa, evin kapısının önüne, meyve veren ağaçların altına idrar ve büyük abdest yapmak ve o hâlde bir şey yemek, fazla durmak ve sağ el ile temizlik yapmak mekruhtur. Ayrıca o hâlde konuşmak da mekruhtur; ama mecbur kalır veya Allah'ı zikrederse sakıncası yoktur.

77- Ayakta idrar yapmak, bütün sulara özellikle durgun suya, böceklerin yuvalarına ve sert yerlere idrar yapmak mekruhtur.

78- İdrar ve büyük abdest yapmayı geciktirmek mekruhtur. Eğer genel bir zararı olacaksa geciktirilmesi haramdır.

79-82- Namazdan, uykudan ve cinsel ilişkiden önce ve yine meni çıkışından sonra idrar yapmak müstehaptır.

NECASETLER

80- Necasetler on tanedir:

1) İdrar

2) Dışkı

3) Meni

4) Lâşe

5) Kan

6) Köpek

7) Domuz

8) Kâfir

9) Şarap

10) Pislik yiyen devenin teri.

1-2- İdrar ve Dışkı

81- İnsanın ve eti yenmeyen ve damarı kesildiğinde kanı akan (=sıçrayan) her hayvanın gaita ve sidiği necistir. Ama sıçrayan kanı olmayan ve eti yenmeyen balıkların, ayrıca eti olmayan sinek ve sivrisineğin dışkısı temizdir. Ama eti yenmeyen ve sıçrayan kanı olmayan diğer hayvanların sidiğinden kaçınmak ihtiyaten farzdır.

82- Yenmesi haram olan kuşların pislikleri temizdir. Ama kaçınmak daha iyidir.

83- Pislik yiyen hayvanların sidiği ve gaitası necistir. Yine açıklaması yiyecek ve içecekler kısmındsa geleceği gibi domuz süzü içen keçi yavrusunun ve insanın cinsel temasta bulunduğu hayvanın gaita ve sidiği necistir.

3- Meni

84- İnsanın ce akıcı (=sıçrayan) kanı olan eti yenmeyen bütün hayvanların menisi necistir. Ayrıca sıçrayan kanı olan eti yenen hayvamlarına menisinden kaçınmakta ihtiyaten farzdır.

4- Lâşe

85- İnsan ölüsü ve ister kendisi ölmüş olsun, ister şer'î usûllere göre kesilmemiş olsun, akıcı kanı olan hayvanın ölüsü necistir. Balık akıcı kanı olmadığından dolayı su içinde ölse bile paktır.

86- (Köpek gibi necis hayvanlar dışındaki) ölü hayvanların yün, kıl, kürk, kemik ve diş gibi ruhu olmayan kısımları paktır.

87- İnsan ve akıcı kanı olan hayvandan diri iken et veya ruhu olan bölümleri koparılırsa necistir.

88- Kendiliğinden düşecek duruma gelen dudak ve vücudun diğer yerlerine ait deri parçaları kolylıkla kalkar ve ruhuda olmazapaktır.

89- Ölen tavuğun karnından çıkan yumurta, kabuğu sertleşmemiş olsa dahi paktır; ama dışının yıkanması gerekir.

90- Ot yemeye başlamadan önce ölen kuzu ve oğlağın karnından çıkan peynir mayası temizdir.

91- İnsanın yabancı ülkelerden getirilen sıvı ilaç, esans, yağ, ayakkabı boyası ve sabunun necis olduğuna dair kesin bilgisi olmazsa, paktır.

92- İslami kurallara uygun olarak kesildiğine ihtimal verilen hayvanın eti, derisi ve içyağı paktır. Fakat kafirden alınır veya kafirden alan bir Müslümandan alınırsa ve İslami kurallara göre kesilip kesilmediğini de araştırmamışsa yenilmesi haramdır. Fakat böyle bir deride namaz kılmak caizdir. Bununla birlikte Müslümanların pazarından veya kafirden almış olduğu bilinmeyen veyahut, kafirden alınmışsa da araştırdığı ihtimal verilen bir Müslümandan alınan et ve iç yağının yenmesi caizdir.

5- Kan

93- İnsanın ve akıcı kanı olan yani damarı kesildiğinde kanı sıçrayan her hayvanın kanı necistir. Öyleyse balık ve sivri sinek gibi akıcı kan taşımayan hayvanların kanı paktır.

94- Şer'î usûllere göre kesilen eti yenen hayvandan normal miktarda kan aktıktan sonra, damarlarda ve ette kalan kan paktır. Ama nefes alma veya başı yukarıda olduğundan hayvanın bedenine geri dönen kan necistir.

95- Tavuk yumurtasında bulunan kandan kaçınmak ihtiyaten müstehaptır. Ama kan yumurtanın sarısında ve zarı da  patlamamış olursa beyazlığı paktır.

96- Süt sağılırken bazen görülen kan necistir ve sütü de necis eder.

97- Dişlerin arasından çıkan kan ağzın suyuyla karışma sonucu kaybolursa paktır ve tükürüğü yutmanın sakıncası da yoktur.

98- Ezilmeden dolayı tırnak veya deri altında toplanan kan, kan denmeyecek bir duruma gelirse paktır. Kan denebilecek durumda ise ve kan dışarı çıkıyorsa necistir. Tırnak veya deri delindiği takdirde zahmeti olmazsa gusül ve abdest için dışarı çıkarılmalı, ama çok zahmeti olursa teyemmüm etmelidir.

99- Deri altında toplananın, ölü kan veya etin ezilme sonucu o hâle gelmiş olduğu bilinmezse paktır.

100- Yemek kaynarken içine bir zerre kadar kan düşerse yemek ve kabı necis olur ve ondan kaçınmak ihtiyaten vaciptir. Kaynama, sıcaklık ve ateş paklayıcı değildir.

101- Yara iyileşirken, etrafında meydana gelen irinin kanla karıştığı bilinmezse paktır.

6-7- Köpek ve Domuz

102- Köpek ve domuz, onların kılı, kemiği, pençesi, tırnağı ve rutubetleri necistir.

8- Kâfir

103- Kâfir yani Allah'a ve onun bir olduğuna inanmayan ve yine Ğulat, Yani İmamlardan (Allah’ın selamı onlara olsun) birisinin Allah olduğuna inanan veya Allah’ın onlarda hülul ettiğini söyleyen kimse; Hariciler ve Nasibiler, yani Yani imamlara açıkça düşmanlık eden kimseler necistirler. Aynı şekilde Allahın peygamberlerini, namaz ve oruç gibi dinin zaruri [tartışma götürmez apaçık] hükümlerini inkar eden kimsei, eğer bu inkarı peygamberi inkara neden olursa necistir. Ama Kitap Ehli yani; Yahudiler, Hıristiyanlar ve Mecusiler) temizdir.

104- Kâfirin bütün bedeni hatta tırnağı, kılı ve bütün rutubeti necistir.

105- Babası, annesi, dedesi ve büyük annesi kâfir olan, bulûğ çağına ermemiş çocuk da necistir. Ama mümeyyiz olur ve Müslüman olduğunu izhar ederse temiz olur. Anne babasından yüz çevir, İslam dinine de alakası olursa veya araştırma halinde olursa necis olduğuna hükmetmek zordur. Babası, annesi, dedesi ve büyük annesinden biri Müslüman olursa 210. meselede de açıklanacağı üzere çocuk paktır.

106- Müslüman olup olmadığı bilinmeyen bir kimse pak sayılır; ama Müslüman olduğuna dair belirti olmazsa Müslümanların diğer hükümlerine haiz değildir. Meselâ, Müslüman bir hanım alamaz ve Müslüman mezarlığına gömülmemelidir.

107- On iki Ehlibeyt İmamlarından birine küfreden veya onlara düşmanlık besleyen necistir.

9- Şarap

108- Şarap necistir. Şarap dışında insanı sarhoş eden şeyler necis değildir.

109- Kapı, masa, sandalye ve benzeri şeylerin boyanması işinde kullanılan sanat alkolünün tüm çesitleri paktır.

110- Üzüm suyu kendiliğinden veya  kaynatılma suretiyle kaynarsa, içilmesi haramdır; ama necis değildir. Aynı şekilde üzüm kaynarsa vacip ihtiyata göre yenilmesi haramdır, fakat necis değildir.

111- Hurma, çekirdekli ve çekirdeksiz kuru üzüm ve onların suyu kaynarsa paktır ve içilmesi de helâldir.

112- Arpadan çıkarılan ve hafif bir sarhoşluk veren arpasuyunun içilmesi haramdır. Vacip ihtiyat gereği de necistir. Fakat kesinlikle hiçbir sarhoşluğa yol açmayan arpa suyu (mâü'ş-şair de denmektedir) paktır.

11- Pislik Yiyen Devenin Teri

113- İnsan pisliği yemeği alışkanlık eden devenin teri necistir. Bu çekilde olan diğer hayvanların terlerinden kaçınmakta ihtiyaten vaciptir.

114- Haram yolla cünüp olanın teri paktır ve onunla kıldığı namaz da doğrudur.

NECASETİ TESPİT ETME YOLU

115- Bir şeyin necis olduğu üç yolla anlaşılır:

1) İnsanın kendisinin yâkin etmesiyle. Eğer bir şeyin necis olduğuna dair zannı olursa (=büyük ihtimal verirse) kaçınması gerekmez. Buna göre lâubâli, necislik ve temizliği gözetmeyen insanların yemek yediği kahvehane ve lokantalarda verilen yemeğin necis olduğuna dair kesin bilgi olmazsa, orada yemek yemenin sakıncası yoktur.

2) Bir kimsenin elinde bulunan şeyin necis olduğunu söylemesiyle. Meselâ, insanın hanımı ya da hizmetçisinin, elinde bulunan kap veya başka bir şeyin necis olduğunu söylemesi gibi.

3) İki âdil erkeğin bildirmesiyle. Elbette necis olma sebebini söylemelidirler. Örnegin; o şeye kan veya idrar değmiştir, demelidirler. Bir âdil kişi bile bir şeyin necis olduğunu söylerse, farz ihtiyat gereği ondan kaçınılmalıdır.

116- Bilgisizliği yüzünden bir şeyin meselâ, Fare dışkısının pak veya necis olduğunu bilmezse, konunun hükmünü sorup öğrenmesi gerekir. Ama hükmü bildiği hâlde bir şeyin pak veya necis olduğunda şüpheye düşerse, meselâ kanın necis olduğunu bilir de bir şeyin kan olup olmadığında ya da insan kanı veya sivri sinek kanı olduğundan şüpheye düşerse, o şey paktır. Araştırmak veya sormak gerekli değildir.

117- Önceden necis olan bir şeyin sonradan temizlenip temizlenmediğinden şüpheye düşülürse, necis olduğuna hükmedilir ve önceden pak olan bir şeyin sonradan necis olup olmadığından şüpheye düşülürse pak olduğuna hükmedilir. Hatta necis veya pak olduğunu araştırıp öğrenme imkanı olsa bile, araştırması gerekmez.

118- Kullandığı iki kaptan veya giydiği iki elbiseden birinin necis olduğunu bilir, ancak hangisi olduğunu bilmezse, her ikisinden de sakınması gerekir. Ama, eğer iki elbiseden birinin necis olduğunu bilir, ancak bunun kendi elbisesi mi, yoksa başkasının malı olup hiç kullanmayacağı elbise mi olduğunu bilmezse, kendi elbisesinden kaçınmasına gerek yoktur.

PAK ŞEYLER NASIL NECİS OLUR?

119- Pak şey necis bir şeye değer ve onlardan biri veya her ikisi rutubeti birbirine geçecek şekilde ıslak olursa, pak olan şey necis olur. Ama vasıtalar çoksa necis olmaz.

Örneğin; sağ elimiz idrar değmesi sonucu necis olursa, o elde yeni bir rutubetle sol ele değerse, sol el de necis olur. Ama sol el kuruduktan sonra rutubetli elbiseye değüdiğinde onu da necis eder. Ama o elbise nemli olarak başka bir şeye değerse onu necis etmez. Aynı şekilde ıslaklık öbürüne geçmeyecek kadar az olursa, necasetin özü olsa dashi, temiz olan şey necis olmaz.

 120- Pak olan şey necis bir şeye değer ve insan her ikisinin veya birisinin ıslak olup olmadığından şüphe ederse, pak olan şey necis olmaz.

121- Hangisinin necis, hangisinin pak olduğu bilinmeyen iki şeyden birine yaş bir şey değerse, necis olmaz. Ama her ikisi de önceden ecis olursa veya yaş olan ayrı bir şey öteki tarafa dokunursa necis olur.

122- Yer, kumaş ve benzeri şeyler ıslak olduğunda, sadece necasetin değdiği alan necis olur; diğer tarafları necis olmaz. Salatalık, kavun ve benzeri şeyler de böyledir.

123- Şıra ve yağ ve emsalleri, üzerinden biraz alınınca yeri hemen dolacak şekilde akıcı olursa, onun bir yeri necis olursa hepsi necis olur. Ama yeri boş kalacak şekilde katı olursa, sonradan dolsa bile, sadece necis şeyin değdiği yer necis olur. Şu halde eğer fare dışkısı düşerse dışkının düştüğü yer necis geri kalan kısmı paktır.

124- Sinek veya benzeri bir hayvan, ıslak olan necis bir şeyin üzerine konduktan sonra, ıslak olan pak bir şeyin üzerine konar ve insan, hayvanın necaseti kendisiyle birlikte taşıdığını bilirse, pak şey necis olur; eğer bilmezse paktır.

125- Bedenin terleyen kısmı necis olur ve ter de oradan başka yerlere akarsa, terin ulaştığı her yer necis olur. Ter, olduğu yerden başka bir yere akmazsa, bedenin diğer kısımları paktır.

126- İçinde kan olan katı balgam ve sümüğün sadece kan olan kısımları necis, diğer kısımları paktır. Öyleyse balgam ve sümük ağız ve burnun dış kısmına değerse, sadece balgam ve sümüğün necis kısmının değdiği kesin olarak bilinen yerler necis olur ve şüphe edilen yerler ise paktır.

127- Altı delik olan bir ibrik, necis bir zemin üzerine konulur ve altında ibrikteki suyla bir sayılabilecek şekilde su birikirse, ibriğin suyu necis olur. Ama ibriğin suyu basınçla akarsa necis olmaz.

128- Bedene batıp necasete ulaşan bir şey, dışarı çıkarıldığında necasete bulaşık değilse paktır. Buna göre, büyük abdest mahalline sokulan tenkıye aleti ve suyu veya bedene batan iğne, bıçak ve benzeri şeyler dışarı çıkarıldığında necaset bulaşmış olmazsa necis değildir. Aynı şekilde tükürük ve sümük de içeride kana değer ve dışarı çıkarıldığında kanlı olmazsa, necis değildir.

NECASETLE İLGİLİ HÜKÜMLER

129- Kurân'ın yazı ve sayfasını necis etmek saygısızlık olması durumunda, şüphesiz haramdır ve hemen yıkanması gerekir. Hatta saygısızlık olmasa bile ihtiyaten vacip olarak onu necis etmek haram ve necis olmuşsa, yıkanması farzdır.

130- Kur'ân'ın cildi necis olduğunda, Kur'ân'a saygısızlık sayıldığı takdirde yıkanması gerekir.

131- Kur'ân'ı, ölü hayvan ve kan gibi necasetlerin üzerine koymak, necaset kuru bile olsa Kuraân’a saygısızlık olursa haramdır.

132- Kur'ân'ın bir harfini bile necis mürekkeple yazmak haramdır. Yazıldığı takdirde yıkanmalı veya yontma ve benzeri bir yolla silinmelidir.

133- Kâfire Kur'ân vermek, Kuran’a saygısızlık sayılırsa haramdır ve geri almak vaciptir.

134- Kur'ân sayfası veya üzerinde Allah'ın, Resululla-h'ın (s.a.a) veya Ehlibeyt İmamlarının (a.s) adı yazılı bir kağıt gibi, saygı gösterilmesi gereken bir şey, tuvalete düşerse, onu dışarı çıkarıp yıkamak, masrafı bile gerektirse, farzdır. Eğer çıkarmak mümkün olmazsa, o sayfanın çürüdüğüne yâkin edilene dek o tuvalet kullanılmamalıdır. Yine Türbet (Hz. Hüseyin'in -a.s- türbesine ait toprak) tuvalete düşer ve onu çıkarmak mümkün olmazsa, dağılıp tamamen yok olmasından emin olana dek o tuvalet kullanılmamalıdır.

135- Necis olan şeyi yeyip içmek haramdır. Onu başkalarına yedirmekte haramdır. Ama çocuğa ve deliye yedirmek caizdir. Delinin ve çocuğun kendisi necis olan bir yiyeceği yerse veya necis elleriyle yiyeceği necis ederek yerse onu engellemek gerekli değildir.

136- Yıkanıp temizlenmesi mümkün olan necis bir şeyi satmanın sakıncası yoktur. İki şartla onu karşı tarafa dedmesi gerekir:

1) Tarafın uyulması gereken bir hükme uymama imkanı varsa, veya onu yiyecek ve içecekte kullanacaksa. Ama böyle olmazsa söylemesi gerekmez. Mesala taraf onunla namaz kılmak isterse bile, ona elbisesinin necis olduğunu bildirmesi gerekmez. Zira namazda elbisenin temiz olması asli şart değildir.

2) Tarafın onun sözüne itina edeceğine ihtimal vermelidir. İtina etmeyeceğini bilirse söylemesi gerekmez.

137- Eğer bir kimse, birinin necis olan bir şeyi yediğini veya necis elbiseyle namaz kıldığını görürse, ona söylemesi gerekmez.

138- Evinin veya yaygısının bir yeri necis olan kimse, o eve giren kimselerin beden veya elbise veya başka bir şeylerinin rutubetli olarak necis yere değdiğini görürse, bir önceki meselede açıklanan iki şartla durumu onlara söylemelidir.

139- Ev sahibi, yemek yerken yemeğin necis olduğunu anlarsa, 136. meselede geçen iki şartla misafirlere söylemesi gerekir. Misafirlerden biri anlarsa, diğerlerine söylemesi gerekmez; ama birbirleriyle olan ilişkilerinin çok sıkı olduğundan söylemediği takdirde kendisinin de necis olacağını ve zorunlu hükme mübtela olacağını biliyorsa, yemekten sonra onlara söylemesi gerekir.

140- İnsanın kiraladığı bir şey necis olursa 136. meselede geçen iki şartla sahibine sölemesi gerekir.

141- Eğer çocuk, bir şeyin necis olduğunu veya necis bir şeyin yıkandığını söylerse, sözü kabul edilmemelidir. Fakat bulüğ çağına ulaşmış, necis ve pak olmayı iyice bilen bir çocuk, necis bir şeyi yıkadığını söylerse, o şey onun elindeyse veya sözüne güvenilirse, sözü kabul edilir. Aynı şekilde bir şeyin necis olduğunu söylerse yine hüküm aynıdır.

TEMİZLEYİCİ ÇEŞİTLERİ

142- On İki şey necaseti temizler ve onlara mutahhirat (=temizleyiciler) denir:

1) Su.

2) Yer.

3) Güneş.

4) Özniteliğini Kaybetme (=istihâle).

5) İnkılap. (Değişim)

6) İntikal

7) İslâm.

8) Tebeiyyet.

9) Necasetin giderilmesi.

10) Necaset yiyen hayvanı istibrası.

11) Müslüman'ın [bir süre] görünmemesi.

12) Başı kesilen hayvandan bir miktar kan akması.

Bunlarla ilgili hükümler ayrıntılarıyla ilerideki konularda açıklanacaktır.

1- Su

143- Su, dört şartla necis bir şeyi temizler:

1) Mutlak olmalı. O hâlde gülsuyu ve salkım söğütten çıkarılan esans gibi muzaf su, necis bir şeyi paklamaz.

2) Pak olmalı.

3) Necis bir şeyi yıkarken mevcut su, muzaf suya dönüşmemeli ve bir daha yıkamanın gerekli olmadığı son yıkamada su, necasetin koku, renk veya tadını almış olmamalıdır. Ama ondan önceki yıkamalarda değişmesinin bire zararı yoktur. Mesela iki defa yıkanması gereken bir şeyi, kür veya az su ile yıkandığında, birinci yıkamada su değişmişse bile, ikinci yıkamada su değişmezse o şey temiz olur.

4) Necis bir şeyi yıkadıktan sonra, onda necasetin küçük parpacıkları kalmamalı.

Necis olan bir şeyin az su ile yani çok su miktarından az suyla paklanmasının diğer bir takım şartları da vardır ki bunlara sonraki konularda değinilecektir.

144- Necis bir kabın az su ile üç defa yıkanması gerekir. Hatta çok su ve akarsuda üç kere yıkamak ihtiyaten farzdır.

Ancak bir kabı köpek yalamışsa ya da o kaptan su veya başka bir sıvı şey içmişse, önce temiz toprakla ovmalı ve ardından iki defa çok su, akarsu veya az su ile yıkanmalıdır. Aynı şekilde köpeğin yaladığı kabı da yıkamadan önce toprakla ovulmalıdır. Köpeğin salyasının aktığı veya bir yerinin değdiği kap, vacip ihtiyat gereği toprakla ovulmalı sonra üç kere su ile yıkanmalıdır.

145- Köpeğin ağzını sürdüğü kabın giriş kısmının dar olması nedeniyle toprakla ovulamazsa, içerisine toprak atılmalı ve her tarafa ulaşacak şekilde şiddetle hareket ettirilmeli ve sonra söylendiği şekilde yıkanmalıdır.

146- Domuzun yaladığı veya içinde sıvı bir şey içtiği yahut içinde çöl faresi ölen bir kap az, kür veya akar suda yedi kere yıkanmalıdır. Toprakla yıkanması da gerekli değildir.

147- Şarap vasıtasıyla necis olan bir kabın hükmü, geçen konularda anlatılan diğer necis olan kapların hükmüyle aynıdır. Yedi kere yıkanması ise ihtiyaten müstehaptır.

148- Necis çamurdan yapılmış veya içine necis su işlemiş olan bir testi, akarsu veya çok su içine bırakılırsa, suyun ulaştığı her yer temizlenir. Eğer kapta sunun her yere işlemesini engelleyen bir rutubet varsa, önce onu kurutmalı sonra çok su veya akar suya bırakmalıdırlar.

149- Necis bir kabın az suyla paklanması iki şekilde olur:

1) Üç defa doldurulup boşaltılır.

2) Üç defa içerisine bir miktar su dökülür ve her defasında necis yerlerine ulaşacak şekilde su çalkalanır ve boşaltılır.

150- Kazan ve küp gibi büyük kaplar necis olduğunda, üç kez suyla doldurulup boşaltılırsa pak olur. Yine her tarafını kapsayacak şekilde yukarıdan üzerine su dökülür ve her defasında dibinde toplanan su dışarı boşaltılırsa pak olur. Ancak müstehap ihtiyat gereği ikinci ve üçüncü defada suları dışarı çıkarmak için kullanılan kap yıkanmalıdır.

151- Eğer necis olan bakır ve benzeri şeyler eritilir ve yıkanırsa, dış kısmı pak olur.

152- İdrar vasıtasıyla necis olan bir tandırın üzerine, her tarafını kapsayacak şekilde bir kez yukarıdan su dökülürse temizlenir. Bu işlemin iki kere yapılması ihtişyaten müstehaptır. İdrar dışında başka bir şeyle necis olduğunda, necaset giderildikten sonra, üzerine söylendiği şekilde bir kez su dökülürse yeterli olur. Tandırın içine bir çukur kazarak, suların orada toplanmasını sağlamak ve suyu boşaltmak ve daha sonra çukuru temiz toprakla doldurmak daha iyidir.

153- Necis bir şeyi tamamına su ulaşacak şekilde bir kez, çok su veya akarsuya sokulursa pak olur. Yaygı elbise ve benzeri şeyleri sıkmak, ayaklamak veya sıvazlamak gerekmez. Ama beden veya elbise idrar ile necis olmuşsa, çok suda da iki kez yıkanması gerekir.

154- İdrar vasıtasıyla necis olmuş bir şey az su ile yıkanmak istenirse, bir defa üzerine su dökülüp su ondan ayrıldıktan sonra, artık o şeyde idrar kalmazsa, temiz olur. Fakat beden ve elbiseyi iki kez yıkamak gerekir. Az suyla yıkanan elbise, yaygı ve benzeri şeyleri yıkarken su döküldükten sonra sıkılarak "güsale" dışarı çıkarılmalıdır. (Güsale, genelde yıkama anında ve yıkadıktan sonra yıkanan şeyden kendiliğinden veya sıkmak suretiyle akan sudur.)

155- Yemek yemeye başlamış süt emen erkek veya kız çocuğun idrarı vasıtasıyla necislenmiş bir şeyin üzerine bütün necis yerlere ulaşacak şekilde bir kez su dökülürse temizlenir; ama bir kez daha su dökülmesi müstehap ihtiyata uygundur. Elbise, yaygı ve benzeri şeyleri de sıkmak gerekmez.

156- İdrar dışında başka bir şey vasıtasıyla necis olan bir şeyin necaseti giderildikten sonra üzerine bir kez su dökülür ve su süzülürse temizlenir. Ancak her hâlükârda elbise ve benzeri şeylerin güsalesi dışarı çıkarılması amacıyla sıkılmaları gerekir.

157- İple örülmüş necis hasır, çok su veya akarsuya sokulursa, necaset kaybolduktan sonra pak olur. Ama az suyla yıkamak isterlerse mümkün olduğu şekilde, hatta çiğnemek yolula da olsa guselesini çıkarmak gerekir.

158- Dışı necis olan buğday, pirinç ve benzeri şeyler çok su veya akarsuya sokulmakla temizlenirler. Ancak içleri necis olursa çok su ve akarsu içlerine ulaşmasıyla pak olurlar.

159- Sabunun dışı necis olursa temizlenmesi mümkündür. Ama içi necis olursa ve temizlenmesi mümkün değildir. Necis şeyin onun içine geçip geçmediğinde şüphe edilirse içi paktır.

160- Pirinç, et ve benzeri şeylerin dış kısımları necis olduğunda onları temiz bir kaba koyup bir kez üzerinden su döküp boşaltmakla pak olur. Ama necis kaba konulursa üç kere bu işlemi yapmalıdırlar, bu surette kap da pak olur. Ancak sıkılması gereken elbise veya başka bir şey bir kaba konulup yıkamak istenilirse, üzerine su döküldüğü her defa sıkılmalı ve kabı eğerek içinde toplanan su dökülmelidir.

161- Çivit ve benzeri bir renkle boyanmış necis bir elbise çok su veya akarsuya sokulur ve su elbisenin rengiyle muzaf suya dönüşmeden önce her tarafını kapsarsa pak olur. Az suyla yıkandığında da sıkıldığında ondan çıkan su muzaf olmazsa pak olur.

162- Çok su veya akarsuda yıkandıktan sonra elbise üzerinde örneğin suyun balçığı görülürse, ancak bunun, suyun geçmesine engel olduğu ihtimali verilmezse elbise paktır.

163- Suda yıkandıktan sonra elbise ve benzeri şey üzerinde çamur veya sabun kalırsa, bunların suyun necis şeye ulaşmasını engellediğini ihtimal vermezlerse elbise paktır. Ama necis su eğer  çamurun veya sabunun içine işlerse dış yüzleri pak içleri ise necistir.

164- Necis bir şeyden necasetin kendisi giderilmedikçe pak olmaz; ama necasetin kokusu veya renginin kalmasının sakıncası yoktur. Öyleyse elbisede bulunan kan giderildikten sonra yıkanır, ancak kanın rengi kaybolmazsa paktır.

165- Vücutta bulunan necaset çok su veya akarsuda giderilirse, beden pak olur. Ama idrar vesilesiyle necis olmuşsa, kür suyla bir kere yıkamakla beden pak olmaz. İki kere suya dalmak da gereksizdir. Sadece suyun altında necis olan yeri, suyun bedenden çıkıp ikinci defa bedene ulaşmasını sağlayacak şekilde, elle temizlemek yeterlidir.

166- Dişlerin arasına giren necis yemek, ağza necis yemeğin her tarafına ulaşacak şekilde su alıp çalkalamakla temiz olur.

167- [Necis olan] saç ve sakal fazla değilse, az suyla yıkandığında güsalenin süzülmesi için sıkılmasına gerek yoktur. Zaten kendi kendine normalde su suzülmektedir.

168- Elbise veya bedenin herhangi bir yeri az su ile yıkanırsa, yıkanan yerin bitişik çevresi (ki necis yeri yıkarken genellikle orası da necis olur); necis mahallini temizlenmesiyle temiz olur. Yeniden etrafı yıkamaya gerek yoktur. Necis yer ve onun etrafı birlikte temiz olurlar. Yine, necis bir şeyin yanına pak bir şey konur ve her ikisinin üzerine su dökülürse hüküm aynıdır. Buna göre, şnecis bir parmağı yıkamak için parmaklarının tümünün üzerine su dökülür, necis ve pak su onların tamamına ulaşırsa, necis olan parmak pak olduğunda öteki parmaklar da pak olur.

169- Necis olan et ve kuyruk da diğer şeyler gibi suda yıkanır [ve suyla temizlenir]. Beden elbise veya kap biraz yağlı olur da suyun geçmesine engel olmazsa, yine aynıdır.

170- Kap veya beden, necis olduktan sonra suyun bunlara ulaşmasını engelleyecek ölçüde yağlı olursa, yıkanıldığında ilk önce suyun bunlara ulaşmasını sağlamak amacıyla yağları giderilmelidir.

171- Çok (kür) suya bağlı olan musluk suyu, çok su hükmündedir.

172- Bir şeyi yıkadıktan ve temizlendiğine dair kesin bilgi edindikten sonra, necasetin giderilip giderilmediğine dair şüpheye düşülürse, necasetin giderildiğine emin olmak için yeniden yıkamak gerekir.

173- Üzeri ince veya kalın kumla kaplı olan yer gibi, suyun hemen battığı yer az suyla da temizlenir.

174- Taş ve tuğla döşeli yer ve suyu içine emmeyen sert yer necis olduğunda, az su ile temizlenir; ancak su akıncaya kadar dökülmelidir. Dökülen su bir delikten dışarı akarsa bütün yer temizlenir; dışarı akmazsa, toplanan suyun bir bez parçası veya kapla dışarı atılması gerekir.

175- Tuz taşı ve benzeri şeylerin dış kısmı necis olursa, çok sudan az miktardaki bir suyla da temizlenir.

176- Eğer erimiş necis bir şekerden kesme şeker yapılıp çok su veya akarsuya daldırılırsa temizlenmez.

2- Yer

177- Yer, ayağın ve necis ayakkabının altını dört şartla temizler:

1) Yer temiz olmalıdır.

2) İhtiyaten kuru olmalıdır.

3) Farz ihtiyat gereğince ayak veya ayakkabının altı, yerde yürümek dolayısıyla necis olmuş olmalıdır.

4) Ayağın veya ayakkabının altında kan ve idrar gibi necaset veya örneğin çamur gibi necislenmiş bir şey olursa, yol yürümek veya ayağı yere sürtmekle giderilmelidir. dolayısıyla eğer necaset önceden giderilmiş olursa, farz ihtiyat gereği ayak veya ayakkabının altı yol yürümek veya yere sürtmekle temiz olmaz. Yine yer; toprak, taş, tuğla ve benzeri şeyle döşeli olmalıdır. Halı, hasır ve çimen üzerinde yürümekle necis ayak veya ayakkabının altı temizlenmez.

178- Necis olan ayak ve ayakkabı altının ağaçla döşenmiş bir yer veya asfalt üzerinde yol yürümekle temizlenmesi şüphelidir.

179- Ayak ve ayakkabı altı her ne kadar on beş arşın (her arşın yaklaşık 46 cm dir.) az yürümekle veya yere sürtmekle necaset giderilirse de, on beş arşın veya daha fazla yürümek daha iyidir.

180- Necis olan ayak ve ayakkabı altının ıslak olması gerekmez, kuru olsa da yol yürümekle temizlenir.

181- Yol yürümekle temiz olan necis ayak veya ayakkabı altının, normalde çamura bulaşan diğer kısımları da temizlenir.

182- Elleri ve dizleri üzerinde yol yürüyen birisinin el ve dizleri necis olursa, el ve dizlerinin yol gitmekle temizlenmesi şüphelidir. Yine bastonun alt kısmı, yapma ayakların alt kısmı, hayvanların nalı, otomobil ve fayton tekerleği ve benzerinin de yol gitmekle temizlenmesi şüphelidir.

183- Yol gittikten sonra ayağın altında veya ayakkabının altında [normalde] kalan koku, renk ve görünmeyen küçük necaset zerrelerinin sakıncası yoktur. Elbette onların da kalmayacağı kadar yol yürümek ihtiyaten müstehaptır.

184- Ayakkabının içi yol gitmekle temizlenmez. Çorap altının da yol gitmekle temizlenmesi şüphelidir. Ama çorabın alt kısmı deriden yapılmış olursa ve onunla yürümek de mamulse yol gitmekle temizlenir.

3- Güneş

185- Güneş, yeri, binayı ve duvarı temizler:

1) Necis olan şey, öylesine ıslak olmalıdır ki, başka bir şey ona değecek olursa, ıslaklığı ona geçmeli ve onu ıslatmalıdır. Eğer kuru olursa, güneş ışığıyla kuruması için ilk önce herhangi bir şeyle ıslatılması gerekir.

2) O şeyde necasetin özü olursa, güneş ışığının ulaşmasından önce giderilmelidir.

3) Güneş ışıklarının [direkt olarak] ulaşmasını engelleyecek bir şey olmamalı. Eğer güneş ışığı perde, bulut veya benzeri bir şeyin arkasından vurarak necis olan şeyi kurutursa, o şey temizlenmez. Ama bulut, güneş ışığının ulaşmasına engel olmayacak kadar ince olursa sakıncası yoktur.

4) Necis şeyi, yalnızca güneş ışığının kurutması gerekir. Buna göre, necis olan şey, rüzgâr ve güneş ışığının etkisiyle kurursa temizlenmez. Ancak “güneş necis olan şeyin kuruttu” denilecek kadar etkili olursa sakıncası yoktur.

5) Güneş ışığı, necaseti içine emmiş olan yapının iç ve dış kısmını bir defada kurutmalıdır. Öyleyse güneş ışığı necis yer ve binanın ilk seferinde dış kısmını ve ikinci defasında da iç kısmını kurutursa, yalnızca onun dış ve görünen kısmı temizlenmiş olur ve iç kısmı necis kalır.

186- Güneş ışığı, necis hasırı temizler; fakat hasır eğer iple dokunmuşsa ipleri temizlemez. Yine ağacın, bitkinin, kapı ve pencerenin güneşle temiz olması şüphelidir.

187- Güneş ışığı, necis yere ulaştıktan sonra, güneş ışığının ulaştığı anda yerin ıslak olup olmadığı veya yerin sadece güneş ışığı vasıtasıyla kuruyup kurumadığı hususunda şüpheye düşülürse, o yer necistir. Yine güneş ışığının ulaşmasından önce necasetin giderilip giderilmediği veya güneş ışığının ulaşmasına engel olan bir şeyin olup olmadığı konusunda tereddüt edilirse temizlenmesi şüphelidir.

188- Güneş ışığı, necis duvara sadece bir taraftan ulaşır ve öbür tarafı da kurursa iki tarafın da temizlenmesi uzak bir ihtimal değildir. Ama bir gün dışını diğer bir dünde içini kurutursa, sadece dışı temiz.

4- İstihale (Öz niteliğini kaybetme)

189- Necis olan bir şeyin cinsi, temiz bir şey sayılacak şekilde değişirse temiz olur ve buna "istihale=başkalaşım" denir. Örneğin necis bir ağacın yanıp kül olması veya köpeğin tuzlaya gömülüp tuza dönüşmesi gibi. Ama necis buğdayın öğütülüp un yapılması veya ekmek pişirilmesi örneklerinde olduğu gibi necis şeyin cinsi değişmezse temizlenmez.

190- Necis topraktan yapılmış olan saksı ve benzeri şeyler necistir. Necis odundan elde edilen kömür, odunun özelliklerini taşımazsa temizdir.

191- Başkalaşıma uğrayıp uğramadığı belli olmayan necis bir şey necistir.

192- Şarap, kendi kendine veya içine sirke ve tuz katmak suretiyle sirkeye dönüşürse temizlenmiş olur.

193- Necis üzümden yapılan şarap, sirkeye dönüşmekle temizlenmez. Hatta şaraba bir necaset isabet ederse, sirkeye dönüştükten sonra da farz ihtiyat gereği ondan sakınılmalıdır.

194- Necis olan üzüm, kuru üzüm ve hurmadan yapılan sirke necistir.

195- Üzüm veya hurmayı küçük kırıntı ve çerçöpüyle birlikte sirke yaparlarsa sakıncası yoktur. Yine hurma, kuru üzüm ve üzüm sirke olmadan önce salatalık, patlıcan ve benzeri şeyleri de içine katarlarsa sakıncası yoktur. Ama sirke olmadan önce alkol olursa sakıncalıdır.

196- Üzüm suyu ateşte veya kendiliğinden kaynarsa haram olur. Ama eğer kaynayarak üçte ikisi gider, üçte biri kalırsa, helal olur. 110. meselede üzün suyunun kaynamakla necis olmadığına dair hüküm zikredilmişti.

197- Kaynamadan üçte ikisi azalan üzüm suyunun geriye kalan kısmı kaynarsa ve ona şıra değil üzüm suyu denirse, farz ihtiyat gereği haramdır.

198- Kaynayıp kaynamadığı belli olmayan bir üzüm suyu helaldir. Ama eğer kaynarsa, insan onun üçte ikilik kısmının kaynayarak azaldığına yakin etmedikçe helal olmaz.

199- Bir koruk salkımında bir miktar üzüm tanesi bulunur ve ondan alınan suya da üzüm suyu denmiyorsa kaynadığı taktirde haramz ve içilmesi helaldir.

200- Ateşte kaynayan bir şeyin üzerine bir üzüm tanesi düşer ve onda kaybolmazsa, sadece o taneyi yemek farz ihtiyat gereği haramdır.

201- Birkaç ayrı kazanda şıra kaynatırken kaynamış kazanın karıştırdığı kepçe kepçe ile henüz kaynamayan kazanın karıştırılması caizdir.

202- Koruk veya üzüm olduğu belli olmayan bir şey kaynatılırsa, haram [necis] olmaz.

6- İntikal

203- İnsan kanı veya akıcı kana sahip olan (=kesildi-ğinde kanı sıçrayarak çıkan) hayvanın kanı, akıcı kanı olmayan bir hayvanın vücuduna nakledilir ve artık o hayvanın kanı sayılırsa temiz olur. Bu işlemin adına "İntikal" denir. Buna göre sülüğün insandan emdiği kana "sülüğün kanıdır" denmeyip "insanın kanıdır" dendiğinden necistir.

204- İnsan bedenine konan sivrisineği öldürür ve emdiği kan çıkarsa temizdir. Zira her ne kadar kanın emilmesi ile sineğin öldürülmesi arasındaki süre çok idiyse de, o kan sineğe yemek olmak durumunda idi. Elbette o kandan sakınmak ihtiyatem müstehaptır.

7- İslâm

205- Eğer kâfir, şahadeteyni getiri; "Eşhedu enla ilâhe illellah ve eşhedu enne Muhammeden resulullah"[1] yani; Allah’ın birliğini ve Hz. Muhammed’in (s.a.a) onun peygamberi olduğunu kabul ederse, hangi dilde söylerse söylesin Müslüman olur. Müslüman olduktan sonra bedeni, tükürüğü, salyası ve teri temizdir. Ama Müslüman olduğunda, bedeninde necaset bulunursa giderilmesi ve yerinin yıkanması gerekir. Ancak Müslüman olmadan önce necaset giderilmiş olursa, Müslüman olduktan sonra o yeri yıkaması ihtiyaten vaciptir.

206- Kâfir olduğu dönemde ıslak olarak bedenine değen elbisesi, Müslüman olduğu zaman üzerinde olmuş olsun veye olmasın vaqcip ihtiyata göre ondan kaçınılmalıdır.

207- İnsan, kelime-i şahadet getiren bir kâfirin, kalben Müslüman olup olmadığını bilmezse temizdir. Kalben Müslüman olmadığını dahi bilse, ondan söylediği kelime-i şahadete aykırı bir hareket görmezse de hüküm aynıdır.

8- Tabeiyet

208- Tabeiyet; necis olan bir şeyin, temiz olan başka bir şey vesilesiyle, temiz olmasıdır.

209- Eğer şarap sirkeye dönüşürse, onu içeren kabın da şarabın kaynarken ulaştığı yere kadar olan bölümü temiz olur. Normalde üzerine konulan bez parçası veya başka şey de onun rutubetiyle necis olmuşsa, temiz olur. Ama kaynarken taşıp kabın dış yüzeyine bulaşmışsa, sirke olduktan sonra, kabın dış kısmında kalan kısmından, şarap sirke olduktan sonra da ihtiyaten vaciptir.

210- İki yerde kafirin çocuğu tebeiyet yoluyla pak olur:

1) Bir kafir Müslüman olursa, onun çocuğu da temiz olmada ona tabidir. Yine kafir çocuğunun annesi, büyük babası ve büyük annesi Müslüman olursa, çocuk da temiz olur. Elbette bu durumda çocuğun yeni müslümanın yanında veya onun kefaleti altında olması, ayrıca ondan çocuğa daha yakın olan bir kafirin çocuğun yanında olmaması gerekir.

2) Kafir bir çocuk bir müslümanın yanında esir olursa, onun yanında baba veya cedlerinden biri yoksa temiz olur.

Zikredilen her iki durumda da, çocuğun tebeiyet yoluyla temiz olması, çocuk mümeyyiz ise kafir olduğunu izhar etmemesine bağlıdır.

211- Üzerinde ölü yıkanan tahta veya taş, ölünün avret yeri üzerine örtülen bez ve ölüyü yıkayanın eli, ölünün guslü sona erdikten sonra temiz olur.

212-  Eliyle bir şeyi yıkayan kimse, o şeyi ve elini birlikte yıkarsa, o şeyin temizlenmesinden sonra eli de temiz olur.

213- Elbise ve benzeri şeyler az su ile yıkandıklarında, üzerine dökülen suyun giderilmesi amacıyla normal şekilde sıkıldıktan sonra, geride kalan ıslaklıkları temizdir.

214- Az su ile yıkanan necis kabın üzerine dökülen suyun süzülmesinden sonra, kabın üzerinde kalan su damlacıkları temizdir.

9- Necasetin Giderilmesi

215- Bir hayvanın bedeni, kan gibi necaset veya necis su gibi necasetlenmiş bir şeye bulaşırsa, onlar giderildikten sonra hayvanın bedeni temiz olur. Yine insan bedeninin iç kısımları (meselâ, ağız ve burnun içi) böyledir. Yani dıştan değen bir necaset dolayısıyla necis olur ve onun bertaraf olmasıyla da temiz olur. Dişlerin arasından gelen kan gibi, bedenin iç kısmına ait bir necaset, bedenin iç kısmının necis olmasına sebep olamaz. Nitekin dıştan bir şey bedenin içine gider ve batında olan necasete değerse necis olmaz. Dolayısıyla ağızda bulunan tekma dişe, diğer dişin dibinden gelen kan değerse, onu yıkamak gerekmez. Ama necis bir yemek değerse onu yıkamak gerekir.

216- Dişlerin arasında yemek artığı kalır ve ağız da kanarsa, ağzın içinin kanı onu necis etmez.

217- Göz kapakları ve dudakların kapandığı zaman birbirinin üzerine gelen miktarı, bedenin iç kısmının hükmündedir. Dolayısıyla ona dıştan bir necis değerse, yıkamak gerekmez. Ama bedenin iç veya dış kısmında olduğunu bilmediği bir yerine, dıştan bir necis değerse, yıkaması gerekir.

218- Kuru elbise, halı ve benzeri şeylere necis toz konarsa, silkerek o toz çıkarılırsa temizdirler ve yıkanmaları da gerekmez.

10- Necaset Yiyen Hayvanı Temizleme Usûlü

219- İnsan pisliği yemeyi alışkanlık edinmiş bir hayvanın idrarı ve dışkısı necistir. Temiz olması için istibra [=özel temizleme usûlü] uygulanmalıdır. Yani "pislik yiyendir" denilmemesi için gerekli süre içinde pislik yemesi önlenmeli ve ona temiz yiyecekler verilmelidir. Müstehap ihtiyat gereği pislik yiyen deve kırk gün, sığır yirmi gün, koyun on gün, ördek yedi veya beş gün, tavuk üç gün pislik yemekten alıkonulmalı ve onlara temiz yiyecekler yedirilmelidir.

11- Müslümanın (Bir Süre) Görünmemesi

220- Buluğ çağına ermiş, necaset ve paklığı ayırtedebilen bir müslümanın bedeni, elbisesi ya da ihtiyarında olan kap, halı ve benzeri şeyler necis olduğunda o Müslüman (bir süre) görünmezse, insan onu yıkadığına ihtimal verirse, o şey temiz sayılır.

221- Necis olan bir şeyin temizlendiği kesin olarak bilinir veya iki adil kimse temizlendiğini söylerse, o şey temizdir. Örneğin, idrarla necis olan elbisenin iki kez yıkandığını söylerlerse olbise temizdir. Güvenilir biri, kendi ihtiyarında olan necis bir şeyin temizlendiğini söyler veya Müslüman, necis şeyi yıkarsa, onu kurallarına uygun olarak temizleyip temizlemediği belli olmasa bile yine temizdir.

222- İnsanın elbisesini yıkamak için vekil olan ve elbise de elinde bulunan kimse, elbiseyi yıkadığını söylerse, elbise temizdir.

223- Necis olan bir şeyi yıkadığında, temizlendiğine dair yakîn edemeyen bir ruh hâline sahip olan vesvas kimse, normal insanların yıkadığı şekilde yıkarsa yeterlidir.

12- Normal Kanın Akması

224- Şer-i usullere göre başı kesilen hayvanın normal miktarda kanı aktıktan sonra, onun içinde kalan kan temizdir.

225- Önceki meselede açıklanan hüküm, ihtiyat gereği olarak eti helal hayvanlara mahsustur. Eti haram olan hayvanlarda geçerli değildir.

KAPLARLA İLGİLİ HÜKÜMLER

226- Köpek, domuz veya ölü hayvan derisinden yapılan kapta, rutubet içindekini necis ederse bir şey yemek, içmek haramdır ve o kabın abdest, gusül ve temiz bir şeyle yapılması gereken işlerde kullanılmaması gerekir. Müstehap ihtiyat gereği kap olarak kullanılmasa da köpek, domuz ve ölü hayvanın derisi kullanılmamalıdır.

227- Altın ve gümüş kaptan yemek, içmek; hatta farz ihtiyat gereği mutlak olarak onları kullanmak haramdır. Ama odaların süslenmesinde kullanılması ve yine insanın onları bulundurması haram değildir. Elbette en iyisi bunun da terk edilmesidir. Aynı şekilde altın ve gümüşten kap yapmak, onları ziynet için veya saklamak için alıp satmak da aynıdır.

228- Altın veya gümüşten yapılmış bardak mahfazasına, kap denirse, altın ve gümüş bardak hükmündedir. Ancak kap denilmezse kullanılmasının sakıncası yoktur.

229- Altın veya gümüş suyuna batırılmış kabın kullanılmasının sakıncası yoktur.

230- Altın veya gümüşle karıştırılan başka bir metalı kap yaparlarsa, kaptaki maden miktarı, ona altın veya gümüş kap denilmeyecek kadar fazla olursa, onu kullanmanın sakıncası yoktur.

231- İnsan, altın veya gümüş bir kapta olan yemeği, başka bir kaba dökerese ve bu işlem birinci kaptan yemek için vasıta sayılmazsa sakıncası yoktur.

232- Nargilenin ağza alınan kısmı, kılıç ve bıçak kını ve Kur'ân kabı altın veya gümüşten olursa, kullanılmasının sakıncası yoktur; Altın ve gümüşten yapılan esans kabı, sürme kabı ve tütün kabını kullanmamak ihtiyaten müstehaptır.

 233- Çaresizlik hâlinde zararı uzaklaştıracak kadar altın veya gümüş kap kullanmanın sakıncası yoktur. Fakat bundan fazlası caiz değildir.

234- Altın veya gümüşten mi ya da başka bir şeyden mi olduğu belli olmayan bir kabı kullanmanın sakıncası yoktur.

ABDEST

235- Abdestte yüzü ve elleri yıkamak, başın ön kısmını ve ayakların üzerini meshetmek farzdır.

236- Yüzü, uzunlamasına, alnın yukarısından yani saçların bittiği yerden çenenin sonuna kadar yıkamak gerekir. Enine ise orta parmakla başparmağın arası kadar yıkanması gereklidir. Eğer bu miktardan az bir kısım bile yıkanmazsa, abdest batıl olur. Bu miktarın tamamen yıkandığından kesin olarak emin olmak için belirlenen miktardan biraz fazla bir alan yıkanmalıdır.

237- Yüzü veya eli, normal insanlardan daha küçük veya daha büyük olan kimse, normal halkın nereye kadar yıkadığına dikkat etmeli ve o miktarı yıkamalıdır. Yine alnında saç biten veya başının ön tarafında saçı olmayan kimse normal miktarda alnını yıkar.

238- Kaşlarında, göz kenarlarında ve dudaklarında suyun geçmesini engelleyecek kir veya başka bir şey olduğuna ihtimal veren kimse, ancak bu ihtimali halka göre yerinde bir ihtimal olursa, abdestten önce var olması muhtemel olan engeli gidermek amacıyla araştırmalıdır.

239- [Sakal seyrek olunca yani] yüzün derisi sakalın arasından görünürse, suyu deriye ulaştırmak gerekir. [Sakal sık ise yani deri] görünmüyorsa altına su ulaştırmak ge-rekmez; bu durumda sakalı yıkamak yeterlidir.

240- Sakalın arasından derinin görünüp görünmediğin-de şüphe eden kimse, farz ihtiyat gereği hem sakalı yıkamalı ve hem de suyu deriye ulaştırmalıdır.

241- Burunun içini ve kapatıldığında göz ve dudağın görünmeyen miktarını yıkamak farz değildir. Ancak yıkanması gereken yerlerin tamamen yıkandığından kesin olarak emin olmak amacıyla bunlardan bir miktarını yıkamak farzdır. Bu miktarın yıkanmasının gerekli olduğunu bilmeyen kimse, şimdiye kadar almış olduğu abdestlerde bu miktarı yıkayıp yıkamadığını bilemezse, geçmişte kıldığı namazlar sahihtir. Bir sonraki namaz için abdest alması da gerekmez.

242- Yüzü ve elleri yukardan aşağıya doğru yıkamak gerekir; eğer aşağıdan yukarıya doğru yıkanırsa, alınan ab-dest batıldır. Kolları da dirseklerden parmak uçlarına doğru yıkamak gerekir.

243- Eğer elini ıslatıp yüzüne ve kollarına sürerse, elindeki ıslaklık bu sürülmeyle azalar üzerinde biraz su akmasını sağlayacak kadar olursa, yeterlidir. Sunun onların üzerinden akacak kadar olmasına gerek yoktur.

244- Yüzü yıkadıktan sonra sağ eli, daha sonra sol eli dirseklerden parmakların ucuna kadar yıkamak gerekir.

245- Dirseklerin kesin olarak yıkandığından emin olmak amacıyla, dirseklerin biraz üstünü de yıkamak gerekir.

246- Yüzünü yıkamadan önce ellerini bileklerine kadar yıkayan kimse, abdest alırken dirsekten parmak uçlarına kadar yıkamalıdır; eğer yalnızca bileklerine kadar yıkarsa abdesti batıl olur.

247- Abdestte yüzü ve elleri bir kez yıkamak farz, iki kez yıkamak müstehap, üç kez ve daha fazlası haramdır. Birinci defa yıkamak, abdest kastıyla yüz ve koluna döktüğü su, onun tamamını kapsadığı ve hiçbir ihtiyat yeri kalmadığı zaman tamam olur. Dolayısıyla birinci defayı yıkamak kastıyla, on defa bile yüzüne su dökerse sakıncası yoktur. Buna göre yüzün tamamını birkaç defa yıkayıp sonuncusunda abdest niyetiyle yıkamayı kasdedebilir. Fakat ikinci yıkamada niyetin gerekli olduğu görüşü sakıncasız değildir. İhtiyaten farz olarak birinci yıkamadan sonra, yüzü ve kolları abdest kastı olmasa bile bir defadan fazla yıkamamalıdır.

248- Her iki kol yıkandıktan sonra elde kalan abdest suyunun ıslaklığı ile başın üstü mesh edilmelidir; sağ el ile ve yukardan aşağıya doğru meshetmek ihtiyaten müstehaptır.

249- Başın dört kısmından alın hizasına düşen kısmı, mesh yeridir. Bu kısmın her bir tarafı, ne ölçüde mesh edilirse edilsin yeterlidir. Ancak bu meshin uzunluğunun bir parmak boyu, genişliğinin ise kapalı üç parmak eninde olması müstehap ihtiyata uygundur.

250- Başın üzerine yapılan meshin deri üzerinden olması gerekmez; başın ön kısmındaki saçların üzerinden de olsa sahihtir; ama başının ön tarafındaki saçları, tarandığında yüzünün üzerine dökülecek veya başının diğer taraflarına ulaşacak kadar uzun olan kimse saçlarının dibine veya saçlarını aralayarak başın derisine meshetmelidir. Eğer yüzüne sarkan saçlarını veya başının diğer taraflarına dağılmış olan saçlarını başının üstünde topak yapsa ve onlar üzerine mesh ederse yahut da başının diğer yerlerine ait olup ön tarafına gelmiş saçların üzerine mesh ederse abdest batıl olur.

251- Baş mesh edildikten sonra elde kalan abdest suyunun ıslaklığı ile ayakların üzeri parmakların birinin ucundan ayak üzerindeki çıkıntıya kadar mesh edilmelidir. Sağ el ile sağ ayağı ve sol el ile de sol ayağı meshetmek ihtiyaten müstehaptır.

252- Ayağa yapılan meshin genişliği ne kadar olursa olsun yeterlidir; ama daha iyisi hatta ihtiyata en uygun olanı, elin iç kısmının bütünüyle ayağın üzerini mesh yapmaktır.

253- Ayağa mesh ederken eli parmak uçlarına bırakmazı sonrada elini çekmesi gerekmez. Elin hepsini ayak üzerine koymak ve biraz çekmek sahihtir.

254- Baş ve ayağa mesh ederken elleri onlar üzerine çekmek gerekir. Ellerini sabit tutar baş ve ayağını hareket ettirir ve onları ellerine çekerse, abdest batıldır. Ancak elleri çekerken baş veya ayağın birazcık hareket etmesinin sakıncası yoktur.

255- Mesh edilecek yerin kuru olması gerekir. El ıs-laklığının onda etki etmeyeceği ve belirginleşmeyeceği kadar ıslak olursa mesh batıldır. Ancak ıslaklık elin rutubetinde yok olup gidecek kadar az olursa sakıncası yoktur.

256- Meshetmek için elin içinde ıslaklık kalmamışsa, dışarıdaki su ile el ıslatılmaz; bu durumda sakalında bulunan rutubetle elini ıslatarak meshetmeldir. Sakaldan başka bir yerden ıslaklık alıp meshetmek sakıncalıdır.

257- Eğer elinin içindeki ıslaklık yalnızca başını mesh edecek kadar ise, o ıslaklıkla başını meshetmesi ihtiyaten farzdır. Ayaklarını meshetmek için de sakalının ıslaklığından rutubet almalıdır.

258- Çorap ve ayakkabı üzerinden meshetmek batıldır; ama şiddetli soğuk, hırsız ve yırtıcı havyan tehlikesi ve benzeri şeyler nedeniyle ayakkabı ve çorabını çıkaramazsa çorap ve ayakkabısının üzerinden meshetmeli ve teyemmüm de almalıdır. Ama takiyye söz konusu olursa, çorap ve ayakkabıya meshetmek yeterlidir.

259- Ayağın üzeri necis olur ve mesh için yıkanamazsa, teyemmüm edilmelidir.

İRTİMASî ABDEST

260- İrtimasî abdest insanın, yüzünü ve ellerini abdest niyetiyle suya daldırmasına denir. İhtiyata aykırı olmasına rağmen zahiren irtimasi olarak yıkanan elin ıslaklığıyla meshetmenin de bir sakıncası yoktur.

261- İrtimasî abdestte de yüz ve ellerin yukarıdan aşağı yıkanması gerekir. O hâlde yüz ve elleri suya daldırırken abdeste niyet ederse, yüzü alın tarafından ve elleri dirsek tarafından suya daldırmalıdır.

262- Abdestte, azaların bazısını irtimasî ve bazısını da gayri irtimasî olarak yıkamanın sakıncası yoktur.

Abdestİn DualarI

263- Abdest alan kimsenin, gözü suya iliştiğinde şu duayı okuması müstehaptır:

 )بِسْم ِاللَّهِ وَ بِاللَّهِ وَالْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِى‌ جَعَلَ الْمَاءَ طَهُوراً وَ لَمْ يَجْعَلْهُ نَجِساً(

"Bismillahi ve billahi ve'l-hemdu lillahillezî ceele'l mâe ţehû-ren ve lem yec'elhu necisa."[2]

Abdestten önce ellerini yıkarken şu duayı okusun:

 )اَللَّهُمَّ اجْعَلْنِى مِنَ التَّوَّابِينَ وَاجْعَلْنِى‌ مِنَ الْمُتَطَهِّرِينَ(

"Ellahummec'elnî min'et-tevvabîn vec'elnî min'el-muteţeh-hirîn."[3]

Ağzına su alırken şu duayı:

 )اَللَّهُمَّ لَقِّنِى حُجَّتِى يَوْمَ اََلْقَاكَ وَ اََطْلِقْ لِسَانِى بِذِكْرِكَ(

"Ellahumme lekkinî huccetî yevme elkake ve eţlik lisanî bizikrik"[4]

Burnuna su verirken şu duayı:

 )اَللَّهُمَّ لاَ تُحَرِّمْ عَلَىَّ رِيحَ الجَنَّةِ وَاجْعَلْنِى مِمَّنْ يَشَمُّ رِيْحَهَا وَ رَوْحَهَا وَ طِيبَها (

"Ellahumme la tuherrim eleyye rîh'el-cenneti vec'elnî mim-men yeşummu rîheha ve revheha ve ţîbeha."[5]

Yüzünü yıkarken şu duayı:

 )اَللّهُمَّ بَيِّضْ وَجْهِى يَوْمَ تَسْوَدُّ فِيهِ الْوُجُوهُ وَ لا تُسَوِّدْ وَجْهِى يَوْمَ تَبْيَضُّ فِيهِ الْوُجُوهُ(

"Ellahumme beyyiż vechî yevme tesveddu fîhi'l-vucûh, vela tusevvid vechî yevme tebyeżżu fîhi'l-vucûh."[6]

Sağ elini yıkarken de şu duayı:

 )اَللَّهُمَّ اَعْطِنِى كِتَابِى بِيَمِينِى وَالْخُلْدَ فِى‌ الْجِنَانِ بِيَسارِى وَ حاسِبْنِى حِسَاباً يَسِيراً(

"Ellahumme e'ţinî kitabî biyemînî ve'l-hulde fi'l-cinani biye-sarî ve hasibnî hisaben yesîra."[7]

Sol elini yıkarken şu duayı:

 )اَللَّهُمَّ لاَ تُعْطِنِى كِتابِى بِشِمَالِى‌ وَ لاَ مِنْ وَرَاءِ ظَهْرِى‌ وَ لاَ تَجْعَلْهَا مَغْلُولَةً اِلَى عُنُقِى‌ وَ اَعُوذُ بِكَ مِنْ مُقَطَّعَاتِ النِّيرَانِ(

"Ellahumme la tu'ţinî kitabî bişimalî vela min verâi zehrî vela tec'elha meğlûleten ila unukî ve eûzu bike min mukeţţe‘-at'in-nîran."[8]

Başını mesh ederken şu duayı:

 )اَللَّهُمَّ غَشِّنِى بِرَحْمَتِكَ وَ بَرَكَاتِكَ وَ عَفْوِكَ(

"Ellahumme ğeşşinî birehmetike ve berekatike ve efvik."[9]

Ve ayağını mesh ederken de şu duayı:

 )اَللَّهُمَّ ثَبِّتْنِى عَلَى‌ الصِّرَاطِ يَوْمَ تَزِلُّ فِيهِ الاَقْدَامُ وَاجْعَلْ سَعْيِى فِى مَا يُرْضِيكَ عَنِّى‌ يَاذَا الْجَلاَلِ وَاْلاِكْرَام ِ(

"Ellahumme sebbitnî ele's-siraţi yevme tezillu fîhi'l-ekdam, vec'el se'yî fîma yurżîke ennî ya zelcelali ve'l-ikram."[10]

Abdestİn ŞartlarI

Abdestin sahih olmasının birkaç şartı vardır:

1) Abdestin suyu, pak olmalıdır. Ayrıca bir görüşe göre de, şer-i açıdan pak olsa bile, eti helal hayvanın bevli, pak olan murdarın eti ve yara iltihabı gibi insanın tiksindiği şeylerle de karışık olmamalıdır. Bu görüş ihtiyata uygundur.

2) Su, mutlak olmalıdır.

264- Necis su ve muzaf su ile alınan abdest insan, suyun necis veya muzaf olduğunu bilmese yahut unutsa bile batıldır. Eğer o abdestle namaz da kılmışsa, o namazı sahih abdestle yenilemesi gerekir.

265- Eğer, abdest alması için çamurlu muzaf sudan başka bir su olmaz ve namazın vakti de dar olursa teyemmüm etmeli; eğer vakit genişse, suyun durulmasını beklemeli veya bir şey vesilesiyle durultmalı ve daha sonra abdest almalıdır. Elbette çamurla karışmış su, artık ona su dilmezse muzaf olur.

3) Abdest suyu mubah (=gasp edilmemiş) olmalıdır.

266- Gasp edilmiş veya sahibinin razı olup olmadığı belli olmayan su ile abdest almak haram ve batıldır. Aynı şekilde abdestin suyu yüz ve ellerden gasp olan bir yere dökülür veya abdest aldığı yer gasp olursa, o yerden gayrisinde abdest alma imkanı yoksa görevi teyemmüm etmektir. Ayrı bir yerde abdest alabilmesi mümkünse gasp edilmeyen yerde abdest almalıdır. Bununla birlikte eğer, her iki taktirde de günah işleyip orada abdest alırsa, abdesti sahihtir.

267- İnsanın, herkes için mi yoksa sadece o medrese-nin talebeleri için mi vakfedildiğini bilmediği bir medresenin havuzundan abdest almasının eğer genelde halk o havuzdan abdest alıyorsa, sakıncası yoktur.

268- Bir kimse, namaz kılmak istemediği bir caminin havuzunun bütün halk için mi yoksa sadece orada namaz kılanlar için mi vakfedildiğini bilmezse, o havuzdan abdest alamaz. Ancak genelde orada namaz kılmak istemeyen kimseler de o havuzdan abdest alıyorlarsa, o havuzdan ab-dest alabilir.

269- Hanların, otellerin ve benzeri yerlerin havuzlarından mezkur yerlerde kalmayan insanların abdest almaları, ancak genelde buralarda oturmayan kimselerin de abdest alması ve birinin onu engellememesi durumunda, sahih olur.

270- Akıl sahiplerinin abdest almanın caiz olduğuna hükmettikleri nehirlerden abdest almanın sakıncası yoktur. Sahibinin büyük ya küçük olması veya sahibinin razı olulduğunun bilinmesi gerekmez. Hatta sahibi abdest alınmasına izin vermez veya insan sahibinin razı olmadığını bilse ya da sahibi deli veya çocuk olsa bile suyu kullanmak caizdir.

271- Bir suyun gasp edilmiş olduğu unutularak onunla abdest alınırsa sahihtir. Ama kendisi suyu gaspeder ve gasp edildiğini unutarak abdest alırsa abdesti sakıncalıdır.

272- Abdest suyu onun malı olur ama gasp edilmiş kapta olursa, ondan başka da suyu olmazsa; bu surette şer-i şekilde başka bir kaba boşaltması mümkünse, bu işlemi yaparak abdest almalıdır. Mümkün değilse teyemmüm etmelidir. Başka bir suyu olursa onunla abdest almalıdır. Her iki surette de muhalefet ederek gasp edilmiş kapta abdest alırsa abdesti sahihtir.

273- Bir tuğlası veya bir taşı gasp olan bir havuzdan su almak, örfün nazarında o tuğla ve taşta tasarruf etmek sayılmazsa, onda abdest almanın sakıncası yoktur. Tasarruf etmek sayıldığı taktirde de, ondan su almak haramdır ama abdesti sahihtir.

274- Ehlibeyt İmamlarından veya imam zadelerden birine ait olan avluda (ki önceden mezarlık imiş) havuz yaparlar veya ırmak akıtılırsa, eğer o avlunun mezarlık için vakfedildiği bilinmezse, o havuz ve ırmakta abdest almanın sakıncası yoktur.

4. Şart) Abdest uzuvları, yıkandığında ve meshedilir-ken temiz olmalıdır.

275- Abdest tamamlanmadan önce yıkanılan veya meshedilen bir yer necis olursa, abdest sahihtir.

276- Bedenin abdest organlarından başka bir yeri necis olursa, abdest sahihtir. Ama, idrar veya dışkı mahalli yıkanmamışsa, ilk önce onun temizlenmesi ve daha sonra abdest alınması ihtiyaten müstehaptır.

277- Abdest uzuvlarından biri necis olursa ve abdest-ten sonra, abdestten önce orayı yıkayıp yıkamadığı husu-sunda şüphe ederse, abdesti sahihtir. Ama necis olan yeri yıkaması gerekir.

278- Yüzde ve ellerde kanaması durmayan ve sudan da zarar görmeyen kesiklik veya bir yara olursa, tertib üzere o uzvun sağlam yerlerini yıkadıktan sonra kesik veya yara olan yeri kür veya akar suyta daldırıp kanı kesilinceye kadar sıkmalı ve onun üzerinden su akması için suyun altında yukarıdan aşağıya doğru parmağıyla yarayı veya kesiği sıvazlamalıdır, sonra da yaranın aşağı kısmını yıkamalıdır. Böylece alınan abdest sahihtir.

5. Şart) Abdest ve namaz için yeterli vakit olmalıdır.

279- Vakit öylesine dar olur ki, abdest aldığı takdirde namazın hepsi veya bir miktarı vakit dışında kalacak olursa, teyemmüm edilmeli; ama teyemmüm ve abdest için aynı ölçüde vakit gerekiyorsa abdest alınmalıdır.

280- Namaz vaktinin darlığı yüzünden teyemmüm etmesi gereken kimse kurbet kastıyla veya Kurân okumak gibi müstehap bir amel için abdest alırsa, abdesti sahihtir. Aynı şekilde o namazı kılmak için abdest almış olursa hüküm aynıdır. Ama kurbet kastı onun için hasıl olmamışsa hüküm değişir.

6. Şart) Abdest, kurbet kastıyla yani Âlemlerin Rabbinin emrini yerine getirmek için alınmalıdır. Serinlemek için veya başka bir amaçla abdest alınırsa batıldır.

281- Abdestin niyetini diliyle söylemesi veya kalbinden geçirmesi gerekmez. Abdestin bütün işlerini Allah’ın emrini yerine getirmek için yaparsa kifayet eder.

7) Abdest, söylenen tertip üzerine alınmalıdır. Şöyle ki; önce yüz, sonra sağ kol, sonra sol kol yıkanmalı ve ondan sonra baş, sonra da ayaklar mesh edilmelidir. Müstehap ihtiyat gereği ayakların ikisini de aynı anda meshetmemeli-dir. Sol ayağı sağ ayaktan sonra meshetmelidir.

8. Şart) Abdest amelleri aralıksız ve peş peşe yapılmalıdır.

282- Abdest işleri arasında, halkın nazarında peşpeşe sayılmayacak kadar ara verirse, abdest batıl olur. Ama insan için unutmak veya suyun birkmesi gibi bir mazereti olduğunda, peş peşe olması şart değildir. Evet, bir yer yıkanmak veya meshedilmek istenildiğinde ondan önce yıkanan veya meshedilen yerlerin ıslaklığı kuruyacak kadar ara verilirse, abdest batıldır. Fakat yalnızca yıkanmak veya meshedilmek istenen organdan önceki yerin ıslaklığı kurursa, meselâ, sol kol yıkanırken sağ kolun ıslaklığı kurur da yüzün ıslaklığı kalırsa, abdest sahihtir.

283- Abdest gerekleri aralıksız yapıldığı hâlde, hava-nın sıcaklığı veya beden ısısının fazla olması ve benzeri sebeplerden dolayı önceki yerlerin ıslaklığı kurursa, abdest sahihtir.

284- Abdest arasında yürümenin sakıncası yoktur. Öy-leyse yüz ve kollar yıkandıktan sonra birkaç adım atılır ve sonra baş ve ayak mesh edilirse, abdest sahihtir.

9. Şart) Yüz ile kolların yıkamasını ve baş ile ayakların mes-hini insanın kendisi yapmalıdır. Başka biri insana abdest aldırırsa veya suyu yüzüne ve kollarına ulaştırmasında, baş ve ayaklarını meshetmesinde yardımcı olursa, abdest batıldır.

285- Kendisi abdest alamayan kimse, yıkama ve meshetme işini ikisi ortaklaşa yapsalar bile, başkasından yardım almadıdır. Yardımcı ücret ister ve buna da gücü olursa ve durumunda da zarar vermezse ödemesi gerekir. Ama niyeti kendi yapmalı kendi eliyle meshetmelidir. Eğer kendisinin de katılması mümkün olmazsa, başkasından ona abdest aldırmasını istemelidir. Bu durumdas abdest niyetini ihtiyaten farz olarak her ikisi de yapmalıdır. Kendisinin meshetmesi mümkün değilse, yardımcısı onun elinden tutarak meshedilmesi gereken yerlere çekmelidir. Eğer bu da mümkün değilse yardımcısı onun elindeki ıslaklıktan alarak başını ve ayaklarını meshetmelidir.

286- Abdestin amellerinden hangisini tek başına yapabiliyorsa onu kendisi yapmalı ve yardım almamalıdır.

10. Şart) Su kullanmanın abdest alan için bir sakıncası olmamalıdır.

287- Abdest aldığında hastalanacağından veya suyu ab-deste harcadığı takdirde, susuz kalacağından korkan kimse, abdest almamalıdır. Suyun kendisine zarar vereceğini bilmeyip abdest alır ve sonra da zararlı olduğunu anlarsa ab-desti batıldır.

288- Abdestin sahih olacağı miktarda az bir suyla yüzünü ve ellerini yıkadığında zararı olmaz da ondan fazlasının zararı olursa, o miktar suyla abdest almalıdır.

11. Şart) Abdest organlarında suyun bedene ulaşmasını önleyecek bir engel bulunmamalıdır.

289- Abdest organlarına bir şeyin yapıştığı bilinir ama onun, suyun ulaşmasına engel olup olmadığında şüpheye düşülürse, o şey giderilmeli veya suyun, onun altına geçmesi sağlanmalıdır.

290- Eğer tırnağın altı kirli olursa, alınan abdestin sakıncası yoktur. Ama tırnak kesilirse, abdest için kirlerin temizlenmesi gerekir. Yine eğer tırnak normalden uzun olursa, normalden fazlanın altındaki kirlerin temizlenmesi gerekir.

291- Yüzde, ellerde, başın ön kısmında ve ayakların üzerinde yanık veya başka bir sebepten dolayı şişkinlik oluşursa, onun üzerinin yıkanması veya üzerinin mesh edilmesi yeterlidir. Şişkinlik delinse bile, suyu derinin altına ulaştırmak gerekmez. Hatta derinin bir kısmı kopsa bile, suyu kopmayan kısmın altına ulaştırmak gerekmez. Ancak soyulmuş deri, bazen bedene yapışıyor bazen ayrılıyorsa, koparılmalı veya altına su ulaştırılmalıdır.

292- İnsan, abdest organlarına bir şeyin yapışıp yapışmadığından şüphe ederse, verdiği ihtimal halkın nazarında yerinde bir ihtimal sayılırsa -meselâ, çamurla uğraştıktan sonra çamurun eline yapışıp yapışmadığından şüpheye düşerse- organlarını incelemeli ve yahut giderildiğine veya suyun onun altına ulaştığına dair kanaat hâsıl oluncaya kadar eliyle sürtmelidir.

293- Yıkanması ve meshedilmesi gereken bir yer, her ne kadar kirli olursa olsun, kir suyun organa ulaşmasına engel olmazsa sakıncası yoktur; yine badana ve benzeri işlerden sonra el üzerinde kalan ve suyun deriye geçmesine engel olmayan beyazlıklar da sakıncasızdır. Ama bunların bulunmasıyla, suyun organa ulaşıp ulaşmadığı hususunda şüpheye düşülürse, onların temizlenmesi gerekir.

294- Abdestten önce, abdest organlarının bazısında suyun ulaşmasını önleyecek bir engelin olduğunu bilir ve abdestten sonra da, abdest anında suyu oraya ulaştırıp ulaştırmadığı hakkında şüphe ederse, abdesti sahihtir.

295- Abdest organlarının bazısında, suyun bazen kendiliğinden altına geçtiği bazen geçmediği bir engel bulunur ve insan, abdestten sonra onun altına suyun ulaşıp ulaşmadığı hakkında şüpheye düşerse, abdest alırken suyun onun altına geçmesinin farkında olmadığını bilirse, müstehap ihtiyata göre, abdestini yenilemesi gerekir.

296- Abdestten sonra, abdest organlarında suyun geçmesini önleyecek bir engel olduğunu görür ve abdest zamanı mı, yoksa abdest sonrası mı bulunduğunu bilmezse, abdesti sahihtir. Ama abdest zamanı o engelin farkında olmadığını bilirse, müstehap ihtiyat gereği yeniden abdest almalıdır.

297- Abdestten sonra, abdest organlarında suyun geçmesini önleyecek bir engelin olup olmadığı hakkında şüpheye düşülürse, abdest sahihtir.

Abdestle İlgİlİ Hükümler

298- Abdestle ilgili işlerde ve abdestin şartlarında -su-yun temiz ve gasp edilmemiş olması gibi- çok şüpheye düşen birisi, kendi şüphesine itibar etmemelidir.

299- İnsan abdestin bozulup bozulmadığından şüpheye düşerse, bozulmadığını kabul eder. Ama idrardan sonra is-tibra (=idrarı temizleme usûlünü) uygulamadan abdest almış ve abdestten sonra idrar olup olmadığını bilmediği bir yaşlık çıkarsa, abdesti batıldır.

300- Abdest alıp almadığı hususunda şüpheye düşen kimse, abdest almalıdır.

301- Abdest aldığını ve kendisinden de idrar gibi ab-desti bozan bir şeyin sadır olduğunu bilen kimse, hangisinin önce gerçekleştiğini bilmiyorsa, namazdan önce ise yeniden abdest almalı; namaz esnasında ise, namazı bırakmalı ve abdest almalı; namazdan sonra ise kıldığı namaz doğrudur. Sonraki namazlar için de yeniden abdest almalıdır.

302- Abdesti aldıktan sonra veya abdest aldığı esnada, abdest uzuvlarının bazılarını yıkamadığını veya meshetmediğini enim olursa; bu durumda o yerden önceki yerlerin rutubeti fazla zaman geçmesi yüzünden kurumuşsa, yeniden abdest almalıdır; ama henüz kurumamış olur, havanın sıcak olması ve benzeri bir nedenden dolayı olursa, unuttuğu yeri ve ondan sonra gelen yerleri yıkamalı veya meshetmelidir. Abdest aldığı sırada bir yerin yıkanmasında veya meshedilmesinde şek ederse, bu hükme göre amel etmelidir.

303- Namazdan sonra, abdest alıp almadığı hususunda şüpheye düşerse namazı sahihtir; ama sonraki namazlar için abdest alması gerekir.

304- Namazdayken abdest alıp almadığı hususunda şüpheye düşerse, vacip ihtiyata göre; abdest alıp namazı baştan kılmalıdır.

305- Namazdan sonra, abdestinin namazdan önce mi, yoksa sonra mı bozulduğu konusunda şüpheye düşerse, kıldığı namaz sahihtir.

306- Hastalık nedeniyle kendisinden damla damla idrar akan veya gaitasının çıkmasını önleyemeyen kimse, namaz vaktinin evvelinden sonuna kadar olan süre içerisinde abdest alıp namaz kılmak kadar fırsat bulabileceğini kesin olarak biliyorsa, namazı fırsat bulduğu vakitte kılmalıdır. Bulduğu fırsat yalnızca namazın farzlarına yetecek kadarsa, yalnızca namazın farzlarını yerine getirmeli, ezan, ikamet ve kunut gibi müstehap olan şeyleri terk etmelidir.

307- Sadece abdest ve namazın bir bölümüne yetecek kadar fırsatı oluryorsa ve namaz esnasında bir veya birkaç defa ondan idrar veya gaita çıkıyorsa, ihtiyaten farz olarak bulduğu bu zaman süresinde abdest alarak namazını kılmalıdır. Namaz esnasında çıkan gaita veya idrar için namazını bozarak abdestini yenilemesine gerek yoktur.

308- Abdest ve namazın bir bölümü için dahi fırsat bulamayacak şekilde, idrar veya gaitası peş peşe çıkan kimsenin her namazı için bir abdest kifayet eder. Hatta ayrı bir yönden abdesti bozulmazsa, bir abdestin birkaç namaz için yeterli olduğu dasha güçlü görüştür. Ama her namaz için bir abdest alması daha iyidir. Fakat unutulmuş sevde ve teşehhüdün kazası ile ihtiyat namazı için, ayrı bir abdest alması gerekmez.

309- Kendisinden idrar ve gaitanın peş peşe çıktığı kimsenin abdesten sonra hemen namaz kılması zorunlu değildir. Elbette erken namaz kılması daha iyidir.

310- Kendisinden idrar ve gaitanın peş peşe çıktığı kimsenin, namaz hali dışında olsa bile abdest aldıktan sonra Kurân’ın yazılarına dokunması caizdir.

311- İdrarı damla damla süzülen kimse, namaz için, içinde pamuk veya başka bir şey olan ve idrarın başka yerlere bulaşmasını önleyen bir keseyle kendini korumalıdır ve farz ihtiyat gereği her namazdan önce necis olan idrar mahallini yıkamalıdır. Yine gaitasını tutamayan kimse, mümkün olduğu takdirde namaz süresince gaitanın başka yerlere bulaşmasını önlemelidir. Meşakkati olmadığı takdirde, farz ihtiyat gereği her namaz için gaita mahallini yıkamalıdır.

312- İdrar ve gaitasının çıkmasını engelleyemeyen kimse, namaz süresince kendisinden idrar veya gaita çıkmasını engelleyebiliyorsa, masrafa da neden olsa bu işi yapması iyidir. Hatta hastalığı kolay tedavi edilebilyorsa, kendisini tedavi ettirmesi daha iyidir.

313- İdrar ve gaitasını tutamayan kimsenin, hastalığı zamanında vazifesi gereği kıldığı namazları, hastalıktan kurtulduktan sonra kaza etmesi gerekmez. Ama namaz vakti geçmeden hastalığı iyileşirse, farz ihtiyata göre, o vakitte kıldığı namazı yeniden kılmalıdır.

314- Hastalıktan dolayı kendisinden yel çıkmasını önleyemeyen kimse, idrar veya gaitasını önleyemeyen kimsenin hükmüyle amel etmelidir.

Abdestİ Gerektİren Şeyler

315- Altı şey için abdest almak farzdır:

1) Cenaze namazı dışındaki bütün farz namazlar için abdest şarttır. müstehap namazlarda ise, namazın sahih olması için şarttır.

2) Unutulmuş secde ve teşehhüt için abdest alınmalıdır. Ancak bu, onlarla namaz arasında idrar yapmak gibi abdesti bozan bir hâlin gerçekleşmesi durumunda, gereklidir. Ama sahiv secdesi için abdest almasına gerek yoktur.

3) Haccın ve umrenin bir bölümü olan Kâbe'nin farz tavafı için.

4) Abdest almayı nezreder, ahdeder veya yemin ederse.

5) Örneğin, Kurân’ı öpmeği nezretmişse.

6) Necis olmuş Kur'ân'ı yıkamak, tuvalet vb. yerden çıkarmak için. Ancak bu, elini veya bedenin herhangi bir yerini, Kur'ân'ın yazısına sürmek zorunda kaldığı takdirdedir. Ama, abdest almak kadar gecikmek, Kur'ân'a saygısızlık sayılacaksa, abdest almadan Kur'ân'ı tuvalet ve benzeri yerden çıkarmalı veya necis olmuşsa, yıkamalıdır.

316- Kur'ân'a dokunmak yani bedeninden bir yeri Kur'ân'ın yazısına sürmek, abdestsiz kimse için haramdır; ama, Kur'ân'ın Türkçe'ye veya başka bir dile yapılmış tercümesine dokunmanın sakıncası yoktur.

317- Çocukların ve delilerin Kur'ân yazısına dokunmalarına engel olmak, farz değildir; ama onların dokunması Kur'ân'a hürmetsizlik olursa, önlemek gerekir.

318- Abdesti olmayan kimsenin, hangi dille yazılmış olursa olsun Allah-u Teala'nın ismine, onun özel sıfatlarına dokunması, vacip ihtiyata göre haramdır. En iyisi, Hz. Peygamber Efendimizin, Ehlibeyt İmamlarının ve Hz. Zehra'nın (Allah'ın selâmı onlara olsun) mübarek isimlerine de dokunmamasıdır.

319- Namazın vakti girmeden önce veya vakit girdikten sonra Allah’a yakınlaşmak için abdest olırsa, abdesti doğrudur. Vacip veya müstehap niyeti etmeye gerek yoktur. Farz niyetiyle abdest alır sonra da müstehap olduğunu anlarsa abdesti sahihtir.

320- Vaktin girdiğine emin olarak farz abdest niyeti eder ve abdestten sonra vaktin girmediğini anlarsa, abdesti sahihtir.

321-  Abdesti olan birinin her namazdan önce yeniden abdest alması müstehaptır. Bazı fakihler cenaze namazı, kabir ehlini ziyaret, camiye ve Ehlibeyt İmamlarının (Allah'ın selâmı onlara olsun) haremlerine gitmek, Kurân taşımak, Onu okumak, yazmak, kenarlarına dokunmak ve yatmadan önce, abdest almanın müstehap olduğunu söylemişlerdir. Fakat bu yerlerde abdest almanın müstehap olduğu kesin değildir. Evet, müstehap olması ihtimaliyle abdest alırsa abdesti sahihtir. Abdestle yapılması gereken işleri de bu abdestle yerinde getirebilir, onunla namaz kılabilir.

Abdestİ Bozan Şeyler

322- Yedi şey, abdesti bozar:

1) İdrar.

2) Gaita.

3) Mide ve bağırsaktan gelip arka taraftan çıkan yel.

4) Gözün görmeyeceği ve kulağın işitmeyeceği kadar uykuya dalmak. Ancak, göz görmez ama kulak işitirse, abdest bozulmaz.

5) Delilik, sarhoşluk ve baygınlık gibi aklın fonksiyonunu yitirdiği şeyler.

6) Kadınların istihaze hâlleri ki, ileride açıklanacaktır.

7) Cünüp olmak, hatta ihtiyaten müstehap olarak guslü gerektiren tüm hâller, abdesti bozar.

Cebİre Abdestİnİn Hükümlerİ

Kırık ve yaralara sarılan şeylere, yara ve benzeri şeyler üzerine konulan ilaçlara, “cebire” denir.

323- Abdest organlarından birinde yara, çıban veya kırılma olursa, üzeri açık olur ve su da ona zarar vermezse, normal şekilde abdest alınmalıdır.

324- Yara, çıban veya kırıklık yüzde veya kollarda olur, üstü açık ama üzerine su değdirmek zararlı olursa, onun etrafının namazda olduğu gibi, yukarıdan aşağıya yıkanmalıdır. Islak eli üzerine sürmek zarar vermezse, önce ıslak eli üzerine çekmek ve daha sonra temiz bir bezi üzerine koyup ıslak eli onun üzerine de çekmek, daha iyidir. Kırık olması durumunda teyemmüm almak daha iyidir.

325- Yara, çıban veya kırıklık başın ön kısmında veya ayakların üzerinde olur ve üzeri açık olmasına rağmen onu mesh edemezse, yara her tamamen meshedilecek yeri kaplamışsa, sağlam yerleri dahi meshetmesi mümkün değilse, teyemmüm etmelidir. Müstehap ihtiyata göre abdest de almalı, temiz bir parça yaranın üzerine bırakmalı ve elindeki ıslaklıkla üzerini meshetmelidir.

326- Yara, çıban veya kırığın üzeri bağlı ise, eğer zahmetsiz üzerinin açılması mümkün olursa, sunun da zararı yoksa üzerini açmalı ve abdest almalıdır. Yaranın yüzde veya ellerde olması veyahut başın ön tarafı veya ayakların üzerinde olması arasında fark yoktur.

327- Yara, çıban ve kırık, yüzde veya kollarda olur ve üzeri de açılabilir; ancak üzerine su dökmenin zararı olursa; mümkün olduğu kadar etrafı yıkanmalı ve farz ihtiyata göre cebirenin üzeri de meshedilmelidir.

328- Yaranın üzeri açılmıyor ama yara ve üzerine konulan şey temiz ve yaraya su ulaştırmak mümkün olur; zarar, zahmet ve meşakkati de olmazsa suyu yara üzerine yukarıdan aşağıya doğru dökmek gerekir.

Eğer yara veya üzerine konulan şey necis ise bu durumda onu yıkamak ve yaranın üzerine suyu ulaştırmak zahmetsiz ve meşakkatsiz mümkün olursa, onu yıkamalıdır ve abdest alırken suyu yaraya ulaştırmalıdır. Suyun yaraya zararı olmamasına rağmen yaranın üzerine suyu ulaştırmak mümkün değilse veya zarar ve zorluğa neden olursa teyemmüm etmelidir.

329- Cebire abdest uzuvlarından herhangi birini tamamen kaplarsa, cebire abdesti yeterlidir. Ama bütün abdest uzuvlarını kaplarsa ihtiyat gereği teyemmüm etmeli ve cebire abdesti de almalıdır.

330- Cebirenin, namazın sahih olduğu şeylerin cinsinden olmasına gerek yoktur. İpekten veya eti yenmeyen hayvanların derisinden dahi olsa üzerini meshetmek caizdir.

331- Elinin içinde ve parmaklarında cebire olan kimse, abdest zamanı, ıslak eli onun üzerinden çekmişse, aynı ıslaklıkla başı ve ayağı da mesh edebilir.

332- Cebire, ayak üzerinin hepsini kaplamış, ama parmakların olduğu taraftan ve ayağın üst tarafından bir miktar açık kalmışsa, açık olan yerlerde ayak üzerine ve cebire olan yerlerde cebire üzerine meshetmelidir.

333- Yüzde veya ellerde bir kaç tane cebire olursa, onların arasını yıkamalıdır. Eğer cebireler başta veya ayaklar üzerinde olursa onların arasını meshetmelidir; cebire olan yerlerde de cebire hükümlerine göre amel etmelidir.

334- Cebire, yaranın etrafında normalden fazla yer kap-lamışsa ve onu kaldırmak da mümkün olmazsa, teyemmüm etmelidir. Ama cebire teyemmüm uzuvlarında olursa o zaman hem teyemmüm almalı hemde cebire abdesti. Her iki şekilde de cebireyi kaldırmak zahmetsiz olursa kaldırmalıdır. Yara yüz ve ellerde olursa etrafını yıkamalı, baş veya ayak üzerinde olursa etrafını meshetmeli, yaralı bölümlerde ise cebire hühümlerine göre amel etmelidir.

335- Abdest yerinde yara, cerahat ve kırıklık bulun-maz, başka bir sebep yüzünden su, yüz ve kolların tamamı için zararlı olursa, teyemmüm etmelidir.

336- Abdest organlarından birinden kan alır ve onu yı-kayamıyorsa teyemmüm etmelidir. Suyun zararı olursa cebire hükümlerine göre amel etmeldir.

337- Abdest veya gusül organlarına bir şey yapışır ve kaldırılması mümkün olmazsa veya dayanılamayacak kadar meşakkatli olursa, teyemmüm almalıdır. Ama o şey teyemmüm uzuvlarında olursa o zaman,hem teyemmüm etmeli hem de cebire abdesti almalıdır. Yapışan şey ilaç olursa, cebire hükmündedir.

338- Meyyit guslü diğer gusüller ve cebire guslü aynen cebire abdesti gibidir. Ama ihtiyaten farz olarak onu tertibi olarak yapmalıdır. Daha güçlü görüş gereğince, bedende yara veya çıban olduğu taktirde, mükellef teyemmüm veya gusül arasında tercih hakkına sahiptir. Hangisini isterse yapabilir. Gusül yapmayı seçtiği taktirde; onların üzerinde cebire yoksa, üzeri açık olan yara veya çıbanın üzerine temiz bir bez koyup onun üzerine meshetmesi ihtiyaten müstehaptır. Bedende kırıklık olduğu taktirde ise; gusletmeli ve ihtiyaten cebirenin üzerine de meshetmelidir. cebirenin üzerine meshetmek mümkün olmaz veya kırığın üzeri açık olursa, teyemmüm etmesi gerekir.

339- Vazifesi teyemmüm olan birisinin, teyemmüm organlarının bazısında yara, çıban veya kırıklık olursa, cebire ab-destinin hükümlerine göre cebire teyemmümü yapmalıdır.

340- Cebire abdesti veya cebire guslüyle namaz kılması gereken kimse, özrünün vaktin sonuna kadar devam edeceğini bilmesi hâlinde, vaktin evvelinde namaz kılabilir; ama vaktin sonuna kadar özrünün sürmeyeceğine ümidi olursa, farz ihtiyat gereği beklemelidir. Eğer özrü devam ederse, vaktin sonunda namazı cebire abdesti veya cebire guslü ile kılar. Namazı vaktin evvelinde kılar ve vaktin sonuna doğru özrü ortadan kalkarsa, abdest alarak veya guslederek namazını yeniden kılması ihtiyaten müstehaptır.

341- İnsan, gözünde olan bir hastalık sebebiyle alt ve üst kirpiğini birbirine yapıştırırsa, teyemmüm etmelidir.

342- Vazifesinin teyemmüm mü yoksa cebire abdesti mi olduğunu bilmeyen kimse, farz ihtiyat gereği, her ikisini de yapmalıdır.

343- İnsanın, cebire abdestiyle kıldığı namazlar sahihtir aynı abdestle sonraki namazları da kılabilir.

FARZ GUSÜLLER

Farz gusüller yedi tanedir:

1) Cenabet guslü.

2) Hayız guslü.

3) Nifas guslü.

4) İstihaze guslü.

5) Ölüye dokunma guslü.

6) Ölü guslü.

7) Nezir, yemin vb. şeyler nedeniyle farz olan gusül.

Ayrıca tan güneş tutulması veya ay tutulmasında, bilerek namazını geciktirerek kazaya bırakırsa; vacip ihtiyata göre, kaza namazını kılmak için gusül almalıdır.

Cenabetle İlgİlİ Hükümler

344- İnsan, iki yolla cünüp olur:

1) Cinsel ilişkide bulunmak.

2) İnsandan meni çıkması. İster uyku hâlinde olsun, ister uyanık; az olsun veya çok olsun; şehvetle dışarıya atılsın veya şehvetsiz; ihtiyarî olsun veya gayriihtiyarî, fark etmez.

345- İnsandan bir ıslaklık gelir ve meni mi, idrar mı veya bunlardan başka bir şey mi olduğunu bilmezse; eğer şehvetle ve atılarak dışarı çıkar ve akmasından sonra bedende gevşeklik meydana gelirse o ıslaklık meni hükmündedir. Çıkan yaşlıkta, bu üç özellikten hiçbirisi veya bunlardan birisi olmazsa, meni hükmünü taşımaz. Ama hastalarda bu rutubetin atılarak çıkmasına ve akmasından sonra bedenin gevşmesi gerekmez, şehvetle çıkması yeterlidir.

Şakalaşırken veye şehvetli düşüncelerinde çıkan ıslaklık temizdir. Guslü gerektirmez, abdesti de bozmaz. Ama şehvetin doruğunda kendisinden bir ıslaklık gelirse, bu ıslaklık gerçekte meni ve necis olmasa da gusül etmelidir.

346- Hasta olmayan birinden bir akıntı olur ve önceki hükümde açıklanan üç özellikten birini taşır ancak diğer özellikleri taşıyıp taşımadığını bilmezse, önceaden abdest almış idiyse o abdestiyle namaz kılabilir. Abdesti yok idiyse abdest almalıdır, gusül almasına gerek yoktur.

347- Meni çıktıktan sonra idrar yapılması müstehaptır. İdrar yapılmaz da gusülden sonra meni mi, yoksa başka bir akıntı mı olduğu bilinmeyen bir yaşlık çıkarsa, meni hükmünü taşır.

348- Cinsel ilişki hâlinde, sünnet yeri kadar bir kısım veya daha fazlası dâhil olursa, önden olsun veya arkadan, bulûğ çağına ermiş olsunlar veya ermemiş olsunlar meni gelmese bile, her ikisi de cünüp olur.

349- Cinsel ilişkide sünnet yerine kadar bir kısmın dâhil olup olmadığında şüpheye düşülürse, gusül farz olmaz.

350- Eğer insan "Allah'a sığınırız" bir hayvanla cinsel ilişkide bulunur ve ondan meni gelirse, yalnızca gusül kafidir. Meni gelmezse, ilişki öncesi abdesti varmışsa yine yalnızca gusül kafidir; ancak abdesti yokmuşsa farz ihtiyat gereği gusül etmeli ve abdest de almalı. Erkekle olan cinsi temas da aynı hükmü taşır.

351- Meni, kendi yerinden hareket eder, ancak dışarı çıkmazsa veya meninin dışarı çıkıp çıkmadığından şüpheye düşülürse, gusül gerekmez.

352- Gusül edemeyen, ama teyemmüm edebilecek durumda olan bir kimse, namaz vakti girdikten sonrada eşiyle ilişkide bulunabilir.

353- Kendi elbisesinde meni görür, kendisinden olduğunu ve onun için gusletmediğini bilirse, gusletmelidir ve meninin gelmesinden sonra kıldığını kesin olarak bildiği namazları kaza etmelidir; ama meninin dışarı çıkmadan önce kıldığına ihtimal verdiği namazları kaza etmesi gerekmez.

Cünüplü Kimseye Haram Olan Şeyler

354- Beş şey cünüp olan kimseye haramdır:

1) Bedeninden bir yeri Kur'ân yazısına veya herhangi bir dilede Allah'ın ismine sürmesi haramdır. Peygamberler ve Ehlibeyt İmamlarının ve Hz. Zehra’nın (Allah'ın selâmı onlara olsun) isimlerine de dokunmaması daha iyidir.

2) Mescid-i Haram'a ve Mescid-i Nebevî'ye girmek, bir kapıdan girip diğer bir kapıdan çıkılsa bile.

3) Diğer camilerde, aynı şekilde farz ihtiyat gereği İmamların (a.s) türbelerinde durması haramdır. Ama bir kapıdan girer diğer kapıdan çıkarsa mahsuru yoktur. 

4) Bir şeyi almak amacıyla mescide girmek ve yine ihtiyaten farz olarak, mescide bir şey koymak.

5) Farz secdesi olan sureleri okumak. Bunlar dört suredir:

a) Secde Suresi (32. sure)

b) Fussilet Suresi (41. sure)

c) Necm Suresi (53. sure)

d) Alak Suresi (96. sure).

Cünüp olan kimseye bu dört surenin bir harfini bile okuması, haramdır.

Cünüplü Kimseye Mekruh Olan Şeyler

355- Dokuz şey cünüp olan kimse için mekruhtur:

1-2) Yemek ve içmek. Ancak yüzünü ve ellerini yıkar, ağzını çalkalarsa mekruh dedildir. Sadece ellerini yıkarsa mekruhluğu azalır.

3) Farz secdesi olmayan surelerin yedi ayetinden fazlasını okumak.

4) Bedenin herhangi bir yerini Kur'ân'ın cildine, kenarına ve yazıları arasına sürmek.

5) Üzerinde Kur'ân bulundurmak.

6) Uyumak. Ancak, abdest aldıktan veya su olmadığından gusül yerine teyemmüm ettikten sonra uyumak, mekruh değildir.

7) Başa kına ve benzeri şeyler sürmek.

8) Bedene yağ sürmek.

9) İhtilam olduktan, yani uykuda kendisinden meni çık-tıktan sonra, cinsel ilişkide bulunmak.

Cenabet Guslü

356- Cenabet guslü farz namazlar ve benzeri şeyler için farz olur. Ancak cenaze namazı, şükür secdesi ve Kur'ân'ın farz olan secdelerini yapmak için cenabet guslünün alınması gerekmez.

357- Guslederken örneğin “farz gusül alıyorum” diye gusül yaptığını belirlemesine gerek yoktur. Yalnızca kur-bet yani Âlemlerin Rabbinin emrini yerine getirmek kastıyla gusletmek kâfidir.

358- Namaz vaktinin girdiğini bildiğinden farz gusül yaptığına niyet eder ve sonra, namaz vaktinden önce guslettiği anlaşılırsa, guslü sahihtir.

359- Cenabet guslü iki şekilde yapılabilir:

1) Tertibî.

2) İrtimasî.

Tertibî Gusül

360- Tertibî gusülde gusül niyetiyle farz ihtiyat gereği önce baş ve boyun, sonra bedenin yıkanmalıdır. Önce sağ tarafın, sonra sol tarafın yıkanması daha iyidir.  Üç uzuvdan her birini su altında gusül niyetiyele hareket ettirmek sakıncasız değildir. Dolayısıyla yalnız buna iktifa etmemek ihtiyat gereğidir. Baş ve boyunu yıkamadan bilerek bedeni yıkarsa ihtiyat gereği guslu batıldır.

361- Vücudunu kafasından önce yıkarsa, guslünü yeniden almasına gerek yoktur. Vücudunu yeniden yıkarsa guslü doğlrudur.

362- Her iki tarafı yani, baş ve boyun ile bedenini tamamen yıkadığına emin olmazsa, emin olmak için her kısmı yıkarken diğer kısımdan da bir miktar yıkamalıdır.

363- Gusülden sonra, belirli bir yerin yıkanmadığı anlaşılırsa, ve neresi olduğunu bilmez ise, yeniden başını yıkamasına gerek yoktur. Sadece yıkamadığına ihtimal verdiği yerleri yıkamalıdır.

364- Gusülden sonra, belirli bir yerin yıkanmadığı anlaşılırsa; eğer sol tarafta ise, sadece o yerin yıkanması yeterlidir. Sağ tarafta olursa, müstehap ihtiyat gereği, orası yıkandıktan sonra sol tarafın da yıkamalıdır. Başta ve boyunda ise, orası yıkandıktan sonra bedenini yıkamalıdır.

365- Gusül bitmeden önce sol tarafın veya sağ tarafın bir miktarını yıkadığı hususunda şüpheye düşerse, o miktarı yıkaması yeterlidir. Ancak baş ve boyunun bir miktarının yıkanmasında şüphe ederse farz ihtiyata göre o miktarı yıkadıktan sonra yeniden bedeni yıkamalıdır.

İrtimasî Gusül

İrtimasî gusül iki şekilde alınır:

a) Ani

b) Tedrici

366- Ani irtimasi gusülde, su bedenin tamamını bir anda kaplamalıdır; gusle başlamadan önce suyun tamamının dışarıda olması şart değildir. Sadece bedenin bir kısmı dışarıda oluri ve gusül niyetiyle suya dalarsa yeterlidir.

367- Tedrici olarak yapılan irtimasi gusülde, bedeni, örfi birliği korumak şartıyla, yavaş yavaş suya daldırmak gerekir. Bu tür irtimasi gusülde, gusle başlamadan önce, bedenin tamamının suyun dışında olması gerekir.

368- İrtimasî gusülden sonra, bedenin bir miktarına su ulaşmadığını anlarsa, ister yerini bilsin, ister bilmesin, yeniden gusletmelidir.

369- Tertibî gusül edecek vakti yoksa ve irtimasî gusül etmek için vakti olursa, irtimasî gusül etmelidir.

370- Hac veya umre için ihrama giren kimse, irtimasî gusül etmemelidir. Ancak, unutkanlık yüzünden irtimasî gusül ederse, guslü sahihtir.

Gusletmenİn Hükümlerİ

371- İrtimasî gusülde, gusülden önce bedenin tamamının pak olmasına gerek yoktur. Eğer gusül niyetiyle suya dalmakla veya aynı niyetle bedene su dökmekle beden pak olursa gusül gerçekleşmiş olur. Elbette guslettiği su pak olmaktan çıkmamalıdır. Örneğin çok (kür) suyla gusletmelidir.

372- Haram yolla cünüp olan kimse sıcak su ile guslederken terlese de guslü sahihtir.

373- Guslederken, bedende bir iğne ucu kadar yer yıkanmamış olarak kalsa, gusül batıldır. Ama kulak ve burun içi gibi, bedenin görünmeyen yerlerini yıkamak farz değildir.

374- Bedenin görünen veya görünmeyen kısımlarından olduğu hakkında şüpheye düşülen yerin yıkanması gerekir.

375- İçi görünecek kadar geniş olan küpe ve benzeri şeylerin deliğini yıkamak gerekir. Ama içleri görünmezler-se, içlerini yıkamak gerekmez.

376- Suyun bedene ulaşmasına engel olan şeyin giderilmesi gerekir; giderildiğinden emin olmadan gusledilirse, alınan gusül batıldır.

377- Guslederken, suyun bedene ulaşmasına engel olan herhangi bir şeyin bedeninde olup olmadığı hususunda şüpheye düşerse, şüpheye kapılması halkın nazarında yerinde sayılırsa, engelin olmamasından emin oluncaya kadar, araştırması gerekir.

378- Guslederken, bedenin bir parçası sayılan kısa kıllar yıkanmalıdır; uzun kılların yıkanması vacip değildir. Onlara değmeden suyu bedene ulaştırırsa guslü sahihtir. Ama onları yıkamadan bedene sunun ulaşması mümkün değilse onları yıkamalıdır.

379- Abdestin sahih olması için açıklanan, örneğin suyun temiz ve gasp edilmemiş olması gibi şartların hepsi, guslün sahih olması için de şarttır. Ama gusülde bedeni yukardan aşağıya doğru yıkamak şart değildir. Yine tertibî gusülde baş ve boyunu yıkadıktan sonra hemen bedenin yıkanması da gerekmez. Hatta başı ve boynu yıkadıktan sonra bir miktar bekleyip sonra bedeni yıkamasının sakıncası yoktur. Ama idrar ve gaitasını tutamayan kimse gusledip namaz kılma miktarınca kendisinden idrar ve gaita dışarı çıkmıyorsa hemen gusletmeli sonra da namazını bir an önce kılmalıdır.

380- Hamam parasını hamam sahibinin razı olduğunu bilmeden ücreti veresiye bırakmak isteyen kimse, sonradan hamamcıyı razı etse bile yapmış olduğu gusül batıldır.

381- Hamamcı alacağının veresiye olmasını kabullenir ancak, gusleden kimsenin maksadı, borcu vermemek veya haram maldan vermek ise, aldığı guslü batıldır.

382- Humusu verilmemiş parayı hamamcıya vermek isterse, her ne kadar haram iş yapmış olsa da guslünün sahih olduğu güçlü görüştür. Fakat humusa mustahak olan kimselere borçlanır.

383- Gusül yapıp yapmadığı hakkında şüpheye düşen kimse, gusletmelidir. Ama, gusülden sonra guslünün doğru olup olmadığı hakkında şüpheye düşen kimsenin yeniden gusletmesi gerekmez.

384- Guslederken hades-i asgar meydana gelir örneğin idrar yaparsa, guslü bırakıp yeniden gusle başlaması gerekmez. Guslünü tamamlayabilir. Farz ihtiyata göre abdest de almalıdır. Ama irtimasi gusülden tertibi gusüle veya tertibi gusülden irtimasi gusüle udul ederse (geçerse) abdest alması da gerekmez.

385- Vaktin az olmasından dolayı vazifesi teyemmüm olan mükellef, gusledip namaz kılacak kadar vaktin olduğunu sanıp gusleden kimse, guslü namaz için yapmış olsa da, Allah’a yakınlaşma niyetiyle yerine getirmişse sahihtir.

386- Cünüplü kimse, namazdan sonra gusledip etmediği hususunda şüpheye düşerse, kıldığı namazları sahihtir; ancak sonraki namazlar için gusletmelidir. Eğer namazdan sonra ondan küçük hades meydana gelmişse, abdest de alması gerekir. Fakat vakti varsa kıldığı namazı yeniden kılması ihtiyaten vaciptir.

387- Üzerine birkaç gusül farz olan kimse, hepsinin niyetiyle bir gusül yapabilir. Zahiren onlardan birini niyet ederse, diğerleri için de geçerli olur.

388- Cünüp bir kimsenin bedeninin herhangi bir yerine Kur'ân ayeti veya Allah-u Teala'nın ismi yazılı ise, abdest ve gülsü tertibi olarak yerine getirmek isterse, suyu bedenine eli yazıya değmeyecek şekilde ulaştırmalıdır.

389- Cenabet guslü yapan kimsenin namaz için abdest alması gerekmez. Hatta abdest alması ihtiyaten müstehap olmasına rağmen -orta istihaze guslünden başka- ayrı farz gusüller ve 634. meselede açıklanacak olan müstehap gusüllerle de abdest almadan namaz kılabilir.

İSTİHAZE

Kadından gelen kanlardan biri "istihaze" kanıdır ve bu kanı gördüğünde kadına "müstehaze" denir.

390- İstihaze kanı genellikle sarı renkli ve soğuk olur. Sızarak ve yakmadan çıkar ve katı da olmaz. Ama bazen siyah veya kırmızı, sıcak ve katı da olabilir ve yine basınçlı ve yakarak da gelebilir.

391- İstihaze kanı üç kısımdır: Az, normal ve çok.

Az istihaze, kadının kendisiyle bulundurduğu pamuğa değen fakat pamuğa işlemeyen kandır.

Normal (Orta) istihazede kan bir köşesinden bile olsa pamuğa işler, ama pamuktan, kadınların genellikle kanı önlemek için koydukları mendile akmaz.

Çok istihazede ise, kan, pamuktan geçip beze de işler.

İSTİHAZE İLE İLGİLİ HÜKÜMLER

392- Az istihazede kadının, her namaz için bir abdest al-malıdır. Pamuğu yıkaması veya değiştirmesi ihtiyaten müstehaptır. Ama fercin dış kısmına da kan değmiş ise, yıkaması gerekir.

393- Normal istihazede, ihtiyaten farz olarak kadın, günlük namazları için bir gusül etmeli ve ayrıca önceki meselede açıklanan az istihaze görevine amel etmeldir. buna göre eğer, sabah namazından önce veya o anda istihaze olmuşsa, sabah namazı için gusül etmeldir. Bilerek veya unutarak sabah namazı için gusül etmezse, öğle ve ikindi namazı için gusül etmeldir. Öğle ve ikindi namazları için gusül etmezse, ister kan henüz gelsin veya kesilmiş olsun, akşam ve yatsı namazından önce gusletmelidir.

394- Çok istihazede ihtiyaten farz olarak, kadın her namaz için pamuk ve bezi değiştirmeli veya yıkamalıdır. Sabah namazı için bir gusül, öğle ve ikindi namazları için bir gusül, akşam ve yatsı namazları için de bir gusül etmeldir. Ayrıca öğle ve ikindi namazları için ara vermemeli eğer ikindi namazı için ara verirse ikindi namazı için yeniden gusül etmelidir. Eğer akşam ve yatsı namazlarında ara verirse yatsı namazı için yeniden gusül etmelidir. Bütün bunlar kanın peş peşe pamuktan beze aktığı durumdadır. Ama eğer kan, kadının arada bir veya daha fazla namaz kılabileceği kadar arayla pamuktan mendile akarsa, ihtiyaten vacip olarak yalnızca kan pamuktan mendile ulaşınca pamuk ve mendili değiştirmeli veya yıkamalı ve gusletmelidir.

Bununla birlikte, eğer kadın gusleder ve örneğin, öğlen namazını kılar, ama ikindi namazını kılmadan önce veya onun arasında kan yeniden beze akarsa ikindi namazı için de gusletmelidir. Ama fasıla bu arada iki veya daha fazla namaz kılabilecek miktarda olursa, örneğin kanın yeniden beze ulaşmasına kadar akşam ve yatsı namazını da kılabilir durumda olursa, o namazlar için ayrıca gusül etmesi gerekmez. Her nasıl olursa olsun, çok istihaze için yapılan gusül, abdest yerine de geçerlidir.

395- İstihaze kanı namaz vaktinden önce de gelse, kadın o kandan dolayı abdest ve gusül almamış veya gusül etmemiş olsa bile, namaz vakti istihaze olmasa bile namaz vakti abdest veya gusül almalıdır.

396- Hem abdest, vacip ihtiyata göre hem de gusül alması gereken orta istihaze gören kadın, önce gusül, sonra abdest almalıdır. Ama çok istihazede abdest almak isterse, gusülden önce abdest almalıdır.

397- Az istihaze kanı gören kadın, sabah namazından sonra normal istihaze kanı görmeye başlarsa, öğle ve ikindi namazları için gusletmesi gerekir. Öğle ve ikindi namazından sonra normal istihaze kanı görmeye başlarsa, akşam ve yatsı namazları için gusletmelidir.

398- Kadının görmüş olduğu az veya normal istihaze kanı, sabah namazından sonra çok istihaze kanına dönüşür ve bu hali devam ederse, öğle ve ikindi, akşam ve yatsı namazları için bir gusül ve akşam ve yatsı namazı için 394. meselede açıklandığı gibi amel etmelidir.

399- Çok istihaze olan kadın 394. meselede açıklandığı gibi, guslüyle namazı arasında afasıla bırakılmaması gerektiği durumda, namaz vakti girmeden önce gusletmesi, araya fasıla düşmesine sebep olursa, vakitten önce yapılan guslün faydası yoktur. Namaz için yeniden gusletmesi gerekir. Bu hüküm orta istihaze gören kadınlar için de geçerlidir.

400- Az ve orta istihaze kanı gören kadın -Hükmü önceki konularda açıklanan günlük namazlar dışında- ister farz olsun ister müstehap, her namaz için abdest almalıdır. Yine kıldığı günlük namazı ihtiyat olarak veya yalnız kıldığı namazı cemaate katılarak tekrar kılmak isterse, istihazede gereken bütün işleri yapmalıdır. Ama namazın hemen ardından ihtiyat namazı, unutulan secde, unutulan teşehhüt ve sehiv secdesini hemen yerine getirirse, istihazede gereken işleri yapması gerekmez.

401- İstihaze kanı gören kadın, kanı kesildikten sonra yalnızca, ilk namaz için istihaze işlerini yerine getirmelidir. Sonraki namazlar için gerekli değildir.

402- Görmüş olduğu kanın istihaze kanının hangi türünden olduğunu bilmeyen kadın, namaz kılmak istediği zaman farz ihtiyat gereği, fercine bir miktar pamuk bırakıp biraz beklemeli ve daha sonra çıkarmalıdır. Üç kısım istihaze kanının hangisi olduğunu belirledikten sonra, o kısım için öngörülen işleri yapmalıdır. Eğer namaz kılacağı vakte kadar istihaze kanının değişmeyeceğini bilirse, namaz vakti girmeden önce de kendisini kontrol edebilir.

403- İstihaze kanı gören bir kadın, kendisini kontrol etmeden namaza başlarsa, ancak kurbet kastı [bu ameliyle Allah'a yakınlaşmayı amaç edinmiş] olur ve üzerine düşen vazifesini yapmış ise -meselâ, istihaze kanı az imiş ve az istihaze kanı gören kadının görevlerini yaparsa- namazı sahihtir. Kurbet kastı olmaz veya vazifesine uygun hareket etmemişse -meselâ, normal istihaze kanı gördüğü hâlde, az istihaze kanı gören kadının yapması gereken şeyleri yapmışsa- namazı batıldır.

404- İstihaze kanı gören kadın, kendisini kontrol etme imkanı bulamazsa, üzerine kesinlik kazanan şeyi yapmalıdır. Örneğin, az istihaze kanı mı, normal istihaze kanı mı gördüğünü bilmeyen kadın, az istihaze kanı gören kadının görevlerini yapmalıdır. Yine normal istihaze kanı mı, yoksa çok istihaze kanı mı gördüğünü bilmeyen birisi, normal istihaze kanı gören kadının yapması gerekenleri yapmalıdır. Ama önceden kesinlik kazanan istihaze kanının üç türünden hangisini gördüğünü biliyorsa, o türün vazifesine göre amel etmelidir.

405- İstihaze kanı başlangıcından içeride olur da dışarı gelmezse, abdest ve gusül batıl olmaz; ama eğer dışarı gelirse her ne kadar az olsa bile, abdest ve guslü batıl eder.

406- İstihaze kanı gören kadın, namazdan sonra kendisini kontrol eder ve kan görmezse, tekrar kanın geleceğini bilse de, almış olduğu abdestle namaz kılabilir.

407- İstihaze kanı gören kadın, abdest veya gusle başladığı zamandan bu yana kendisinden kan gelmediğini ve namazdan sonraya kadar da vajinada kan bulunmadığını bilirse, namaz kılmayı temiz kalacağını bildiği zamana kadar geciktirebilir.

408- İstihaze kanı gören kadın, namaz vakti bitmeden önce tamamen temizleneceğini veya namaz kılabileceği kadar bir süre kanın duracağını bilirse, Farz ihtiyata göre beklemeli ve temiz olduğu vakitte namazı kılmalıdır.

409- Abdest ve gusülden sonra zahirde kan kesilir ve müstehaze kadın da namazı geciktirdiği takdirde, abdest, gusül ve namazı yerine getirmek için gerekli bir süre tamamen temizleneceğini bilirse, farz ihtiyata göre, namazı geciktirmeli ve tamamen temizlenince yeniden abdest ve gusül alıp namazı kılmalıdır. Eğer kanın zahiren kesildiği zaman, namazın vakti daralırsa, yeniden abdest alıp gusletmesi gerekmez. Önceden aldığı abdest ve guslü ile namazını kılabilir.

410- Çok istihaze kanı gören kadın, kandan tamamen kesildikten sonra, önceki namaz için gusletmeye başladığı andan itibaren, artık kan gelmediğini bilirse, ikinci kez gusletmesi gerekmez. Aksi taktirde gusletmesi gerekir. Elbette bu hüküm ihtiyat gereğidir. Ama orta istihazede; kandan tamamen temiz olduğu için gusletmesi gerekmez.

411- Az istihaze kanı gören kadın, abdest aldıktan hemen sonra, orta istihaze kanı gören kadın gusül ve abdestten hemen sonra ve çok istihaze kanı gören kadın gusülden sonra hemen namaza başlamalıdır. 395. ve 407. meselelerde açıklanan iki yer bu hükümden istisnadır. Ama namazdan önce ezan ve ikame okumalarının sakıncası yoktur. Namazda da kunut gibi müstehap amelleri yapabilirler.

412- Vazifesi, gusül veya abdesti ile namaz arasında fasıla bırakmamak olan kadın vazifesi gereğince amel etmezse, yeniden abdest alıp veya guslederek hemen namaza başlaması gerekir.

413- İstihaze kanı gören kadının kanı sürekli akarsa, kendisine zararı olmadığı takdirde vacip ihtiyat gereği, gusülden önce kanın akmasını önlemelidir. Bu işi yapmaz ve kan dışarı çıkarsa, kıldığı namazı yenilemelidir. Hatta müstehap ihtiyata göre yeniden gusletmelidir.

414- Guslederken kan kesilmezse, alınan gusül sahihtir; ama gusül esnasında normal istihaze kanı çok istihaze kanına dönüşürse, guslü yeniden almalıdır.

415- Müstehap ihtiyat gereği istihaze kanı gören kadın, oruç tuttuğu gün boyunca, mümkün olduğu kadar kanın dışarı çıkmasını önlemelidir.

416- Meşhur görüşe göre, çok istihaze olan kadının orucu, ancak ertesi günü oruç tutacağı gecenin akşam veya yatsı namazının guslünü ve gündüzün de gündüz namazları için gerekli olan gusüllerini yaptığı takirde sahihtir. Ancak orucunun sahih olmasında guslün şart olmadığı görüşü uzak bir görüş değildir. Nitekin daha güçlü görüş gereğince, orta istihazeli olan kadında gusül şart değildir.

417- İkindi namazından sonra istihaze kanı görmeye başlayan kadın, güneş batıncaya kadar gusletmezse, orucu sahihtir.

418- Az istihaze kanı gören kadın, namazdan önce normal veya çok istihaze kanı görmeye başlarsa, normal veya çok istihaze kanı gören kadın için açıklanan amelleri yerine getirmelidir. Normal istihaze kanı gören kadın, çok istihaze kanı görmeye başlarsa, çok istihaze kanı gören kadının yapması gereken işleri yapmalıdır. Hatta normal istihaze kanı gördüğünden dolayı gusletmiş olsa bile, faydası yoktur; yeniden çok istihaze kanı gördüğü için gusletmelidir.

419- Namaz esnasında normal istihaze kanı gören kadın, çok istihaze kanı görmeye başlarsa, namazı bozmalı ve çok istihaze kanı için gusül alıp diğer gereken şeyleri yapmalı ve aynı namazı yeniden kılmalıdır. Müstehap ihtiyata göre gusülden önce abdest almalıdır.

Eğer gusül için yeterli vakit olmazsa teyemmüm etmelidir. Ancak teyemmüm için de vakit yoksa namazı bozmayıp tamamlaması gerekir ve vaktin dışında kaza da etmelidir. Az istihaze kanı gören kadın, namaz esnasında normal veya çok istihaze kanı görmeye başlarsa, namazı bozmalı orta ve çok istihazenin hükmüne yerine getirmelidir.

420- Namaz esnasında kan kesilir ve müstehaze kadın o anda içeride kanın kesilip kesilmediğini bilmezse veya kanın kesilmesinin abdest veya gusül için, namazın tamamı veya bir kısmını kılabilecek kadar yeterli olacağını bilmezse; farz ihtiyata göre abdest almalı veya guslederek namazı yeniden kılmalıdır.

421- Çok istihaze kanı gören kadın normal istihaze kanı görmeye başlarsa, kılacağı ilk namaz için çok istihaze kanın hükümlerini ve sonraki namazlar için normal isti-haze kanın hükümlerini uygulamalıdır. Örneğin, bu durum öğle namazından önce gerçekleşirse, sadece öğle namazı için gusletmeli; ikindi, akşam ve yatsı namazları için yalnızca abdest almalıdır. Ama öğle namazı için gusletmez ve yalnızca ikindi namazı için yeterli vakit olursa, ikindi namazı için gusletmelidir. Eğer ikindi namazı için de guslet-mezse, akşam namazı için gusletmelidir. Akşam namazı için gusletmezse ve sadece yatsı namazı miktarınca vakit olursa, yatsı namazı için gusletmelidir.

422- Her namazdan önce gördüğü çok istihaze kanı kesilir ve tekrar gelmeye başlarsa, her namaz için gusletmesi gerekir.

423- Çok istihaze kanı gören kadının durumu değişir ve az istihaze kanı görmeye başlarsa, kılacağı ilk namaz için çok istihaze kanın ve sonraki namazlar için az istihaze kanın hükümlerini uygulamalıdır. Aynı şekilde normal istihaze kanı gören kadın, artık az istihaze kanı görmeye başlarsa, kılacağı ilk namaz için normal istihaze kanın ve sonraki namazlar için de az istihaze kanın hükümlerini uygulamalıdır.

424- İstihaze kanı gören kadın, üzerine farz olan işlerden herhangi birini terk ederse, namazı batıl olur.

425- Az veya orta istihaze kanı gören kadın, namaz dışında, abdestli olmayı gerektiren bir iş yapmak isterse, örneğin, herhangi bir yerini Kur'ân'ın yazısına dokundurmak isterse, namaz bittikten sonra olursa, farz ihtiyata göre abdest almalıdır. Farz ihtiyat gereği, abdest almalıdır ve namaz için almış olduğu abdest de yeterlidir.

426- İstihaze olan kadın, üzerine farz olan gusülleri yapmışsa; mescide girmek, mescitte durmak, farz secdesi olan ayeti okumak ve kocasıyla ilişkide bulunmak -gerçi namaz için yaptığı, pamuk ve bezi değiştirme işlemini yapmamış olsa bile- ona helal olur. Bu işlerin gusülsüz olarak yapılması caizdir. Sadece ilişki farz ihtiyata göre caiz değildir.

427- Normal veya çok istihaze kanı gören kadın, namaz vaktinden önce vacip secdesi olan ayeti okumak veya mescide gitmek isterse, müstehap ihtiyata göre gusül almalıdır. Aynı şekilde kocası onunla ilişkide bulunmak isterse, gusül alması ihtiyaten müstehaptır.

428- Âyat namazı, istihaze kanı gören kadına da farzdır. Âyat namazı için de günlük namazlar için açıklanan şeyleri yapması gerekir.

429- Günlük namaz vaktinde üzerine âyat namazı farz olan müstehaze kadın, her ikisini peş peşe kılmak istese de, farz ihtiyata göre her ikisini bir gusül ve abdestle kılamaz.

430- İstihaze kanı gören kadın, kaza namazı kılmak isterse, eda olarak kıldığı namazlar için kendisine vacip olan bütün şeyleri her kaza namazı için de yapmalıdır. İhtiyat gereği kaza namazında, eda namazı için yerine getirmiş olduğu işlere iktifa edemez.

431- Kadın, kendisinden gelen kanın, yara kanı olmadığını bilirse ve istihaze mi, hayız mı, yoksa nifas (=lohusalık) kanı mı olduğunu bilmezse ve şer-i açıdan hayız ve nifas kanı özelliğini taşımazsa istihaze hükmüne amel etmelidir. Hatta eğer istihaze kanı mı yoksa diğer kanlar mı olduğunda şüphe ederse, onların özelliklerini taşımıyorsa, ihtiyaten farz olarak istihaze işlerini yapmalıdır.

HAYIZ

Hayız, genellikle her ay birkaç gün kadınların rahminden gelen kana denir. Hayız kanı gördüğünde kadına "hayızlı kadın" denir.

432- Hayız kanı genellikle, katı ve sıcak, rengi ise kırmızı veya siyaha çalan kırmızı, ayrıca basınçlı ve biraz yakıcı olur.

433- Kadınların altmış yaşından sonra gördükleri kan, hayız hükmünü taşımaz. Kureyş sonundan olmayan kadınların, elli yaşından sonra altmış yaşını dolduruncaya kadar –elli yaşından önce gördükleri taktirde, kesin olarak hayız hükmünde olan- bir kan görürlerse, istihaze gören kadının vazifesiyle hayızlı kadının yapmaması gereken işleri birleştirerek amel etmelidirler.

434- Dokuz yaşını doldurmadan önce kız çocuğunun gördüğü kan, hayız kanı değildir.

435- Hamile ve çocuğuna süt veren kadın, hayız kanı görebilir. Hamile kadınla hamile olmayan kadın arasında fark yoktur. Ancak hamile kadın, adetinin ilkinden yirmi gün geçtikten sonra, hayız özelliklerini taşıyan bir kan görürse, ihtiyaten hayızlıya haram olan şeyleri terk etmeli ve istihaze kanı gören kadının yapması gereken şeyleri de yapmalıdır.

436- Dokuz yaşını tamamlayıp tamamlamadığını bilmeyen kız çocuğu, hayız kanın özelliklerini taşımayan bir kan görürse, hayız kanı sayılmaz. Hayız kanın özelliklerini taşısa da onun hayız olduğuna hükmetmek zordur. Ancak onun hayız kanı olduğuna kanaat getirirse, hayız kanı sayılır ve bu husustan dokuz yaşını tamamladığı da ortaya çıkmış olur.

437- Yeis yaşına ulaşıp ulaşmadığı hakkında şüpheye düşen kadın, hayız olup olmadığını çıkaramadığı bir kan görürse, yeis yaşına ulaşmadığına karar vermelidir.

438- Hayızın süresi üç günden [72 saatten] az ve on günden [240 saatten] fazla olmaz. Üç günden biraz eksik olarak görülen kan, hayız kanı sayılmaz.

439- Hayız kanı, ilk üç günde kesintisiz olarak görülmelidir. Öyleyse, iki gün kan görür, arada bir gün temiz olur ve sonraki gün yine kan görürse, bu hayız sayılmaz.

440- Hayızın başlangıcında kanın dışarı çıkması gerekir. Ama üç günün tamamında kanın dışarı çıkması gerekli değildir. Vajinanın içinde kan olursa yeterlidir. Eğer üç gün esnasında bütün veya bazı kadınlar arasında normal olduğu gibi, azıcık temiz olursa da hayızdır.

441- Birinci ve dördüncü gecede kan görmesi gerekmez; ama ikinci ve üçüncü gecede kan kesilmemelidir. Öyleyse birinci günün sabah ezanından üçüncü günün gün batışına kadar kesilmeden kan gelirse veya birinci günün ortalarında başlar ve dördüncü gün aynı vakitte kesilirse, hayızdır.

442- Üç gün aralıksız kan görür ve daha sonra kesilirse, eğer tekrar kan görür ve kan gördüğü günlerle arada pak olduğu günlerin sayısı hepsi bir arada on günü aşmazsa, arada pak olduğu günler de âdet sayılır. Farz ihtiyata göre arada pak olduğu günlerde hayız olmayan kadının yapması gereken işleri yapmalı, haize haram olan şeylerden de uzaklaşmalıdır.

443- Üç günden fazla ve on günden az bir sürede görülen kanın çıban kanı mı yoksa hayız kanı mı olduğu bilin-mezse; hayız kanı saymamalıdır.

444- Kadın, yara veya hayız kanı olduğunu bilmediği bir kan görürse önceki durumu hayız olmadığı taktirde ibadetlerini yerine getirmelidir.

445- Kanın hayız kanı mı, yoksa nifas (=lohusalık) kanı mı olduğundan şüpheye düşülürse, eğer hayızın şartlarını taşıyorsa, hayız olduğuna karar verilmelidir.

446- Bir kanın hayız kanı mı, yoksa bekâret kanı mı olduğu bilinmezse, kadın kendisini kontrol etmelidir. Şöyle ki, fercine bir miktar pamuk sokup bekler. Biraz sonra çıkarır. Pamuğun etrafı kanlanırsa, bekâret kanıdır; pamuğun hepsi kanlanırsa, hayız kanıdır.

447- Üç günden az bir süre kan görür ve temizlenir, sonra üç gün kan görürse, görülen ikinci kan hayızdır. İlk gördüğü kan, âdet günlerinde olsa bile, hayız değildir.

HayIz Hâlİne Aİt Hükümler

448- Âdet gören kadına aşağıda açıklanan birkaç şey haramdır:

1) Namaz gibi abdest, gusül veya teyemmümle yapılması gereken ibadetler. Adet gören kadın bu gibi amelleri sahih amel niyetiyle yapması caiz değildir. Fakat cenaze namazı gibi, abdest, gusül ve teyemmümü gerektirmeyen ibadetleri yerine getirmesinde sakınca yoktur.

2) Cünüp olan kimse için haram olan şeylerin hepsi. Bunlar, cenabet bölümünde açıklanmıştır.

3) Sünnet yerine kadar dâhil olup, meni gelmese dahi cinsel ilişkide bulunmak hem erkeğe hem kadına haramdır. Hatta farz ihtiyata göre sünnet yerinden azını da dahil etmemelidir.

449- Kadının âdet görmesinin kesinlik kazanmadığı ama şer'î açıdan kendisini âdetli sayması gereken günlerde de cinsel ilişkide bulunmak, haramdır. O hâlde on günden fazla kan gören ve hükmü sonra açıklanacağı üzere kendi akrabalarının âdet günlerini kendine âdet edinmesi gereken kadınla kocası, cinsel ilişki kuramaz.

450- Eğer erkek karısıyla adet günlerinde cinsel ilişkide bulunursa istiğfar etmesi gerekir. İyi olmasıyla birlikte kefaret vermek farz değildir.

451- Cima hariç, hayızlı kadını öpmek veya oynaşmak gibi diğer zevk alma şekillerinin sakıncası yoktur.

452- Kadın hayızlı iken yapılan boşama geçersizdir.

453- Adet gördüğünü veya adetten kesildiğini söyleyen kadının, yalan konuşma konumunda değilse, sözünü kabul etmek gerekir. Aksi taktirde sözünün kabul edilmesi şüphelidir.

454- Kadın namaz esnasında adet görürse namazı batıldır. Hatta son secdeden sonra ve namazın son harfini söylemeden önce dahi olsa vacip ihtiyat gereği batıldır.

455- Kadın namaz arasında hayız olup olmadığında şüphe ederse, namazı sahihtir. Ama namazdan sonra, namaz esnasında hayız olduğunu anlarsa, kılmış olduğu namaz batıldır.

456- Kadın adetten kesildikten sonra abdest, gusül veya teyemmümle yerine getirmesi gereken namaz ve diğer ibadetler için gusül almalıdır. Bu gusül hükmü de cenabet guslü gibidir. Abdest almaya gerek kalmaz. Gusülden önce abdest alması daha iyidir.

457- Kadının görmüş olduğu hayız kanı tamamen kesildikten sonra, gusletmemiş olsa bile, talâk verilirse sahihtir; kocası onunla cinsel ilişki kurabilir. Ancak farz ihtiyata göre vajinayı yıkadıktan sonra yapılmalıdır. Bununla birlikte gusletmeden önce onunla cinsel ilişkiden sakınmak ihtiyaten müstehaptır. Ama camide durmak, Kur'ân yazısına dokunmak gibi âdet görürken haram olan şeyler, gusletmedikçe helâl olmaz.

458- Abdest ve gusül için yeterli su olmaz ve mevcut su ancak gusle yetecek miktarda olursa, gusletmeli ve abdest yerine teyemmüm etmelidir. Su sadece abdeste yetecek kadar olur ve gusle yetmezse, abdest alıp gusül yerine teyemmüm etmelidir. Eğer hiç birisi için su olmazsa, guslün yerine teyemmüm etmelidir. Abdestin yerine de teyemmüm etmesi daha iyidir.

459- Âdet gören bir kadının bu hâle ait günlerde terk ettiği günlük farz namazların kazası yoktur; fakat Ramazan ayında terk ettiği farz oruçları sonradan kaza etmelidir. Yine ihtiyaten farz olarak nezir sebebiyle belirli zamanla farz olup hayız halinde tutmamış olduğu oruçları da kaza etmesi gerekir.

460- Namazı geciktirdiği takdirde hayız göreceğini bilen bir kadın, vakit girer girmez, hemen namazını kılmalıdır. Aynı şekilde ihtiyaten farz olarak, namazı geciktirdiği taktirde hayız olacağına ihtimal verirse hüküm aynıdır.

461- Kadın namazı geciktirir ve vaktin girişinden su ile taharet sağlayarak namaz kılabileceği kadar bir süre geçtikten sonra hayız olursa, o namazın kazası ona farz olur. Hatta ihtiyaten farz olarak teyemmüm edip namaz kılabilecek kadar bire süre geçerse de hüküm aynıdır.

Ama hızlı okuma, yavaş okuma ve diğer şeylerde kendi halini göz önüne almalı; örneğin, seferi olmayan bir kadın eğer öğlen vaktinin evvelinde namaz kılmazsa, onun kazası ancak öğlenin evvelinden, su ile taharet sağlayıp 4 rekat namaz kılabilecek kadar bir süre geçtikten sonra hayız olursa farz olur. Seferi olan kadın içinse taharet sağlayarak iki rekât namaz kılabilecek kadar bir zamanın geçmesi yeterlidir.

462- Kadın, namazın son vakitlerinde tamamen âdetten temizlenir ve gusül edip vakit geçmeden bir rekât veya daha fazla namaz kılabilecek kadar vakti varsa o namazı kılmalıdır. Kılmazsa onu kaza etmelidir.

463- Âdet gören kadının gusül almak için yeterli vakti olmaz; ancak teyemmümle namazı vaktinde kılabilecekse, farz ihtiyate göre o namazı teyemmüm ederek kılmalıdır. Kılmazsa da kaza etmelidir. Ama vaktin darlığından başka ayrı bir nedenden dolayı vazifesi de teyemmüm etmek olursa suyun ona zararı olursa, teyemmüm edip o namazı kılmalı, Kılmazsa kaza etmelidir.

464- Âdet gören kadın, temizlendikten sonra namaz için yeterli vakit olup olmadığı hakkında şüpheye düşerse, namazı kılmalıdır.

465- Namaz için gerekli hazırlıkları yapıp, bir rekât namaz kılacak kadar vakit olmadığını sanıp namaz kılmaz ve daha sonra yeterli vakit olduğunu anlarsa, o namazın kazasını kılmalıdır.

466- Hayızlı kadının âdet gördüğü hâlde namaz vakitlerinde, kanı temizlemesi, pamuk ve bezi değiştirmesi ve abdest alması, eğer abdest alamıyorsa teyemmüm etmesi ve önceden namaz kıldığı yerde kıbleye doğru oturup zikir, dua ve salavatla meşgul olması müstehaptır.

467- Âdet gören kadının, üzerinde Kur'ân taşıması ve onu okuması, herhangi bir yerini Kur'ân'ın kenarına ve yazı aralarına değdirmesi ve yine kına ve benzeri şeyler yakması, bir kısım fakihlere göre mekruhtur.

HAYIZ GÖREN KADINLARIN KISIMLARI

468- Hayız gören kadınlar, altı kısımdır:

1) Belli zaman ve sayıda âdet gören: İki ay peş peşe aynı zamanda âdet gören ve âdet gördüğü günlerin miktarı da aynı olan kadınlardır. Örneğin, iki ay peş peşe ayın ilk gününden yedinci gününe kadar kan gören kadın.

2) Belli zamanda âdet gören: İki ay peş peşe aynı zamanda âdet gören, ama iki ayda gördüğü âdet günlerinin miktarı değişik olan kadınlardır. Örneğin, iki ay peş peşe ayın ilk gününden itibaren kan görür; ama birinci ay yedinci günde, ikinci ay ise sekizinci günde kan kesilir.

3) Belli sayıda âdet gören: İki ay peş peşe âdet gördüğü günlerin sayısı eşit olan, ama iki aydaki kan görme zamanları değişik olan kadınlardır. Örneğin, ilk ayda ayın beşinden onuna kadar, ikinci ayda ise ayın on ikisinden on yedisine kadar kan görür.

4) Kendisine âdet edinememiş kadın: Bir kaç ay âdet görmüş, ama kendisine belli bir âdet edinemeyen veya âdeti değişmiş ve yeni bir âdet yerleşmemiş olan kadındır. Ki buna "muztaribe" denir.

5) İlk kez âdet gören kadın: Ki buna "mübtedia" denir.

6) Âdetini unutan kadın: Ki buna "nâsiye" denir.

Bunların her birine ait özel hükümleri vardır ki ilerdeki konularda açıklanacaktır.

1- Belli Zaman ve Sayıda Âdet Gören Kadın

469- Belli zaman ve sayıda âdet gören kadınlar, iki grupturlar:

1) İki ay peş peşe aynı zamanda âdet kanı gören ve aynı zamanda kanı tamamen kesilen kadın. Meselâ, iki ay peş peşe ayın ilk gününden âdet görmeye başlar ve yedinci gün kanı kesilir. Demek bu kadının âdeti ayın birinden yedisine kadardır.

2) Kadın peş peşe iki ay hayız kanı görür fakat şöyle ki 3 gün veya daha fazla kan gördükten sonra bir gün veya daha fazla kesilir ve yeniden kan görür ama kan gördüğü günlerin tamamı arada kesildiği günlerle birlikte on günden fazla olmaz ve her iki ayda da kan gördüğü günlerle arada kesildiği günler üst üste aynı ölçüde olursa, böyle bir kadının adeti arada temiz olduğu günler hariç kan gördüğü günleri miktarıncadır. Dolayısıyla kan gördüğü ve arada kesildiği günlerin sayısı her iki ayda da aynı ölçüde olması gerekir. Örneğin, birinci ve ikinci ayda ilk günden başlayıp 3 gün kan görür 3 gün temiz olur ve yeniden 3 gün kan görürse bu kadının adeti 6 gün olur. Ama ikinci ayda gördüğü kanın sayısı daha fazla veya daha az olursa, böyle bir kadın vakit yönünden adet sahibidir. Sayı yönünden değil

470- Vakit yönünden adet sahibi olan bir kadın ister sayı yönünden adeti olsun veya olmasın, adet vaktinde veya adetini ileri atmış denecek şekilde birkaç gün adet vaktinden önce kan görürse, o kan hayız özelliklerini taşımasa bile, hayızlı kadınlar için söylenen hükümlere göre amel etmelidir. Sonradan hayızlı olmadığını anlarsa, örneğin, 3 günden önce temizlenirse, yerine getirmediği ibadetleri kaza etmelidir.

471- Belli zaman ve sayıda âdet gören kadın, âdetinden birkaç gün önce, âdet günlerinin hepsini ve âdetinden birkaç gün sonra kan görür ve hepsi üst üste on günden fazla olmazsa, hepsi hayız sayılır. Ancak on günden fazla olursa, yalnızca âdet günlerinde gördüğü kan hayız sayılır; âdetinden önce ve sonra gördüğü kan, istihaze kanıdır. Âdetinden önce ve sonra yerine getirmediği ibadetleri kaza etmesi gerekir.

Eğer âdet günlerinde ve bir kaç gün öncesinde kan görür ve üst üste on günden fazla olmazsa, hepsi hayız sayılır. Ancak on günü geçerse –hayız özelliklerini taşımaz ve önceki günlerde hayız kanı özelliklerini taşımış olsa bile- sadece âdet günleri hayız sayılır ve önce gördüğü kan, istihaze kanıdır. Bu günlerde ibadet etmemişse, kaza etmelidir.

Eğer âdet günlerinde ve birkaç gün sonrasında kan görür ve tümü on günü geçmezse hepsi hayız sayılır. Ancak on günden fazla olursa, yalnızca âdet günleri hayız ve geri kalanı, istihaze kanı sayılır.

472- Belli zaman ve sayıda âdet gören kadın, bir kaç gün âdet günlerinden ve birkaç gün de âdet günlerinden önce kan görür ve tümü on günden fazla olmazsa, hepsi hayız sayılır. Ancak tümü on günden fazla olursa, âdet günlerinde kan gördüğü günler ve önceki günlerden âdet günlerinin sayısını tamamlayacak miktarı hayız, geriye kalan ilk günlerde gördüğü kan ise, istihaze kanı sayılır.

Bir kaç gün âdet günlerinden ve bir kaç gün de âdet günlerinden sonra kan görür ve tümü on günden fazla olmazsa, hepsi hayız sayılır. Ancak fazla olursa, âdet günlerinde kan gördüğü günler ve sonraki günlerden, âdet günlerinin sayısını tamamlayacak miktarı, hayız ve geri kalanı istihaze kanı sayılır.

473- Belli hayız âdeti olan bir kadın, üç gün veya daha fazla kan görür, daha sonra temizlenir ve yeniden kan görmeye başlar; ancak iki kan arası on güne ulaşmaz; ama kan gördüğü günlerin tümü ile arada temizlendiği günler hepsi birlikte on günden fazla olursa; meselâ, beş gün kan görür, beş gün temizlenir ve yeniden beş gün kan görür, bu bir kaç şekilde olabilir:

1) İlk defada gördüğü kanın hepsi veya bir miktarı hayız âdeti günlerinde gerçekleşir ve temizlendikten sonra ikinci kez gördüğü kan ise, âdet günlerinin dışında olursa, ilk kez görülen kan, hayız kanı ve ikinci kez görülen kan ise, istihaze kanı sayılmalıdır.  Ama ikinci kan hayız özelliklerini taşırsa birinci kısımla temiz olduğu günlerin toplamı on günü geçmez ise hayızdır. Geri kalanı ise istihazedir. Örneğin 3 gün kan görür, 3 gün temizlenir sonra 5 gün yine kan görürse ve hayız özelliklerini de taşırsa ilk 3 gün ve son gördüğü kanın ilk 4 günü hayız kanıdır. Temiz olduğu ortadaki 3 günde ise hayız olmayan kadının yapması gereken amelleri yapmalı ve yapmaması gereken şeyleri de terk etmesi ihtiyaten farzdır.

2) İlk kez görülen kan, âdet günlerinde olmaz; ancak ikinci kez görülen kanın hepsi veya bir miktarı âdet günlerinde gerçekleşirse, bu durumda ikinci kez görülen kanın hepsini hayız ve ilk kez görülen kanı, istihaze kanı saymak gerekir.

3) İlk ve sonraki görülen kanın bir miktarı âdet günlerinde olur ve birinci kanın âdet günlerine rastlayan kısmı üç günden az ve bununla arada temiz olduğu günler ve yine ikinci kez görülen kanın âdet günlerine rastlayan kısmı, hepsi bir arada on günden fazla olmazsa, bu durumda bunların hepsi hayız sayılır. Temiz olduğu ortadaki günlerde hayız olmayan kadının yapması gereken amelleri yapmalı ve yapmaması gereken şeyleri de terk etmesi ihtiyaten farzdır.

İkinci kanın adet günlerinden sonra olan kısmı ise istihazedir. Birinci kanın adet günlerinden önce olan kısmına gelince; örfe göre ona adet ileri kaymıştır denilirse, o da hayız hükmünü taşır. Fakat bununla birlikte hayızlı olduğuna hükmetmek ikinci kanın adet günlerinde olan kısmının bir miktarının veya tamamının hayızın on gününden fazla olmasına sebep olursa bu taktirde o istihaze hükmünü taşır. Örneğin kadının adeti ayın üçünden onuna kadar olur, ama bir ay ayın evvelinden altısına kadar kan görür ve sonra iki gün temizlenir ve daha sonra yeniden on beşine kadar kan görürse ayın evvelinden onuna kadar gördüğü kanlar hayızdır. On birinden on beşine kadar ise istihazedir.

4) İlk ve sonraki görülen kanın bir miktarı âdet günlerinde olur; ancak âdet günlerinde görülen kanın miktarı üç günden az olursa bu durumda, ilk kanın son üç gününü hayız karar vermelidir. Aynı şekilde ilk üç gün ve ortadaki temizlendiği günlerler beraber ikinci kanın toplamı on gün olursa fazla günler istihazedir. Temiz olduğu günler yedi gün olursa ikinci kanın hepsi istihazedir. Bazı yerlerde ise iki şartla birinci kanın tamamını hayız kanı saymalıdır.

a) O kan adetini öne almıştır denecek miktarda adetten önce olursa.

b) Onu hayız sayması, ikinci kanın adet günlerinde olan miktarının bir kısmının, hayızın on günden fazla olmasına yol açmamalıdır. Örneğin, kadının adeti ayın dördünden onuna olur ama o ayın birinden dördüncü gününün sonuna kadar kan görür ve iki gün temiz olursa, sonra da ayın on beşine kadar kan görürse, ilk kanın hepsi ve ikinci kanın onuncu günün sonuna kadar olanı hayızdır.

474- Belli zaman ve sayıda âdet gören kadın, âdet günlerinin dışında ancak âdet günleri sayısınca kan görürse, ister bu âdet günlerinden önce olsun, ister sonra olsun, onu hayız saymalıdır.

475- Belli zamanlarda ve sayıda adet gören kadın kendi adeti zamanında üç gün veya daha fazla kan görür ve onun günlerini sayısı adet günlerinden az veya çok olur; pak olduktan sonra da yeniden adet günleri sayısınca kan görürse bunun birkaç şekli vardır:

1) O iki kanın toplamı aradaki temiz günleriyle birlikte on günden fazla olmaz ise, o iki kanın toplamı bir hayız sayılır.

2) İki kan arasında temiz olduğu günler on gün veya daha fazla olursa, o kanların her birinin ayrı bir hayız olduğuna karar verilir.

3) İki kan arasında olan temizlik on günden az olur ama iki kanın toplamı aradaki pak olduğu günlerle birlikte on günden fazla olursa, birinci kanı hayız ikinci kanı ise istihaze saymalıdır.

476- Belli zaman ve sayıda âdet gören kadın, on günden fazla kan görürse, âdet günlerine rastlayan kan, hayız kanın özelliklerini taşımasa bile hayızdır; âdet günlerinden sonra gördüğü kan, hayız özelliklerini taşısa bile, istihaze kanıdır. Meselâ, devamlı ayın birinden yedisine kadar âdet gören bir kadın, ayın evvelinden on ikisine kadar kan görürse, ilk yedi gün hayız ve sonraki beş gün istihaze kanı sayılır.

2- Belli Zamanda Âdet Gören Kadın

477- Belli zamanda âdet gören ve adetlerinin başlangıcı belli olan kadınlar, iki kısımdır:

1) İki ay peş peşe belirli zamanda hayız kanı gören ve sonra temizlenen ama her iki ayda âdet gördüğü günlerin sayısı aynı olmayan kadın. Meselâ iki ay peş peşe ayın birinden itibaren kan görür; ama birinci ay yedinci günde ve ikinci ay ise sekizinci günde kan kesilir. Böyle bir kadın ayın birinci gününü âdetinin ilk günü kabul etmelidir.

2) İki ay peş peşe belli vakitte üç gün veya daha fazla hayız kanı gören, sonra temizlenen ve ikinci defa kan gören ve kan gördüğü günlerle arada temizlendiği günlerin tümü on günden fazla olmayan ama ikinci ay birinci aydan az veya çok âdet gören kadın. Meselâ, birinci ay sekiz gün, ikinci ay dokuz gün kan görür. Fakat her ikisini de ayın evvelinde görürse, böyle bir kadın da ayın birinci gününü âdetinin birinci günü saymalıdır.

478- Belli zamanda âdet gören kadın, âdet vaktinde, âdetinden iki üç gün önce kan görürse hayızlı kadınlar için söylenen hükümler gereğince amel etmesi gerekir. Bu konunun geniş açıklaması 470. meselede geçti. Ama bu iki durum dışında, örneğin “adeti ileri alındı” denmeyip; “kendi vaktinin dışında adet gördü” denecek kadar uzak bir zamanda adet görürse veya adeti geçtikten sonra kan görürse, gördüğü kan hayız özelliklerini taşırsa, hayızlı kadılar için söylenen hükümler gereğince amel etmeldir. Yine eğer, hayız özelliklerini taşımadığı halde, o kanın 3 gün devam edeceğini bilse de hüküm aynıdır. Ama 3 gün devam edip etmeyeceğini bilmezse, ihtiyaten farz olarak hem istihaze kadına farz olan işleri yapmalı, hem de hayızlı kadına haram olan şeylerden sakınmalıdır.

479- Belli zamanlarda adet gören kadın on günden fazla kan görür ve hayız özelliklerinden de tespit edemezse ihtiyat gereği olarak akrabalarından birinin adet sayısını kendisine hayız kabul etmelidir. Bu ister baba tarafından olsun ister anne tarafında, ister hayatta olsun veya vefat etmiş olsun hüküm aynıdır.

1) Onun adet miktarının, kendi adet miktarına aykırı olduğunu bilmemelidir. Örneğin, kendisi mizacın güçlü olduğu gençlik döneminde olur, o da genellikle adet süresinin azaldığı zaman olan yaiseliğe yakın bir dönemde olursa veyahut bunun aksi olursa onun adetini kendi için hayız süresi kabul edemez.

2) Kadının adet miktarının birinci şarta sahip olan diğer akrabalarının adet süresi ile farklı olduğunu bilmemelidir. Ama aralarında olan fark, sayılmayacak kadar az olursa bir zararı yoktur. Yine vakit yönünden adet sahibi olan bir kadın eğer adet vaktinde kan görmez ve o vakit dışında on günden fazla kan görür hayız kanını da özelliklerinden ayırt edemezse aynı hükmü taşır.

480- Belli zamanlarda adet gören kadın, adet vakti dışında gördüğü kanın hayız sayamaz. Dolayısıyla eğer, adet zamanının başlangıcı bilinirse, örneğin, her ayın ilk gününde kan görüyor, bazen ayın beşinde bazen de altısında temizleniyorduysa, eğer bir ay on iki gün kan görür ve hayız özellikleriyle, onun sayısını belirleyemezse, ayın ilk gününü hayızın başlangıcı kabul etmeli. Sayılarda ise, önceki meselede açıklanan hükme göre amel etmelidir. Eğer, adetinin ortası veya sonu belli olursa on günden fazla kan gördüğü taktirde, hayız sayılarını onun ortası ve sonu adet vaktine uygun olacak şekilde düzenlemelidir.

481- Vakit yönünden adet sahibi olan bir kadın, on günden fazla kan görürse, 479. meselede açıklanan hüküm gereğince tayin edemezse, üç günden on güne kadar, hayız miktarı ile uygun gördüğü herhangi bir miktarı hayız kabul etmek hususunda seçme hakkına sahiptir. Kendi durumuna uygun görüyorsa, yedi günü hayız kabul etmesi daha iyidir. Elbette önceki meselede açıklandığı üzere hayız karar verdiği günlerin sayısı adet vakti ile uygun olması gerekir.

3- Belli Sayıda Âdet Gören Kadın

482- Belli sayıda âdet gören kadınlar, iki gruba ayrılırlar:

1) İki ay ard arda hayız günlerinin sayısı bir ölçüde ama kan görme zamanı değişik olur ki, bu durumda, kan gördüğü günler ne kadar olursa onun âdeti sayılır. Meselâ, birinci ay, ayın birinden beşine kadar ve ikinci ay, on birinden on beşine kadar kan görürse, âdeti beş gün olur.

2) İki ay ard arda üç gün veya daha fazla kan görür ve bir gün veya daha fazla temizlenir ve yeniden kan görürse, birinci ay ve ikinci ayda kan gördüğü vakit, farklı olur; an-cak her iki ayda da kan gördüğü ve arada temizlendiği günlerin tümü on günden fazla olmazsa ve gördüğü kan sayısı aynı ölçüde olursa; bu durumda, kan gördüğü ve arada temiz olduğu günlerin tümü onun hayız âdeti sayılır. Arada temiz olduğu günlerde de ihtiyat gereği olarak, temiz kadına farz olan şeyleri yerine getirmeli, hayızlı kadına haram olan şeylerden de sakınmalıdır.

Meselâ ilk ay, ayın birinden üçüne kadar kan görür ve iki gün temizlenir ve yeniden üç gün kan görür; ikinci ay on birinden on üçüne kadar kan görür, iki gün temizlenir ve yeniden kan görürse bu durumda, onun âdeti altı gün olmuş olur. Ama birinci ay sekiz gün, ikinci ay dört gün kan görürse sonra temizlenir, sonra yeniden kan görürse; ortadaki temiz olduğu günlerle beraber sekiz gün olursa, bu kadın sayı bakımından adet sahibi olmayıp, daha sonra hükmü açıklanacak olan muztaribe hükmündedir.

483- Belli sayıda âdet gören kadın, âdet günlerinin sayısından az veya fazla kan görürse ve kan gördüğü günlerin sayısı on günü aşmazsa hepsini hayız kanı saymalıdır. On günü aşarsa, bu durumda gördüğü kanların hepsi aynı niteliğe sahip olursa, kan gördüğü andan itibaren âdet günlerinin sayısınca hayız ve geri kalanını istihaze kanı saymalıdır.

Ancak gördüğü kanların hepsi aynı nitelikte olmazsa, birkaç günü hayız kanının ve geri kalanı ise istihaze kanının özelliklerini taşırsa, bu durumda hayız kanı özelliklerini taşıyan günler, âdet günleriyle eşit olursa, o günleri hayız ve geri kalanı istihaze kanı olarak saymalıdır. Eğer hayız özelliklerini taşıyan günler, âdet günlerinden fazla olursa, yalnızca âdet günleri kadarı hayız ve geri kalanı istihaze kanıdır. Eğer hayız kanı özelliklerini taşıyan günler, âdet günlerinden az olursa, o günleri ve diğer günlerden hesaplandığında âdet günlerinin sayısını tamamlayacak kadarı, hayız ve geri kalanını istihaze olarak kabul etmelidir.

4- Kendisine Âdet Edinememiş Kadın (Muztaribe)

484- Birkaç ay kan görmüş; ama ne vakit yönünden ne de sayı yönünden bir adet edinmemiş kadındır. Böyle bir kadın on günden fazla kan görür ve gördüğü kanların hepsi aynı niteliğe sahip olursa, yani onların hepsi ya hayız özelliklerin yada istihaze özelliklerini taşırsa, bu kadın kendi adeti vaktinin dışında kan görüp, hayızı istihazeden ayırt edemeyen vakit yönünden adet sahibi kadının hükmünü taşır. Hayız kanını istihaze kanından ayırt edemezse o zaman akrabalarından bazılarını adet gününü kendisine hayız günü edinmelidir. Bu da mümkün değilse 479. ve 481. meselelerde de açıklandığı üzere üç günle on gün arasında birkaç günü kendisine hayız karar vermelidir.

485- Kendisine âdet edinememiş kadın, on günden fazla kan görür ki, bunun bir kaç günü hayız kanının özelliklerini ve diğer birkaç günü istihaze kanının özelliklerini taşırsa, 479. meselede geçen hükme amel etmelidir.

5- İlk Kez Âdet Gören Kadın

486- İlk kez kan gören kadın, on günden fazla kan görür ve gördüğü kanların hepsi aynı nitelikte olursa, 479. meselede açıklanan iki şartla akrabalarından birinin âdet miktarını hayız ve geri kalanı istihaze kanı olarak kabul etmelidir. Eğer bu mümkün olmazsa 481. meselede söylenen hüküm gereğince, üç ile on gün arasında olan birkaç günü hayız kabul etmesi gerekir.

487- İlk kez âdet gören kadın, on günden fazla kan görür; ancak birkaç günü hayız kanının ve diğer birkaç günü de istihaze kanının özelliklerini taşırsa, hayız özelliklerine sahip olan kan üç günden az ve on günden fazla olmadığı takdirde, hepsi hayız sayılır. Ama hayız özelliklerine sahip olan kanın üzerinden on gün geçmeden yeniden hayız özelliklerini taşıyan kan görürse, meselâ, beş gün siyah ve dokuz gün sarı ve yeniden beş gün siyah kan görürse, hayız özelliklerini taşıyan ilk kanın görülmesinden itibaren hayız saymalı diğer iki kanı da istihaze kanı saymalıdır.

488- İlk kez âdet gören kadın, on günden fazla kan görürse, bu kanın bir kaç günü hayız kanının, diğer birkaç günü de istihaze kanının özelliklerine sahip olursa ve hayız özelliklerini taşıyan kan üç günden az veya on günden fazla olursa, 479. meselede açıklanan hükme göre amel etmelidir.

6- Âdetini Unutan Kadın

489- Adetinin zamanını veya miktarını ya da her ikisini de unutan kadına “nasiye” denir.

Böyle bir kadın on günden fazla ve üç günden az olmayan bir kan görürse hepsi hayızdır. On günden fazla olursa bu surette birkaç kısma ayrılır:

1) Önceden hem adet zamanı hem de adet miktarı belli olan kadın, her ikisini de tamamen unutursa, bu kadının hükmü, daha önce açıklanan mübtedie (ilk kez kan güren kadın) hükmündedir.

2) belirli vakitlede adet güren kadın, ister adedini bilsin veya bilmesin kendi adetinin vaktini icmali olarak biliyorsa, örneğin, falanca günün adet gördüğü günlerden olduğunu veya ayın ortasında adet olduğunu bilirse, böyle bir kadının da ilk kez adet olan kadın hükmündedir. Ama hayız günlerini kesin olarak adet olduğu zamanların aksine gelecek şekilde karar vermemelidir. Örneğin, ayın on yedisinin hayız olduğu günlerden biri olduğunu veya ayın on beşinden sonra adet olduğunu bilirse, şu anda da ayın başından yirmisine kadar kan görürse, bütün adetini hayız özelliklerini taşısa da, ilk on gün olarak belirleyemez.

3) Belli sayıda adet gören kadın adet sayısını unutun kadın da ilk kez kan gören kadın hükmündedir. Fakat hayız olarak karar vereceği günler, kesin olarak daha az olmadığını bildiği sayıdan, daha az olmamalıdır. Aynı şekilde daha fazla olmadığını bildiği sayıdan, fazla olarak da belirlememelidir.

Bunun benzerini belli sayılarda adet güren “nakîse” kadın konusunda da riayet etmek gerekir. Nakise Yani, adet sayıları üç günden çok ile on günden az arasında tereddütlü olan kadına denir. Örneğin, her ay altı veya yedi gün adet gören kadın, hayız alametlerine, akrabalarının adet sayısına bakarak veya on günden fazla adet görmesi durumunda, adet sayısında belirleme hakkına sahip olması nedeniyle; adet olduğu günlerin sayısını altı günden az ve yedi günden fazla olarak belirleyemez.

HayIzla İlgİlİ Dİğer Hükümler

490- İlk kez âdet gören (=mübtedia), kendine âdet edinemeyen (=muztariba), âdetini unutan (=nasiye) ve belli sayıda âdet gören kadınlar, hayız özelliklerini taşıyan bir kan görürler veya üç gün süreceğini kesin olarak bilirlerse, ibadetlerini terk etmeleri gerekir. Sonradan hayız olmadıkları anlaşılırsa, yerine getirmedikleri ibadetleri kaza etmelidirler.

491- Belli âdeti olan kadın, ister belli zamanda âdet görüyor olsun, ister belli sayıda veya hem belli zamanda ve hem de belli sayıda âdet görüyor olsun, eğer iki ay peş peşe âdetinin tersine kan görür ve bu iki ayda gördüğü kanın zamanı veya günlerinin sayısı ya da hem zamanı hem de günlerinin sayısı birbiriyle aynı olursa, kadının âdeti bu iki ayda gördüğü şekle dönüşmüş olur. Meselâ, ayın birinden yedisine kadar kan gören ve sonra temizlenen kadın, iki ay peş peşe, ayın onundan on yedisine kadar kan görür ve temizlenirse, artık bundan böyle âdeti ayın onundan on yedisine kadar olur.

492- "Bir ay"dan kastedilen, kan görmenin başlangıcından otuz gün geçen süredir. Yoksa ayın birinci gününden sonuna kadar ki zaman süreci değildir. Elbette adet vakitlerini belirleme yerleri bunun dışındadır. Belirli zamanlarda olan adeti belirlemedeki süreden kasıt kameri aydır, şemsi ay değil.

493- Normal olarak ayda bir defa kan gören kadın, bir ayda iki defa kan görür ve kanda hayız nitelikleri olursa, arada temizlendiği günler on günden az olmadığı takdirde, hayız kanı özelliklerine sahip olmasa da, her ikisini hayız kanı saymalıdır.

394- Kanın değişik özelliklerinden hayız kanını belirlemesi gereken kadın, üç gün veya daha fazla hayız özellikleri taşıyan kan görürse, daha sonra on günden fazla istihaze özelliklerini taşıyan kan görürse, daha sonra yeniden hayız özelliklerini taşıyan bir kan görürse; hayız özellikleri taşıyan ilk üç günü ve son üç günü hayız saymalıdır. Ama iki kandan biri adet günlerinde olur, fakat oradaki on günün hepsinin istihazen kanı olduğunu veya bir miktarının hayız kanı olduğunu bilmezse, bu surette adet günlerinde olan kan hayız, geri kalan ise istihazedir.

395- Kadın, on günden önce temizlenir ve fercinde kan olmadığını bilirse, on gün tamamlanmadan önce yeniden kan geleceğini zannetse bile ibadetleri için gusletmeli; ama on gün tamamlanmadan önce yeniden kan göreceğini kesin olarak bilirse, daha önce de denildiği gibi, ihtiyaten gusletmeli, ibadetlerini yerine getirmeli, hayız kanı gören kadına haram olan şeylerden kaçınmalıdır.

396- Kadın on gün olmadan temizlenir; ancak fercinde kan olduğuna ihtimal verirse; ya ihtiyaten ibadetlerini yerine getirmeli veya istibra etmelidir. İstibra yapmadan ibadetlerini terk etmesi caiz değildir.

İştibra ise şudur: Fercine bir miktar pamuk sokup bir miktar bekledikten sonra çıkarmalıdır. Eğer pamuk temiz ise gusledip ibadetlerini yerine getirmelidir; eğer temiz değilse, sarı renkte olan suya bulaşmış olsa da, belli âdeti yoksa veya âdeti on gün ise veya adet günlerinde ise beklemelidir; on günden önce temizlenirse gusleder. Eğer on günün başında temizlenir veya kanı on günü geçerse, onuncu günün başlangıcında gusleder.

Eğer âdeti on günden az olursa, on gün tamamlanmadan veya onuncu günün başında temizleneceğini bilirse gusletmemelidir.

497- Bir kaç günü hayız sanıp ibadet etmez ve sonradan hayız olmadığını anlarsa, o günlerde yerine getirmediği namaz ve oruçları kaza etmelidir. Eğer birkaç günü hayız görmüyor zannıyla ibadet eder ve sonra hayız olduğunu anlarsa, oruç tutmuş olduğu günleri kaza etmelidir.

Nİfas (=LohusalIk)

508- Çocuğun ilk kısmı ana karnından çıkmaya başladığı andan itibaren kadından on gün boyunca gelen kan, nifas kanıdır. Nifas ve lohusa olan kadına "nefsâ" denir.

499- Çocuğun hiçbir parçası dışarı çıkmadan önce kadından gelen kan, nifas değildir.

500- Çocuğun vücut yapısının tamamlanmış olması gerekmez; eğer pıhtılaşmış kan ve et parçası olmaktan çıkar ve düşerse on gün içinde gördüğü kan nifas kanıdır.

501- Nifas kanının âsgari süresi, bir lahza gelmesidir. Azamî süresi ise, on gündür; yani on günden fazlası nifas sayılmaz.

502- Kadın, bir şeyin düşüp düşmediği veya düşen şeyin, çocuk olup olmadığında şüphe ederse araştırma yapmasına gerek yoktur. Gelen kan da şer-i olarak nifas kanı değildir.

503- Adet kanı gören kadının yapması haram olan şeyler, nifas kanı gören lohusa kadına da haramdır. Camide durmak, Mescidu’l-Haram ve Mescidu’n-Nebi’den geçmek, vacip secde ayetlerini okumak, Kurân yazısına ve Allah’ın ismine dokunmak ihtiyaten farz olarak haramdır.

504- Nifas durumunda olan bir kadını boşamak batıl ve onunla cinsel ilişkide bulunmak haramdır. Ama keffareti yoktur.

505- Belli sayıda adet görmeyen kadın, ondan gelen kan on günden fazla olmazsa hepsi nifas kanıdır. Şu halde on günden önce temizlenirse, gusletmeli ve ibadetlerini yerine getirmelidir. Sonra bir veya daha fazla kan görürse, kan gördüğü günlerle temiz olduğu günlerin sayısı on günü geçmezse bütün gördüğü kanları nifas kanı saymalıdır. Temiz olduğu günlerde ise vacip ibadetlerini yerine getirmeli, nifas kanı gören kadına haram olan şeylerden de kaçınmalıdır. Oruç tutmuşsa kaza etmelidir. Sonradan gördüğü kan on günü geçerse on gün içerisinde gördüğü kanı nifas, on günden sonrasını da istihaze kanı saymalıdır.

506- Belli hayız âdeti olan bir kadın, on günü geçmese dahi, adet günlerinden fazla kan görürse, adet günleri geçtikten sonra, nifas kanı gören kadına haram olan şeyleri terk ederek, istihaze olan kadının yapması gereken şeyleri de yapmalıdır. Bir kereden fazla kan görürse; aradaki temiz olduğu günler adet günü sayısınca olursa kanı nifas kanı saymalıdır. Ortadaki temiz olduğu ve adetinden fazla olan günlerde ihtiyat gereği nifas kanı gören kadına haram olan şeylerden kaçınmalı ve vacip amelleri de yapmalıdır.

507- Nifas kanından temizlenen kadın, eğer içeride kan bulunduğuna ihtimal verirse, fercine biraz pamuk koyarak biraz bekledikten sonra çıkarmalı, temiz ise ibadetleri için gusletmelidir.

508- Kadının nifas kanı on günü geçerse, gördüğü adet sayıları da belli ise, adet günleri kadar nifas geri kalan ise istihazedir. Adet görmüyorsa on gün nifas geri kalan ise istihazedir. Adetini unutmuşsa ihtimal verdiği en yüksek rakamı göz önünde bulundurmalıdır. Adeti olan adetten sonra, adeti olmayan doğumun onuncu günden on sekizinci gününe kadar, istihaze hükmünü yerine getirmeli, nifas kanı gören kadına haram olan şeylerden de kaçınmalıdır.

509- Belli sayıda adet gören kadın, doğumdan sonra bir ay boyunca kan görürse, adet günleri miktarınca nifas kanıdır. Nifastan sonra on gün gördüğü kan ise; belli vakitlerde hayız görse ve kan da aylık adet dönemine rastlamış olsa bile istihazedir. Örneğin her ay ayın yirmisinden yirmi yedisine kadar adet görüyorsa, ayın onunda da doğum yapmışsa, bir ay boyunca da devamlı kan görmüşse, bu durumda; ayın on yedisine kadar nifas, ondan sonra on gün -ayın yirmisinden yirmi yedisine kadar adet dönemi de olsa- istihazedir.

On gün geçtikten sonra belirli vakitlerde adet oluyorsa, gördüğü kan da adet günlerinde değilse, bir ay veya daha fazla beklemek zorunda kalsa veya kan bütün hayız özelliklerini taşısa bile, adet günlerini beklemelidir. Ama belli zamanlarda adet görmüyorsa, mümkünse hayız olup olmadığını kanın özelliklerinden saptamalıdır. Bunun yöntemi de 479. meselede geçti. Mümkün değilse örneğin, nifasın on gününden sonra gördüğü kanın hepsinin bir özelliği olursa ve daha sonraki aylarda da bu devam ederse, 479. meselede geçtiği gibi; her ay akrabalarından bazılarını kendisine milak almalı, bu şekilde adetini belirlemelidir. Bu da mümkün olmazsa, kendisine uygun olan adedi seçmelidir. Bunu açıklaması da 481. meselede geçti.

510- Belirli sayıda hayız kanı görmeyen kadın, doğumdan sonra bir ay veya daha fazla kan görürse, bunun ilk on günü nifas kanı, ikinci on günü istihazedir. Ondan sonra gördüğü kan hem hayız hem de istihaze olabilir. hayız kanını belirlemek için bir önceki meselede hükümlere müracaat etmelidir.

ÖLÜYE DOKUNMA GUSLÜ

511- Ölü insanın soğumuş ve yıkanılmamış bedenine dokunan yani kendi bedeninin bir kısmını ona dokunduran kimsenin üzerine, bu dokunma ister uykuda olsun ister uyanıkken, ister ihtiyarî olsun, ister gayriihtiyarî, gusl-ü mess-i meyyit (=ölüye dokunduğundan dolayı gusül) farz olur. Hatta tırnak veya kemiği ölünün tırnak veya kemiğine dokunursa gusletmelidir. Ancak ölü hayvana dokunmadan dolayı insanın üzerine gusül farz olmaz.

512- Tümü soğumamış bir ölünün bedeninin soğumuş kısmına bile dokunulsa, gusül farz olmaz.

513- Saçını ölünün bedenine veya saçına veyahut bedenini ölünün saçına dokunduran kimsenin üzerine gusül farz olmaz.

514- Çocuk ölü olarak dünyaya gelirse, vacip ihtiyata göre annesi gusletmelidir. Ama annesi ölürse çocuğun buluğ çağından önce gusletmesi ihtiyaten vaciptir.

515- Çocuğun cenazesine ve hatta dört aylık düşük çocuğa dokunulduğunda ölüye dokunma guslü farz olur. Dört ayı dolmadan düşen çocuklara dokunulduğunda da gusletmek daha iyidir. Buna göre dört aylık ölü bir çocuk dünyaya getiren annenin ölüye dokunma guslü alması gerekir. Dört ay dolmadan düşük yapan annenin de gusletmesi daha iyidir.

516- Deli veya bulûğ çağına ermemiş çocuk, ölüye dokunursa, deli akıllandıktan ve çocuk bulûğ çağına erdikten sonra gusletmesi gerekir. Mümeyyiz olursa guslü sahihtir.

517- Guslü verilmemiş ölünün veya hayatta olan bir insanın bedeninden bir parça kopar ve gusül vermeden önce ona dokunulursa, kopmuş parça kemikli de olsa ölüye dokunma guslü almaya gerek yoktur. Ama ölü parçalanırsa ve biri hepsine veya büyük bir bölümüne dokunursa gusül vacip olur.

518- Gusül verilmemiş kemiğe dokunmak, ister ölüden kopmuş olsun, ister canlı insandan, guslü farz etmez. Ölü veya canlı insandan ayrılan dişe dokunmak da aynı hükmü taşır.

519- Ölüye dokunma guslü, cenabet guslü gibi alınmalıdır. Namaz kılmak isterse abdest almasına da gerek yoktur.

520- Birkaç ölüye dokunan veya bir ölüye birkaç kez dokunan kimsenin, bir gusül alması yeterlidir.

521- Ölüye dokunduktan sonra gusletmeyen bir kimsenin camide durmasının, cinsel ilişkide bulunmasının ve içinde farz secde bulunan sureleri okumasının sakıncası yoktur; ancak namaz ve benzeri şeyler için gusletmelidir.

MUHTAZARLA İLGİLİ HÜKÜMLER

522- Muhtazar, yani ölmek üzere olan bir Müslüman, erkek olsun veya kadın, büyük olsun veya küçük, ayaklarının altı kıbleye doğru olacak şekilde arkası üstüne yatırmak ihtiyaten farzdır.

523- Ölü guslü tamam olmadan ölüyü sırt üstü kıbleye doğru yatırmaları daha iyidir. Guslü tamamlandıktan sonra ise ölüyü, cenaze namazı kılınırken bırakılan şekilde bırakmaları daha iyidir.

524- Ölmek üzere olan kimsenin yüzünü kıbleye çevirmek, her Müslüman’a ihtiyaten farzdır. Muhtazarın kendisi razı olur, özrü de olmazsa, bu iş için onun velisinden izin almaya gerek yoktur. Aksi taktirde velisinden izin almak ihtiyaten farzdır.

525- Kelime-i şahadeti [Tevhit ve Resulullah'a şahadet kelimelerini], on iki Ehlibeyt İmamlarını (onlara selâm olsun) ve diğer hak inançları ikrar etmeyi, ölmek üzere olan kimseye anlayacağı şekilde telkin etmek, müstehaptır ve yine bu söylenen şeyleri ölünceye dek tekrarlamak müs-tehaptır.

526- Şu duayı anlayacağı şekilde ölmek üzere olan kimseye telkin etmek, müstehaptır:

اَللَّهُمَّ اغْفِرْ لِىَ الْكَثِيرَ مِنْ مَعِاصِيكَ وَاقْبَلْ مِنِّى الْيَسِيرَ مِنْ طَاعَتِكَ يَا مَنْ يَقْبَلُ الْيَسِيرَ وَ يَعْفُو عَن ِالْكَثِيرِ اِقْبَلْ مِنِّى‌ الْيَسِيرَ وَاعْفُ عَنِّى‌ الْكَثِيرَ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَفُوُّ الْغَفُورُ اَللَّهُمَّ ارْحَمْنِى فَاِنَّكَ رَحِيمٌ

Okunuşu: "Ellahummeğfir liye'l-kesîre min meâsîke vekbel minni'l-yesîre min ţaetike ya men yekbel'ul-yesîre ve ye'fû eni'l-kesîr, ikbel minni'l-yesîre ve'fu enni'l-kesîr. İnneke entel efuvv'ul-ğefûr. Ellahummerhemnî, feinneke rehîm."[11]

528- Zor can veren bir kimseyi, rahatsız olmadığı takdirde, namaz kıldığı yere götürmek müstehaptır.

528- Ölmek üzere olan kimsenin rahat olması için başı ucunda Yâsîn, Sâffât ve Ahzâb Surelerini, Ayet'el-Kürsî'yi, A'râf Suresi'nin 54. ayetini, Bakara Suresi'nin son üç ayetini ve Kur'ân'dan mümkün olduğu miktarda okumak müstehaptır.

529- Ölmek üzere olan kimseyi yalnız bırakmak, karnı üstüne ağır bir şey koymak, yanında cünüp ve hayız hâllerinde olanların bulunması ve ayrıca fazla konuşmak, ağlamak ve kadınları yalnız onun yanında bırakmak, mekruhtur.

ÖLÜM SONRASI İLE İLGİLİ HÜKÜMLER

530- Öldükten sonra açık kalmaması için ölünün ağzını kapatmak, gözlerini yummak ve çenesini [bir bez ile iyice çekip tepesine] bağlamak, ellerini ve ayaklarını uzatmak, üzerine bir örtü çekmek, gece ölmüşse öldüğü yerde ışık yakmak, cenazenin teşyii için müminlere haber vermek ve gömülmesinde acele etmek müstehaptır. Ama öldüğü kesin olarak bilinmezse, kesinleşinceye dek beklenilmelidir. Yine ölü, hamile ve karnındaki çocuk da canlı olursa, sol tarafı yarılıp çocuk çıkarılıncaya ve yarılan yere dikiş atılıncaya kadar gömme işleri ertelenmelidir.

CENAZELERLE İLGİLİ HÜKÜMLER

531- On iki İmam Şiası olmasa da bir Müslüman öldüğünde onu yıkamak, hunutlamak, kefenlemek ve üzerine namaz kılıp bir kabre gömmek, velisine farzdır. velinin kendisi ya bu işleri yapmalı ya da başka birini bu işleri yapması için görevlendirmelidir. Bu işleri velinin izniyle birisi yaparsa velinin boynundan kalkar. Hatta velinin izni olmadan da biri yerine getirirse velinin boynundan kalkar. Ölenin velisi olmaz veya ölünün işlerini yapmaktan kaçınırsa, diğer mükelleflerin üzerine kifayeten farzdır. Yani bazıları yaparsa, bu görev diğerlerinin üzerinden kalkmış olur. Hiç kimse bu görevi yapmazsa, bütün herkes günah işlemiş olur. Veli bu işleri yapmak istemezse, iznini almaya gerek yoktur.

532- Ölünün işleriyle ilgilenen biri olursa, diğerlerinin teşebbüs etmeleri farz olmaz. Ancak o, yarıda bırakırsa, diğerlerinin mezkur işleri tamamlaması gerekir.

533- İnsan, başka birisinin cenaze işleriyle ilgilendiğinden emin olursa, cenaze işleriyle ilgilenmesi gerekmez. Ancak bu konuda şüphesi veya zannı olursa, ilgilenmesi gerekir.

534- Cenazenin yıkanma, kefenlenme, namaz veya defin işlerinin batıl olarak yapıldığını bilen kimse, mezkur işleri yeniden yapmalıdır. Ama batıl olduğuna dair zannı olur veya doğru yapılıp yapılmadığı hususunda şüpheye düşerse, mezkur işleri yapması gerekmez.

535- Kadının velisi kocasıdır. Bunun dışında ölünün velisi miras bölümünde geleceği gibi sırasıyla varisleridir. Meyyitin erkek varisleri her tabakada diğerlerinden önce gelir. Meyyitin babasının meyyitin oğluna, meyyitin ceddinin kardeşine, meyyitin baba ve ana bir olan kardeşinin, yalnızca baba veya ana tarafından olan kardeşine, baba tarafından olan kardeşinin ana tarafından olan kardeşine, amcasının dayısına mukaddem olması şüphelidir. Dolayısıyla böyle yerlerde ihtiyata göre amel edilmelidir. Birden fazla veli olursa birisinin izni yeterlidir.

536- Buluğa ermemiş çocuk ve deli, ölünün işlerini görmek hususunda veli sayılmazlar. Bizzat kendisi veya başka birini görevlendirerek meyyitin işlerini üstlenme imkanı olmayan gaib biri de velayeti yoktur.

537- Birisi; "Ben ölünün velisi veya vasisiyim" ya da; "Ölünün velisi tarafından, yıkama, kefenleme ve gömme işleri hakkında izinliyim" der ve sözlerine de güvenilirse veya ölü onun elindeyse ya da iki adil şahit onun sözlerinin doğruluğuna şahadet verirlerse, sözlerini kabul etmek gerekir.

538- Ölü kendisinin yıkanma, kefenlenme, kabre konulma ve namazıyla ilgili olarak velisi dışında bir başkasını [yetkili olarak] belirlerse bu işi yapma yetkisi ona aittir. Elbette öldükten sonra gerekli işlemleri yapması için ölünün vasiyet ettiği kişi, bunu kabul etmeyebilir. Fakat kabul ettikten sonra vasiyeti yerine getirmelidir.

CENAZELERİN YIKANMASI İLE İLGİLİ HÜKÜMLER

539- Cenazeye üç gusül vermek farzdır:

1) Sidr ile karışık suyla.

2) Kâfur ile karışık suyla.

3) Normal su ile.

540- Sidr ve kâfur, suyun muzaf suya dönüşeceğine sebep olacak ölçüde fazla ve yine "sidr ve kâfurla karıştırılmamış sudur" denecek ölçüde az olmamalıdır.

541- Gereken miktarda sidr ve kâfur bulunmazsa, müstehap ihtiyat gereği bulunan miktarın suya katılması gerekir.

542- İhramlı iken ölen kimseyi kafurlu suyla gusül vermemek gerekir. Onun yerine halis suyla gusül verilmelidir. Ama temettü haccı ihramında olursa, tavaf, tavaf namazı ve sa’yi yerine getirmişse veyahut kıran haccında ve tıraş olmuşsa kafurlu suyla gusül verilebilir.

543- Sidr ve kâfur veya bunlardan herhangi biri bulunmazsa ya da bulunur ama örneğin gasp olmasından dolayı kullanılması caiz olmazsa, ihtiyat gereği bir teyemmüm vermeli ve mümkün olmayanın yerine de halis suyla bir kere gusül vermelidirler.

544- Ölüyü yıkayan kimsenin Akıllı, Müslüman ve ihtiyat gereği on iki İmam’a (a.s) inanan şia olması ve ayrıca gusül hükümlerini bilmesi gerekir. Mümeyyiz bir çocuk da guslü doğru bir şekilde yapabilirse yeterlidir. On iki imam şiası olmayan bir Müslüman’a, aynı mezhepten biri kendi mezhebine göre gusül verirse, teklif on iki imam şiası müminlerden kalkar. Ama ölünün velisi Şii olursa teklif kalkmaz.  

545- Ölüyü yıkayan kimse bu işi kurbet kastıyla yapmalıdır yani ölüyü yıkama işini, Âlemlerin Rabbi'nin emrini yerine getirmek için yapmalıdır

546- Zinadan doğmuş olsa da Müslüman çocuğu yıkamak, farzdır. Kâfiri ve evladını yıkamak, kefenlemek ve gömmek vacip değildir. Çocuk mümeyyiz olur ve Müslüman olduğunu izhar ederse, Müslüman hükmündedir. Çocukluktan deli olup bu durumu üzere bulûğa eren bir kimsenin, babası veya annesi Müslüman olduğu takdirde, gusledilmesi gerekir.

547- Düşük çocuk dört aylık veya dört aylıktan daha fazla olursa, gusledilmelidir. Hatta dört aylık dahi olmaz, fakat vücut yapısı tamamlanmış olursa ihtiyat gereği gusledilmelidir. Bu durumlar dışında ihtiyat gereği bir bez paçasına sarılmalı ve gusülsüz defnedilmelidir.

548- Erkek mahrem olmayan kadına, kadın da mahrem olmayan erkeğe gusül veremez. Karı koca birbirlerine gusül verebilirler.

549- Mümeyyiz olmayan bir kız çocuğuna, erkek ölü guslü verebildiği gibi, mümeyyiz olmayan erkek çocuğuna da kadın gusül verebilir.

550- Mahrem olan kimseler birbirlerine ölü guslü verebilirler. Bu mahremlik bağı ister anne, kız kardeş gibi nispi bağ olsun isterse süt emme yoluyla veya evlilikten doğan mahremiyet olsun aynıdır. İhtiyata uygun olmasına rağmen elbise altından gusül verilmesi gerekmez. Elbette farz ihtiyata göre; ölen kadına, gusül verecek kadın bulunmaması halinde mahremi olan erkek ona gusül vermelidir. Bunun aksi durumda da hüküm aynıdır.

551- Ölü ve onu yıkayan, her ikisi de erkek veya kadın olursa, cenazenin avret dışındaki yerlerinin açık olması caizdir. Fakat elbise altından gusül verilmesi daha iyidir.

552- Ölünün avret yerine bakmak karı koca dışındakiler için haramdır. Onu yıkayan baktığı takdirde, günah işlemiş olur; ancak verilen gusül, batıl olmaz.

553- Ölünün herhangi bir yeri necis olursa, mezkûr yerin guslüne başlamadan önce yıkanmalıdır. Ölünün yıkama işine başlanmadan önce bütün bedeninin temizlenmesi daha iyidir.

554- Ölüyü yıkama şekli, cenabet guslü gibidir. Farz ihtiyat gereği, tertibî olarak yıkama mümkün olduğu takdirde, irtimasî olarak yıkamamalıdırlar. Tertibî gusülde de bedenin sağ tarafı sol taraftan önce yıkanmalıdır.

555- Âdetli veya cünüp iken ölen bir kimseye, hayız ve cenabet guslü vermek gerekmez; cenaze guslü yeterlidir.

556- Ölüyü yıkamak için ücret almak, ihtiyat gereği haramdır. Allah’a yakınlaşma niyetine ters olacak şekilde biri gusül için ücret alırsa, o gusül batıldır. Ancak yıkama öncesi gerekli hazırlıklar için ücret almak, haram değildir.

557- Ölü guslünde, Cebire-i Gusül meşru değildir. Su bulunmaz veya suyu kullanmanın sakıncası olursa, her yıkama yerine ölüye bir teyemmüm ettirilir. Üç teyemmüm ettirilmesi ise ihtiyaten müstehaptır.

558- Ölüye teyemmüm ettiren kimse, ellerini toprağa vurmalı sonra ölünün yüzüne ve ellerinin arkasına sürmelidir. Eğer mümkün olursa ölünün elini toprağa vurarak yüzüne ve ellerinin üstüne çekmek de ihtiyat gereği müstehaptır.

CENAZENİN KEFENLENMESİYLE İLGİLİ HÜKÜMLER

559- Müslüman’ın cenazesini "izar, kamis ve lifafe" olmak üzere üç parça bezle kefenlemek gerekir.

560- İzar, bedenin göbekten dize kadar olan kısmını örtmelidir. Göğüsten ayak üzerine kadar uzun olması daha iyidir. Farz ihtiyat gereği, kamis omuzdan baldırın yarısına kadar olan kısmı tamamen örtmelidir. Ayak üzerine kadar örtmesi daha iyidir. Lifafe, bedenin tamamını ötecek kadar uzun olmalıdır. Baş ve ayak tarafları düğümlenebilecek kadar uzun olması ve eninin ise, bir ucunun diğerinin üzerine gelecek kadar olması ihtiyaten farzdır.

561- Önceki hükümde açıklandığı gibi, kefenin farz miktarı ölünün malından alınır. Hatta ölünün şanına layık olacak şekilde mamul bir çerçevede kefenin müstehap kısmı da ölünün malından alınabilir. Elbette baliğ olmayan varisin malından, farz kısımdan fazlasının alınmaması ihtiyaten müstehaptır.

562- Bir kimse, önceki iki hükümde açıklanan kefenin sünnet miktarını geriye bıraktığı malın üçte birinden alınmasını yahut malının üçte birinin, -ister masraf yerlerini asla belirtmesin, ister sadece bir bölümünü belirlesin- kendi masrafları için harcanmasını vasiyet etmişse, normal miktarın üzerinde de olsa kefenin müstehap miktarı onun malının üçte birinden alınabilir.

563- Kefeninin malının üçte birinden alınmasını vasiyet etmemiş ve malın aslından almak isterlerse; 561. meselede denildiğinden fazlasını almamaları gerekir. Örneğin ölünün durumunun iktiza etmediği şekilde, mamul olmayan müstehap miktarın, malın aslından almamaları gerekir. Aynı şekilde kefen için normalin üzerinde bir ücret ödenirse, fazlalığı malın aslından almamaları gerekir. Baliğ varislerin izniyle onların malından alınabilir.

564- Kadının kefeni mal sahibi olsa dahi, kocasına aittir. Yine talâk bölümünde açıklanacağı üzere kadına ric'î talâk verilir ve iddeti tamamlanmadan önce ölürse, kefeni kocasına aittir. Eğer kocası bulûğ çağına ermemiş veya deli olursa, kocasının velisi kadının kefenini onun malından vermelidir.

565- Yakınları, ölünün hayatta iken nafakasını vermekle yükümlü olsalar da, öldükten sonra kefenini temin etmek onların üzerine farz olmaz.

566- Ölünün kefen temin edecek kadar malı olmazsa, onun kefensiz defnedilmesi caiz değildir. İhtiyat gereği Müslümanlara onu kefenlemek vaciptir. Onun ücretini de zekattan hesaplayabilirler.

567- İhtiyat gereği, üç kefen parçası ölünün bedenini gösterecek şekilde ince olmamalıdır. Ama her üçü birlikte, ölünün bedeninin görülmesini engellerlerse yeterlidir.

568- Başka bir şey bulunmasa bile, gasp edilmiş bir şeyle ölüyü kefenlemek caiz değildir. Eğer kefen gasp edilmiş olur ve sahibi de razı olmazsa, kabre konulmuş olsa da ölünün üzerinden çıkarılması gerekir.

569- Cenazeyi necis bir şeyle ve saf ipekten yapılmış bezle kefenlemek, caiz değildir; aynı şekilde ihtiyat gereği altın işlemeyle dikilen elbiseyle de kefenlenmemelidir. ama çaresizlik hâlinde olursa sakıncası yoktur.

570- Normal hâlde yani zaruret olmaksızın eti yenmeyen bir hayvanın derisiyle ölüyü kefenlemek caiz değildir. Hatta eti yenilen hayvanın derisiyle de kefenlemek caiz değildir. Aynı şekilde eti yenmeyen hayvanın yününden veya kılından yapılmış olan bezle ölüyü kefenlemek de zaruret olmadığı durumda ihtiyat gereği caiz değildir. Elbette müstehap ihtiyat gereği bu ikisinde de kaçınılmalıdır.

571- Kefen, ölüye ait olan veya ona ait olmayan necaset vasıtasıyla necis olduğunda, eğer kefen zayi olmayacaksa, kabre konulmuş olsa bile, necis olan miktarı yıkanmalı veya kesilip çıkarılmalıdır. Eğer necis olan miktarın yıkanması veya kesilmesi mümkün olmazsa, değiştirilmesi mümkün olduğu takdirde kefeni değiştirilmelidir.

572- Hac veya umre için ihram giymiş bir kimse ölürse, diğerleri gibi kefenlenmesi gerekir; başını ve yüzünü örtmenin sakıncası yoktur.

573- İnsanın, sağlığında kendi kefenini, sidr ve kâfuru-nu hazırlaması, müstehaptır.

HANUT HÜKÜMLERİ

574- Ölüyü yıkadıktan sonra belirli yerlerine hanut konulması farzdır; yani [secde yerleri olan] alnına, ellerinin içine, dizlere, ayak başparmaklarının ucuna, kâfur konulması vaciptir. Burnunun ucuna da kâfur sürmek müstehaptır. Kâfur taze ve ezilmiş temiz ve gasp edilmemiş olmalıdır. Eski olduğu için kokusu gitmiş olursa yeterli değildir.

575- Kâfurun secde yerlerinin sırasına göre konulması gerekmez. Ancak önce alına konulması ihtiyaten müste-haptır.

576- Ölüye, kefenlemeden önce hanut konulması daha iyidir. Ancak kefenlerken veya ondan sonra yapılmasının herhangi bir sakıncası yoktur.

577- Hac için ihrama giren biri ölürse, 542. meselede geçen durumun dışında, onu hanutlamak caiz değildir.

578- Kocası ölen ve iddeti bitmemiş olan bir kadının, her ne kadar güzel koku kullanması haram ise de, öldüğü takdirde ona hanut konulması farzdır.

579- Ölüyü amber, misk, ud ve diğer ıtırlarla tütsülemek veya hanut için bunlarla kâfuru karıştırmak ihtiyaten müstehaptır.

580- Kâfuru, Şehitlerin Efendisi Hz. İmam Hüseyin'in (Allah'ın selâmı ona olsun) türbetiyle karıştırmak, müste-haptır. Ama bu tür kâfurun saygısızlık sayılacak yerlere değdirilmemesi gerekir ve yine türbetin, karıştırıldığı takdirde "bu kâfur değildir" denecek kadar fazla olmaması gerekir.

581- Kâfur bulunmaz veya sadece gusle yetecek kadar olursa hanutlamak gerekmez. Eğer yedi uzva yetecek kadar olmazsa, müstehap ihtiyat gereği önce alına konulmalıdır.

582- İki tane yaş ve taze ağaç dalını cenazeyle beraber kabre koymak müstehaptır.

CENAZE NAMAZIYLA İLGİLİ HÜKÜMLER

583- Müslüman bir ölünün veya altı yaşını tamamlamış Müslüman çocuğun namazını kılmak, farzdır.

584- Altı yaşını doldurmamış ama namazın ne olduğunu anlayacak durumda olan çocuğun namazının kılınması ihtiyaten farzdır. Eğer namazın ne olduğunu bilmiyor idiyse yine ona recaen namaz kılmanın sakıncası yoktur. Ama ölü dünyaya gelen çocuğun namazını kılmak müstehap değildir.

585- Cenaze namazı; yıkama, hanut koyma ve kefenleme işi bittikten sonra kılınmalıdır. Bu işlerden önce veya bunların arasında kılınan cenaze namazı, ister unutkanlık, ister şer'î hükmü bilmemek yüzünden olsun, yeterli değildir.

586- Cenaze namazı kılmak isteyen kimsenin abdest, gusül veya teyemmüm almış olması ve yine beden ve elbisesinin temiz olması gerekmez; elbisesi gasp edilmiş bile olsa, sakıncası yoktur. Ancak diğer namazlarda gerekli olan her şeye bu namazda da riayet etmek, müstehap ihtiyata uygundur.

587- Cenaze namazı kılan kimse, kıbleye yönelmelidir. Yine cenaze sırt üstü, baş tarafı namaz kılanın sağına ve ayakları ise soluna gelecek şekilde karşısına konulmalıdır.

588- Namaz kılanın yeri, cenazenin bulunduğu yerden çok aşağı ve çok yukarı olmamalıdır. Ancak biraz alçak veya yüksek olmasının sakıncası yoktur. Yine namaz kılanın yerinin gasp edilmiş olmaması ihtiyaten müstehaptır.

589- Namaz kılan, cenazeden uzak olmamalı; ama cena-ze namazını cemaatle kılan kimsenin cenazeden uzak olmasının saflar birbirine bağlı olduğu takdirde, sakıncası yoktur.

590- Namaz kılan, cenazenin karşısında durmalı; ama eğer namaz cemaatle kılınırsa cenazenin karşısında olmayanların namazının sakıncası yoktur.

591- Cenazeyle namaz kılan arasında perde, duvar veya benzeri bir şey bulunmamalıdır. Ama cenazenin tabut ve benzeri bir şeyde olmasının sakıncası yoktur.

592- Namaz kılınırken cenazenin avret yerinin örtülü olması gerekir. Eğer onu kefenlemek mümkün değilse, avret yeri tahta, tuğla veya benzeri bir şeyle de olsa, örtülmelidir.

693- Cenaze namazı ayakta ve kurbet (=Allah'a yaklaşma) kastıyla kılınmalıdır. Niyet edilirken ölü belirtilmeli, meselâ, "Allah rızası için şu ölünün namazını kılıyorum" diye niyet edilmelidir. Yine farz ihtiyate göre günlük namazdaki istikrar burada da riayet edilmelidir.

594- Cenaze namazını ayakta kılabilecek bir kimse bulunmazsa, oturarak kılınabilir.

595- Ölü, cenaze namazını belirli bir şahsın kılmasını vasiyet etmişse, farz ihtiyat gereği o şahıs, ölünün velisinden izin almalı ve farz ihtiyat gereği veli de izin vermelidir.

606- Ölü için birkaç defa cenaze namazı kılmak mekruhtur. Ama ölen ilim ve takva ehlinden olursa, mekruh olmaz.

607- Bilerek veya unutularak veya bir özür sebebiyle namazı kılınmayarak gömülen ya da gömüldükten sonra, kılınan namazın batıl olduğu anlaşılan cenazenin cesedi dağılıncaya kadar cenaze namazı için açıklanan şartlara uyularak, kabri üzerinden ona namaz kılınması, farzdır.

Cenaze Namazı

608- Cenaze namazı beş tekbir alınarak kılınır. Namaz kılan kimse, beş tekbiri açıklanacak şekilde alırsa yeterlidir. Niyet ettikten ve birinci tekbiri aldıktan sonra şöyle der:     ( اَشْهَدُ اََنْ لاَ اِلَهَ اِلاَّ اللَّهُ وَ اَنَّ مُحَمَّداً رَسُولُ اللّهِ )

"Eşhedu enla ilâhe illellah ve enne Muhemmeden Resûlullah"[12]

İkinci tekbirden sonra ise: (اَللَّهُمَّ صَلِّ عَلَى مُحَمَّدٍ وَ آلِ مُحَمَّدٍ ) "Ellahumme selli ela Muhemmedin ve âl-i Muhemmed."[13]

Üçüncü tekbirden sonra da:  اَللَّهُمَّ اغْفِرْ لِلْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ) "Ellahummeğfir li'l-mû'minîne ve'l-mû'minât."[14]

Dördüncü tekbiri aldıktan sonra, ölen insan erkek ise:

( اَللَّهُمَّ اغْفِرْ لِهَذَا الْمَيِّتِ ) "Ellahummeğfir lihaze'l-meyyit."[15]

Ve eğer ölen kimse kadın ise: ( اَللَّهُمَّ اغْفِرْ لِهَذِهِ الْمَيِّتِ ) "Ella-hummeğfir lihazihi'l-meyyit."[16] der ve sonra beşinci tekbiri alır.

Ancak cenaze namazını şu şekilde kılmak, daha iyidir. Şöyle ki: Birinci tekbirden sonra şöyle der:

اَشْهَدُ أنْ لاَ اِلَهَ اِلاَّ اللَّهُ وَحْدَهُ لاَ شَرِيكَ لَهُ وَ اَشْهَدُ اََنَّ مُحَمَّداً عَبْدُهُ وَ رَسُولُهُ اَرْسَلَهُ بِالْحَقِّ بَشِيراً وَ نَذِيراً بَيْنَ يَدَىِ السَّاعَةِ

Okunuşu: "Eşhedu enla ilâhe illellahu vehdehu la şerîke leh, ve eşhedu enne Muhemmeden ebduhu ve Resûluh, erse-lehu bi'l-hekki beşîren ve nezîren beyne yedeyi's-sâe."[17]

İkinci tekbirden sonra ise:

اَللَّهُمَّ صَلِّ عَلَى مُحَمَّدٍ وَ آلِ مُحَمَّدٍ وَ بَارِكْ عَلَى مُحَمَّدٍ وَارْحَمْ مُحَمَّداً وَ آلَ مُحَمَّدٍ كَاَفْضَل ِمَا صَلَّيْتَ وَ بَارَكْتَ وَ تَرَحَّمْتَ عَلَى اِبْرَاهِيمَ وَ آلِ اِبرَاهِيمَ اِنَّكَ حَمِيدٌ مَجِيدٌ وَ صَلِّ عَلَى جَمِيعِ اْلاَنْبِيَاءِ وَالْمُرْسَلِينَ وَالشُّهَدَاءِ وَالصِّدِّيقِينَ وَ جَمِيع ِعِبَادِ اللَّهِ الصَّالِحِينَ

Okunuşu: "Ellahumme selli ela Muhemmedin ve âl-i Mu-hemmed, ve barik ela Muhemmedin ve âl-i Muhemmed, ver-hem Muhemmeden ve âl-e Muhemmed, keefżeli ma selleyte ve barekte ve terehhemte ela İbrahîme ve âl-i İbrahîm. İnneke he-mîdun mecîd. Ve selli ela cemîil enbiyâi ve'l-murselîne ve'ş-şuhedâi ve's-siddîkîne ve cemîi ibadillah'is-salihîn."[18]

Üçüncü tekbirden sonra ise:

اَللَّهُمَّ اغْفِرْ لِلْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ وَالْمُسْلِمِينَ وَالْمُسْلِمَاتِ اْلاَحْيَاءِ مِنْهُمْ وَاْلاَمْوَاتِ تَابِـعْ بَيْنَنَا وَ بَيْنَهُمْ بَالْخَيْرَاتِ اِنَّكَ مُجِيبُ الدَّعَوَاتِ اِنَّكَ عَلَى‌ كُلِّ شَىْءٍ قَدِيرٌ

Okunuşu: "Ellahummeğfir li'l-mû'minîne ve'l-mû'minat, ve'l-muslimîne ve'l-muslimat, el-ehyâi minhum ve'l-emvat. Tabi' bey-nena ve beynehum bi'l-heyrat. İnneke mucîb'ud-deevat. İnneke ela kulli şey'in kedîr."[19]

Dördüncü tekbirden sonra, ölen insan erkek ise şöyle der:

اَللَّهُمَّ اِنَّ هَذَا عَبْدُكَ وَابْنُ عَبْدِكَ وَابْنُ اَمَتِكَ نَزَلَ بِكَ وَ اَنْتَ خَيْرُ مَنْزُولٍ بِهِ اَللَّهُمَّ اِنَّا لاَ نَعْلَمُ مِنْهُ اِلاَّ خَيْراً وَ اَنْتَ اَعْلَمُ بِهِ مِنَّا اَللَّهُمَّ اِنْ كَانَ مُحْسِناً فَزِدْ فِى اِحْسَانِهِ وَ اِنْ كَانَ مُسِيئاً فَتَجَاوَزْ عَنْهُ وَاغْفِرْ لَهُ اَللَّهُمَّ اجْعَلْهُ عِنْدَكَ فِى‌ اَعْلَى عِلِّيِّينَ وَاخْلُفْ عَلَى اَهْلِهِ فِى‌ الْغَابِرِينَ وَارْحَمْهُ بِرَحْمَتِكَ يَا اَرْحَمَ الرَّاحِمِينَ

Okunuşu: "Ellahumme inne haza ebduke vebnu ebdike vebnu emetike, nezele bike ve ente heyru menzûlin bih. Ellahumme inna la ne'lemu minhu illa heyren ve ente e'lemu bihi minna. Ellahumme in kane muhsinen fezid fî ihsanihi ve in kane musîen fetecavez enhu veğfir leh. Ellahummec'elhu indeke fî e'la illiyyîne, vehluf ela ehlihi fi'l-ğabirîne, verhemhu birehmetike ya erhem'er-rahimîn."[20]

Ölü, kadın ise şöyle der:

اَللَّهُمَّ اِنَّ هذِهِ اَمَتُكَ وابْنَةُ عَبْدِكَ وَابْنَةُ اَمَتِكَ نَزَلَتْ بِكَ وَ اَنْتَ خَيْرُ مَنْزُولٍ بِهِ. اَللَّهُمَّ اِنَّا لاَنَعْلَمُ مِنْهَا اِلاَّ خَيْراً وَ اَنْتَ اَعْلَمُ بِهَا مِنَّا، اَللَّهُمَّ اِنْ كَانَتْ مُحْسِنَةً فَزِدْ فِى‌ اِحْسَانِهَا وَ اِنْ كَانَتْ مُسِيئَةً فَتَجَاوَزْ عَنْهَا وَاغْفِرْ لَهَا، اَللَّهُمَّ اجْعَلْهَا عِنْدَكَ فِى‌ اَعْلَى‌ عِلِّيِّينَ وَاخْلُفْ عَلَى‌ اَهْلِهَا فِى‌ الْغَابِرِينَ وَارْحَمْهَا بِرَحْمَتِكَ يَا اَرْحَمَ الرَّاحِمِينَ

Okunuşu: "Ellahumme inne hazihi emetuke vebnetu ebdi-ke vebnetu emetike, nezelet bike ve ente heyru menzûlin bih. Ellahumme inna la ne'lemu minha illa heyren ve ente e'lemu biha minna. Ellahumme in kanet muhsineten fezid fî ihsaniha ve in kanet musîeten fetecavez enha veğfir leha. Ellahummec'el-ha indeke fî e'la illiyyîne vehluf ela ehliha fi'l-ğabirîne, verhem-ha birehmetike ya erhem'er-rahimîn."[21]

Dördüncü tekbiri müteakip beşinci tekbir alınır [beşin-ci tekbirle namaz son bulur].

599-609- Tekbirler ve dualar namaz hâlinden çıkmayacak şekilde peş peşe olmalıdır.

600-610- Cenaze namazını cemaatle kılan kimse, imama da uysa, tekbirleri alıp duaları da kendisi okumalıdır [imamın okumasıyla yetinilmez].

Cenaze Namazıyla İlgili Müstehaplar

611- Cenaze namazında birkaç şey müstehaptır:

1) Cenaze namazı kılan kimsenin abdest veya gusül veyahut teyemmüm almış olması. Abdest ve gusül almak mümkün olmadığı veya abdest veya gusül alındığında cenaze namazına yetişilmeyeceğinden korkulduğu takdirde, teyemmüm edilmesi ihtiyata uygundur.

2) Cemaat imamının veya yalnız olarak ona namaz kılan kimsenin, ölü erkek ise, boyunun ortası karşısında ve eğer kadın ise, göğsü hizasında durması.

3) Yalın ayak namaz kılınması.

4) Her tekbirde ellerin kaldırılması.

5) Ölü ile arasındaki mesafenin, rüzgâr elbisesini hareket ettirdiği takdirde cenazeye değecek miktarda az olması.

6) Cenaze namazının cemaatle kılınması.

7) Tekbir ve duaları, cemaat imamının yüksek sesle ve ona uyanların ise sessiz okumaları.

8) Cemaat namazında imama uyacak olanın bir tek kişi bile olsa, imamın arkasında durması.

9) Namaz kılanın, ölüye ve müminlere çok dua etmesi.

10) Namazdan önce üç defa "es-salât" demesi.

11) Cenaze namazının, halkın cenaze namazı için genellikle gittiği yerde kılınması.

12) Âdet gören kadının, cenaze namazını cemaatle kılmak istediği takdirde cemaatten ayrı tek başına bir safta yer alması.

612- Cenaze namazının camilerde kılınması, mekruhtur; ama Mescid-i Haram'da mekruh değildir.

CENAZELERİN KABİRLERE KONULMASIYLA İLGİLİ HÜKÜMLER

613- Cenazeyi, toprağa kokusu dışarı çıkmayacak ve yırtıcı hayvanların cesedi çıkaramayacakları şekilde gömmek farzdır. Eğer yırtıcı hayvanın onu çıkarması korkusu olmaz ve yine o çevrede kokudan rahatsız olacak bir insan bulunmazsa, sadece "toprağa gömüldü" denilecek şekilde gömülmesinin yeterli oluşu en güçlü görüştür. Ancak kabrin biraz önce açıklanan miktarda derin olması, müstehap ihtiyata uygundur. Yırtıcı hayvanın cesedi çıkarma ihtimali varsa kabrin, tuğla ve benzeri şeyle sağlam yapılması gerekir.

604-614- Cenazeyi toprağa gömmek mümkün olmazsa, göm-mek yerine bir binaya veya tabuta konulabilir.

605-615- Cenaze kabirde, ön tarafı kıbleye gelecek şekilde sağ tarafı üzerine yatırılmalıdır.

606-616- Gemide ölen bir kimse, gemide kalmasının bir sakıncası olmaz ve bekletilmesi ile de bozulmazsa, karaya çıkarılıncaya kadar bekletilmeli ve toprağa gömülmelidir. Aksi takdirde, gemide yıkanır, hanut bırakılır; kefenlenir ve cenaze namazı kılındıktan sonra, ya ayağına ağır bir şey bağlanarak ya da bir fıçıya bırakılıp ağzı kapatılarak denize atılmalıdır. Mümkün olduğu takdirde, hayvanlara çabuk yem olmayacağı bir yerde denize atılmalıdır.

607-617- Düşmanın, kabri açıp cesedi çıkarmasından ve kulağını, burnunu veya başka organlarını keseceğinden korkulduğunda, mümkün olduğu takdirde önceki hükümde açıklandığı üzere, denize atılmalıdır.

608-618- Cenazenin denize atılma veya gerekiyorsa mezarının sağlam yapılması gibi masraflar, ölünün geriye bıraktığı malın aslından alabilirler.

609-619- Kâfir bir kadın ölür ve karnında ölü bir çocuk bulunursa, çocuğun babası Müslüman olduğu takdirde, çocuğun kıbleye yönelik olması için kadın sol tarafı üzerine ve arkası kıbleye gelecek şekilde yatırılmalıdır. Hatta müstehap ihtiyat gereği, çocuğun bedenine ruh girmemiş olsa da, bu hükme göre amel edilmelidir.

610-620- Müslümanın, kâfir mezarlığına ve kâfirin de Müslüman mezarlığına gömülmesi, caiz değildir.

611-621- Müslümanın çöp ve pislik dökülen yerler gibi kendisine saygısızlık sayılacak yerlere gömülmesi, caiz değildir.

622- Cenaze, gasp edilmiş bir yere gömülmemelidir. Cenaze gömülmesi dışında başka amaçlar için vakfedilmiş yere ve yine Müslümanlara zarar verecek veya namazlarına engel olacak ise, camilere cenaze gömülmesi, caiz değildir. Hatta bize göre, camide hiç bir surette ve cami gibi bu iş dışında başka amaçlar için vakfedilen yerlere cenaze defnetmenin caiz olmayışı, en güçlü görüştür.

623- Ölüyü başka bir ölünün kabrine gömmek, kabrin açılmasına sebep olacaksa, caiz değildir.

624- Ölüden ayrılan şeyler kıl, tırnak ve diş bile olsa, onunla birlikte gömülmelidir. Eğer kabrin açılmasını gerektiriyorsa, ayrı olarak gömülmesi ihtiyata uygundur. İnsandan diri iken ayrılan tırnak ve dişin gömülmesi, müs-tehaptır.

615-625- Kuyuda ölen birisinin çıkarılması mümkün olmazsa, kuyu kapatılıp ona mezar yapılmalıdır.

626- Çocuk ana rahminde ölür ve orada kalması anne için tehlikeli olursa, en basit yöntemle dışarı çıkarılmalıdır. Hatta çocuğun parça parça edilmesini gerektirirse, sakıncası yoktur. Ancak bunu, becerebilen kocası veya bir kadın yapmalıdır; mümkün olmazsa, bu işte tecrübesi olan mahrem bir erkek, eğer o da olmazsa, işi becerebilen nâmahrem bir erkek yapmalıdır. Bunların hiç birisi olmazsa, o zaman işin ehli olmayan bir kimse bunu yapabilir.

627- Anne ölür ancak karnındaki çocuk diri olursa, çocuğun sağ kalacağına ümit olmasa bile önceki hükümde açıklanan kimseler vasıtasıyla, çocuk sağ çıkabileceği bir yerden çıkarılmalı ve yeniden dikilmelidir. Ama, çocuğun sağlam çıkarılmasında sağ ve sol taraftan çıkarılmasının herhangi bir etkisi olmazsa, farz ihtiyat gereği, sol taraftan çıkarılmalıdır.

Cenazelerin Gömülmesiyle İlgili Müstehaplar

628- Allah'ın rızasına uygun düşeceği ümit edilerek şu işlerin yapılması iyidir:

1) Kabrin, normal bir adam boyu kadar derin kazılması.

2) Cenazenin, en yakın mezarlığa gömülmesi; ancak uzakta bulunan mezarlık iyi insanların gömülmüş olması veya halkın kabir ehline Fatiha okumak amacıyla oraya daha fazla gitmeleri gibi olumlu yönü olursa o başka.

3) Cenazenin kabre bir kaç arşın kala yere koyulması, üç defada yavaş yavaş kabre yaklaştırılması, her defasında yere bırakılıp kaldırılması ve dördüncü defada kabre konulması.

4) Ölü erkek ise, üçüncü defada baş tarafı mezarın aşağı tarafına gelecek şekilde yere koyulması ve dördüncü defada baş tarafından mezara koyulması; eğer ölü, kadın ise üçüncü defada mezarın kıble tarafına koyulması ve yanlamasına mezara indirilmesi ve kabre indirilirken kabrin üzerine bir perde çekilmesi.

5) Cenazenin, tabuttan yavaşça alınıp mezara koyulması.

6) Definden önce ve defin sırasında emredilen duaların okunması.

7) Cenaze mezara konulduktan sonra kefenin bağlarının çözülmesi.

8) Ölünün yüzünün toprağa bırakılması.

9) Ölünün başının altına topraktan bir yastık yapılması.

10) Arkası üzerine dönmemesi için ölünün arkasına pişmemiş toprak veya kesek koyulması.

11) Mezarı toprakla doldurulmadan önce sağ elle cenazenin sağ omzuna vurulması ve sol elle de sol omzundan sıkıca tutulması ve ağzın ölünün kulağına yaklaştırılarak şiddetle hareket ettirilmesi ve üç defa şöyle denilmesi:

( اِسْمَعْ اِفْهَمْ يَا فُلاَنَ بْنَ فُلاَن‌ٍ ) "İsme', ifhem ya fulanebne fulan."[22] Fulan yerine ölünün ve babasının ismi söylenilmelidir. Şöyle ki, eğer ölünün ismi Muhammed ve babasının ismi de Ali ise, üç defa şöyle denilmelidir: (اِسْمَعْ اِفْهَمْ يَا مُحَمَّدَ بْنَ عَلِىٍّ‌)  "İsme', ifhem ya Muhammed'ebne Ali."

Daha sonra da şöyle denilmelidir:

هَلْ اَنْتَ عَلَى‌ الْعَهْدِ الَّذِى فَارَقْتَنَا عَلَيهِ مِنْ شَهَادَةِ اَنْ لاَ اِلَهَ اِلاَّ اللَّهُ وَحْدَهُ لاَ شَرِيكَ لَهُ وَ اَنَّ مُحَمَّداً صَلَّى‌ اللَّهُ عَلَيهِ وَ آلِهِ عَبْدُهُ وَ رَسُولُهُ وَ سَيِّدُ النَّبِيِّينَ وَ خَاتَمُ الْمُرْسَلِينَ وَ اَنَّ عَلِيّاً اَمِيرُ الْمُؤْمِنِينَ وَ سَيِّدُ الْوَصِيِّينَ وَ اِمَامٌ افْتَرَضَ اللَّهُ طَاعَتَهُ عَلَى‌ الْعَالَمِينَ وَ اَنَّ الْحَسَنَ وَالْحُسَيْنَ وَ عَلِى‌َّ بْنَ الْحُسَيْنِ وَ مُحَمَّدَ بْنَ عَلِىٍّ وَ جَعْفَرَ بْنَ مُحَمَّدٍ وَ مُوسَى‌ بْنَ جَعْفَرٍ وَ عَلِىَّ بْن‌ مُوسَى وَ مُحَمَّدَ بْنَ عَلِىٍّ وَ عَلِىَّ بْنَ مُحَمَّدٍ وَالْحَسَنَ بْنَ عَلِىٍّ وَالْقَائِمَ الْحُجَّةَ الْمَهْدِىَّ صَلَوَاتُ اللَّهِ عَلَيْهِمْ اَئِمَّةُ الْمُؤْمِنِينَ وَ حُجَجُ اللَّهِ عَلَى‌ الْخَلْقِ اَجْمَعِينَ وَ اَئِمَّتُكَ اَئِمَّةُ هُدىً اَبْرَارٌ يَا فُلاَنَ بْنَ فُلاَنٍ

Okunuşu: "Hel ente elel ehdillezî farektena eleyhi min şehadeti en la ilâhe illellahu vehdehu la şerîke lehu ve enne Muhemmeden sellallahu eleyhi ve alihi ebduhu ve resûluhu ve seyyid'un-nebiyyîne ve hatem'ul-murselîn. Ve enne Eliyyen Emîr'- ul-Mû'minîne ve seyyid'ul-vesiyyîne ve imamun iftereżellahu ţaetehu elel-âlemîn. Ve enne'l-Hesene ve'l-Huseyne ve Eliy-yebnel Huseyni ve Muhemmedebne Eliyyin ve Ce'ferebne Mu-hemmedin ve Musebne Ce'ferin ve Eliyyebne Musa ve Mu-hemmedebne Eliyyin ve Eliyyebne Muhemmedin ve'l-Hesenebne Eliyyin ve'l-Kâim'el-Huccet'el-Mehdiyye selevatullahi eleyhim eimmet'ul-mû'minîne ve hucecullahi ele'l-helki ecmeîne ve eimmetuke eimmetu huden ebrarun ya fulanebne fulan"[23]

Cümlelerin sonunda yer alan "fulanebne fulan" yerine ölen insanın ve babasının ismi söylenir. Daha sonra şunlar eklenir:

اِذَا اَتَاكَ الْمَلكَانِ الْمُقَرَّبَانِ رَسُولَيْنَ مِنْ عِنْدِ اللَّهِ تَبَارَكَ وَ تَعَالَى‌ وَ سَئَلاَكَ عَنْ رَبِّكَ وَ عَنْ نَبِيِّكَ وَ عَنْ دِينِكَ وَ عَنْ كِتَابِكَ وَ عَنْ قِبْلَتِكَ وَ عَنْ اَئِمَّتِكَ فَلاَ تَخَفْ وَ لاَ تَحْزَنْ وَ قُلْ فِى‌ جَوَابِهِمَا اللَّهُ رَبِّى‌ وَ مُحَمَّدٌ صَلَّى‌ اللَّهُ عَلَيْهِ وَ آلِهِ نَبِيِّى وَاْلاِسْلاَمُ دِينِى‌ وَالْقُرْآنُ كِتَابِى‌ وَالْكَعْبَةُ قِبْلَتِى‌ وَ اَمِيرُ الْمُؤْمِنِينَ عَلِىُّ بْنُ اَبِى‌ طَالِبٍ اِمَامِى‌ وَالْحَسَنُ بْنُ عَلىٍّ الْمُجْتَبَى‌ اِمَامِى وَالْحُسَيْنُ بْنُ عَلِىٍّ الْشَّهِيدُ بِكَرْبَلاَ اِمَامِى‌ وَ عَلِىٌّ زَيْنُ الْعَابِدِينَ اِمَامِى‌ وَ مُحَمَّدٌ الْبَاقِرُ اِمَامِى‌ وَ جَعْفَرٌ الصَّادِقُ اِمَامِى‌، وَ مُوسَى‌ الكَاظِمُ اِمَامِى‌، وَ عَلىٌّ الرِّضَا اِمَامِى‌، وَ مُحَمَّدٌ الْجَوَادُ اِمَامِى‌، وَ عَلىٌّ الْهَادِى‌ اِمَامِى‌ وَالْحَسَنُ الْعَسْكَرِىُّ اِمَامِى‌ وَالْحُجَّةُ الْمُنْتَظَرُ اِمَامِى‌ هؤُلاَءِ صَلَوَاتُ اللَّهِ عَلَيْهِمْ اَجْمَعِينَ اَئِمَّتِى‌ وَ سَادَتِى‌ وَ قَادَتِى‌ وَ شُفَعَائِى‌، بِهِمْ اَتَوَلَّى‌ وَ مِنْ اَعْدَائِهِمْ اَتَبَرَّءُ فِى‌ الدُّنْيَا وَاْلاَخِرَةِ. ثُمَّ اعْلَمْ يَا فُلاَن‌َ بْنَ فُلاَنٍ

Okunuşu: za etake'l-melekan'il-mukerrebani resûleyni min indillahi tebareke ve teala ve seelake en rebbike ve en nebiy-yike ve en dînike ve en kitabike ve en kibletike ve en eimme-tike fela tehef vela tehzen ve kul fî cevabihima: Ellahu rebbî ve Muhemmedun sellellahu eleyhi ve alihi nebiyyî ve'l-İslâmu dînî ve'l-Kur'ânu kitabî ve'l-Ke'betu kibletî ve Emîr'ul-Mû'minîne Eliyyubnu Ebîtalibin imamî ve'l-Hesenubnu Eliyyin'il-Mucteba imamî ve'l-Huseynubnu Eliyyin, eş-şehîdu bi-Kerbelâ imamî ve Eliyyun Zeynu'l-Abidîne imamî ve Muhemmedun el-Bakiru ima-mî ve Ce'ferun es-Sadiku imamî ve Musa el-Kazimu imamî ve Eliyyun er-Riża imamî ve Muhemmedun el-Cevadu imamî ve Eliyyun el-Hadî imamî ve'l-Hesen'ul-Eskeriyyu imamî ve'l-Huccet'ul-Muntezeru imamî. Hâulâi selevatullahi eleyhim ec-meîne eimmetî ve sadetî ve kâdetî ve şufeâî. Bihim etevella ve min e'dâihim eteberreu fi'd-dunya ve'l-ahireti, summe'lem ya fulanebne fulan."[24]

Yine cümlelerin sonundaki "fulanebne fulan" yerine ölen insanın ve babasının ismi söylenir ve şöyle devam edilir:

اَنَّ اللَّهَ تَبَارَكَ وَ تَعَالَى نِعْمَ الرَّبُّ وَ اَنَّ مُحَمَّداً صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ آلِهِ نِعْمَ الرَّسُولُ وَ اَنَّ عَلِىَّ بْنَ اَبِى طَالِبٍ وَ اَوْلاَدَهُ الْمَعْصُومِينَ اْلاََئِمَّةَ اْلاِِثْنَىْ عَشَرَ نِعْمَ اْلاََئِمَّةُ وَ اَنَّ مَا جَاءَ بِهِ مُحَمَّدٌ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ آلِهِ حَقٌّ وَ اَنَّ الْمَوْتَ حَقٌّ وَ سُؤَالَ مُنْكَرٍ وَ نَكِيرٍ فِى القَبْرِ حَقٌّ وَالْبَعْثَ حَقٌّ وَالنُّشُورَ حَقٌّ وَالصِّرَاطَ حَقٌّ وَالْمِيزَانَ حَقٌّ وَ تَطَايُرَ الْكُتُبِ حَقٌّ وَ اَنَّ الْجَنَّةَ حَقٌّ وَالنَّارَ حَقٌّ وَ اَنَّ السَّاعَةَ آتِيَةٌ لاَ رَيْبَ فِيهَا وَ اَنَّ اللَّهَ يَبْعَثُ مَنْ فِى الْقُبُورِ

Okunuşu: "Ennellahe tebareke ve teala ni'me'r-rebbu ve enne Muhemmeden sellellahu eleyhi ve alihi ni'me'r-resûlu ve enne Eliyyebne Ebîţalibin ve evladehu'l-me'sûmîne el-eimmet'el- isna eşere ni'me'l-eimmetu ve enne ma câe bihi Muhemmedun sellellahu eleyhi ve alihi hekkun ve enne'l-mevte hekkun ve suale munkerin ve nekîrin fi'l-kebri hekkun ve'l-be'se hekkun ve'n-nuşûre hekkun ve's-siraţe hekkun ve'l-mîzane hekkun ve teţa-yur'el-kutubi hekkun ve enne'l-cennete hekkun ve'n-nare hekkun ve enne's-saete atiyetun la reybe fîha ve ennellahe yeb'esu men fi'l-kubûr."[25]

Daha sonra, "Efehimte ya fulan" der ve fulan kelimesi ye-rine ölen insanın ismini söyler. Daha sonra da şu duayı ekler:

ثَبَّتَكَ اللَّهُ بِالْقَوْلِ الثَّابِتِ وَ هَدَاكَ اللَّهُ اِلَى صِرَاطٍ مُسْتَقِيمٍ عَرَّفَ اللَّهُ بَيْنَكَ وَ بَيْنَ اَوْلِيَائِكَ‌ فِى‌ مُسْتَقَرٍّ مِنْ رَحْمَتِهِ

Okunuşu: "Sebbetekellahu bi'l-kevli's-sabiti ve hedakellahu ila siraţin mustekîm. Errefellahu beyneke ve beyne evliyâike fî mustekerrin min rehmetih."[26]

Son olarak şu duayı da okur:

اَللَّهُمَّ جَافِ اْلاَرْضَ عَنْ جَنْبَيْهِ وَاصْعَدْ بِرُوحِهِ اِلَيْكَ وَ لَقِّهِ مِنْكَ بُرهَاناً اَللَّهُمَّ عَفوَكَ عَفْوَك‌

Okunuşu: "Ellahumme cafi'l-erże en cenbeyhi ves'ed birû-hihi ileyke ve lekkihi minke burhana. Ellahumme efveke efvek."[27]

619-629- Cenazeyi kabre koyan kimsenin taharetli (=abdest veya gusül almış olması), başı açık, yalın ayak olması ve cenazenin ayakları tarafından kabirden çıkması ve ölünün akrabaları dışında orada bulunanların, ellerinin arkasıyla kabre toprak dökmeleri ve "İnna lillahi ve inna ileyhi raci‘ûn"[28] demeleri iyidir. Ölü kadın olursa, mahrem olanların ve eğer mahremi olmazsa akrabalarının onu kabre koymaları gerekir.

620-630- Kabrin kare veya dikdörtgen şeklinde yapılması ve topraktan dört parmak kadar yükseltilmesi, yanlışlık olmaması için üzerine bir işaret konulması, kabir üzerine su serpilmesi, su serpildikten sonra orada bulunanların ellerini kabir üzerine koyarak parmaklarını açıp toprağa batırmaları ve yedi defa Kadir suresini okumaları ve ölü için Allah'tan bağış dilemeleri ve şu duayı okumaları iyidir:

اَللَّهُمَّ جَافِ اْلاَرْضَ عَنْ جَنْبَيْهِ وَاصْعَدْ اِلَيْكَ روُحَهُ وَ لَقِّهِ مِنْكَ رِضْوَاناً وَ اَسْكِنْ قَبْرَهُ مِنْ رَحْمَتِكَ مَا تُغْنِيهِ بِهِ عَنْ رَحْمَةِ مَنْ سِوَاكَ

Okunuşu: "Ellahumme cafil erże en cenbeyhi, ves'ed iley-ke rûhehu ve lekkihi minke riżvana. Ve eskin kebrehu min reh-metike ma tuğnîhi bihi en rehmeti men sivak."[29]

621-631- Cenazeyi takip edenler gittikten sonra, ölünün velisinin veya velisi tarafından izinli birisinin, emredilen duaları ölüye telkin etmesi, müstehaptır.

622-632- Definden sonra, ölü sahiplerine başsağlığı dileğinde bulunmak, müstehaptır. Ama üzerinden bir müddet geçer ve başsağlığı dilemek musibetin yenilenmesine ve hatırlatılmasına sebep olacaksa, terk edilmesi daha iyidir. Yine üç güne kadar ölünün ev halkına yemek ikram edilmesi müstehap, onların yanında ve evlerinde yemek yenilmesi, mekruhtur.

623-633- İnsanın, kendi yakınlarının özellikle çocuğunun ölümünde sabretmesi, ölüyü hatırlarken "İnna lillahi ve inna ileyhi raciûn"[30] demesi, ölü için Kur'ân okuması, ana ve ba-basının kabri başında Allah'tan istekte bulunması ve çabuk bozulmayacak şekilde kabri sağlam yapması müstehaptır.

634- Birisinin ölümünden dolayı, insanın kendi saçını başını yolması, yüzünü ve vücudunu yaralaması, caiz değildir.

635- Baba ve erkek kardeşin ölümü dışında yaka parçalamak, caiz değildir.

636- Erkek, karısının veya evladının ölümünde yakasını veya elbisesini parçalarsa veya kadın, ölünün mateminde kan gelecek şekilde yüzünü yırtar veya saçlarını yolarsa, ya bir köle azat etmeli, ya on fakiri doyurmalı veya onlara giysi giydirmelidir. Bunları yapamazsa, üç gün oruç tutmalıdır. Kan gelmemiş olsa da farz ihtiyat gereği, bu hükümler uygulanmalıdır.

627-637- Müstehap ihtiyat gereği, ölünün yasında yüksek sesle ağlanılmamalıdır.

VAHŞET NAMAZI

628-638- Cenazenin kabre konulduğu ilk gece, ölü için iki rekât namaz kılınması, müstehaptır. Şöyle ki: İlk rekâtta Fatiha'dan sonra bir defa Ayet'el-Kürsî ve ikinci rekâtta Fatiha'dan sonra on defa Kadir Suresi okunur ve namaz bittikten sonra şöyle denir:

 )اَللَّهُمَّ صَلِّ عَلَى مُحَمَّدٍ وَ آلِ مُحَمَّدٍ وَابْعَثْ ثَوَابَهَا اِلَى‌ قَبْرِ فُلاَنٍ(

Okunuşu: "Ellahumme selli ela Muhemmedin ve al-i Muhemmed. Veb'es sevabeha ila kebri fulan."[31]

Duada geçen "fulan" kelimesi yerine ölen insanın ismi söylenir.

629-639- Vahşet namazı, ölünün kabre konulduğu ilk gecenin herhangi bir saatinde kılınabilir. Ancak gecenin ilk bölümünde ve yatsı namazının ardından kılınması, daha iyidir.

630-640- Cenaze uzak bir şehre götürülmek istenir veya başka bir sebepten dolayı gömülmesi gecikirse, hediye (defin gecesi) namazı da kabre konulduğu ilk geceye kadar ertelenmelidir.

KABRİ AÇMAK

631-641- Müslümanın kabrini açmak, çocuk veya deli olsa da haramdır. Ancak ölünün cesedi çürür ve toprak kesilirse, sakıncası yoktur.

642- İmamzadelerin, şehitlerin ve salih insanların kabirlerini açmak, üzerinden yıllar geçse de, ziyaret yeri olduğu takdirde haramdır. Hatta ziyaretgah olmasa da, farz ihtiyat gereği, açılmamalıdır.

643- Bir kaç durumda kabri açmak, haram değildir:

1) Cenaze gasp edilmiş bir yerde gömülür ve yer sahibi de onun orada bulunmasına razı olmaz.

2) Kefen ya da cenazeyle gömülen başka bir şey gasp edilmiş olur ve sahibi onun kabirde kalmasına rıza gös-termez. Ölüden vereseye intikal eden bir mal cenazeyle birlikte gömülür ve verese o malın kabirde kalmasına razı olmazsa, yine hüküm aynıdır. Ancak vârislere intikal etmiş ve cenazeyle birlikte gömülen şey, yüzük ve benzeri gibi az bir mal olursa, onun çıkarılması için kabrin açılması özellikle eğer vereseye fazla haksızlık sayılmazsa, sakıncalı ve üzerinde genişçe durulması gereken bir konudur. Eğer dua kitabı, Kur'ân veya yüzük gibi şeylerin kendisiyle gömülmesini vasiyet ederse, vasiyet ettiği şey onun malının üçte birinden fazla olmadığı takdirde, bunları çıkarmak amacıyla kabir açılmaz.

3) Ölü yıkanmadan veya kefenlenmeden gömülür ya da yıkamanın batıl olduğu veya şer'î usûllere göre gömülmediği yahut kabirde kıbleye doğru koyulmadığı anlaşılır.

4) Bir hakkın ispatlanması için ölünün bedeni görülmek istenir.

5) Cenaze, kâfirlerin mezarlığı veya pislik dökülen yerler gibi kendisine saygısızlık sayılan bir yere gömülür.

6) Canlı olduğu hâlde annesiyle birlikte gömülen çocuğun çıkarılması gibi, şer'î açıdan kabri açmaktan daha önemli olan bir konu için açılması gerekli olur.

7) Ölünün bedenini, yırtıcı hayvanların parçalayacağından, sel götüreceğinden veya düşman çıkaracağından korkulur.

8) Ölünün vücudunun bir parçası olup ancak kendisiyle gömülmeyen bir parça gömülmek istenir. Ama farz ihtiyat gereği, o parça ölünün bedeni görülmeyecek şekilde kabre konulmalıdır.

MÜSTEHAP GUSÜLLER

644- Mukaddes İslâm dininde bir çok müstehap gusül vardır. Onlardan bazıları şunlardır:

1) Cuma guslü: Zamanı cuma günü sabah ezanından öğle ezanına kadardır. Öğleye yakın yapılması daha iyidir. Eğer öğleye kadar yapılmazsa, eda ve kaza olduğu niyet edilmeksizin cumanın ikindi vaktine kadar yapılması iyidir. Cuma günü gusül yapılmazsa, cumartesi gününün sabahından güneş batıncaya kadar kaza olarak yapılması, müste-haptır. Cuma günü su bulamayacağından korkan kimse perşembe günü cuma guslünü yapabilir. Hatta cuma gecesi, Âlemlerin Rabbi'nin rızasını kazanma ümidiyle gusül yapılırsa, sahihtir. Cuma guslü yapılırken şu duanın okunması müstehaptır:

اَشْهَدُ اَنْ لاَ اِلَهَ اِلاَّ اللَّهُ وَحْدَهُ لاَ شَرِيكَ لَهُ وَ اَنَّ مُحَمَّداً عَبْدُهُ وَ رَسُولُهُ. اَللَّهُمَّ صَلِّ عَلَى‌ مُحَمَّدٍ وَ آلِ مُحَمَّدٍ وَاجْعَلْنِى‌ مِنَ التَّوَّابِينَ وَاجْعَلْنِى‌ مِنَ الْمُتَطَهِّرِينَ

Okunuşu: "Eşhedu enla ilâhe illellahu vehdehu la şerîke lehu ve enne Muhemmeden ebduhu ve resûluh. Ellahumme selli ela Muhemmedin ve al-i Muhemmed, vec'elnî mine't-tevvabîne vec'elnî min'el-muteţehhirîn."[32]

2) Ramazan ayının ilk gecesi ve bu ayda tüm tek gecelerin örneğin üçüncü, beşinci ve yedinci gecelerin guslü. Ancak yirmi birinci geceden itibaren bütün gecelerde gusledilmesi, müstehaptır. Birinci, on beşinci, on yedinci, on dokuzuncu, yirmi birinci, yirmi üçüncü, yirmi beşinci, yirmi yedinci, yirmi dokuzuncu geceler için gusletmek hakkında daha çok tavsiye edilmiştir. Ramazan gecelerinin gusül vakti, gecenin bütünüdür; güneş batarken yapılması daha iyidir. Ancak yirmi birinci geceden ayın sonuna kadar akşam namazıyla yatsı namazları arasında yapılması daha iyidir ve yine yirmi üçüncü gece, gecenin başlangıcında yapılan guslün yanı sıra bir de gecenin sonunda gusledilmesi, müstehaptır.

3) Ramazan Bayramı ve Kurban Bayramı gününün guslü. Vakti, sabah ezanından güneş batıncaya kadardır. Bayram namazından önce yapılması, daha iyidir. Öğleden güneş batıncaya kadar yapılırsa, recâ niyetiyle [bu amele karşılık vaat edilen sevaba ulaşma ümidiyle] yapılması, ihtiyata uygundur.

4) Ramazan Bayramı gecesi guslü. Güneş battıktan sabah ezanına kadar yapılır. Ancak gecenin başlangıcında yapılması, daha iyidir.

5) Zilhicce ayının sekizinci ve dokuzuncu günlerinin guslü. Dokuzuncu günde öğleye yakın gusledilmesi, daha iyidir.

6) Recep ayının birinci, on beşinci, yirmi yedinci ve son gününün guslü.

7) Gadir-i Hum Bayramı gününün guslü. Güneşin çıkışından sonra, günün başlangıcında gusledilmesi, daha iyidir.

8) Zilhicce ayının yirmi dördüncü gününün guslü.

9) Nevruz bayramı günü, şaban ayının on beşinci, rebiyülevvel ayının dokuzuncu ve on yedinci ve zilkâde ayının yirmi beşinci günü yapılan gusüller. Ancak şabanın on beşinci gününün guslü ve bu meselenin sonuna kadar değinilecek olan diğer gusüller recâ niyetiyle [bu amele karşılık vadedilen sevaba ulaşma ümidiyle] yapılsın.

10) Yeni doğmuş çocuğa verilen gusül.

11) Kocası dışında bir başkası için güzel koku kullanan kadının guslü.

12) Sarhoşken uyuyan kimsenin guslü.

13) Herhangi bir yerini, yıkanmış bir ölünün bedenine dokunduran kimsenin guslü.

14) Güneş ve ay tamamen tutulduğu hâlde, kasıtlı olarak âyat namazı kılmayan kimsenin guslü.

15) Dara asılmış kimseyi görmek amacıyla gidip onu gören kimsenin gusletmesi. Ama tesadüfen veya çaresizlikten görür ya da şahitlik yapmak için gitmiş olursa, gusletmesi müstehap değildir.

645- Mekke'nin harem bölgesine, Mekke şehrine, Mes-cid-i Haram'a, Medine'nin harem bölgesine, Medine-i Mü-nevvere'ye, Mescid-i Nebevî'ye girmeden önce gusletmek, müstehaptır. Ehlibeyt İmamlarının (onlara selâm olsun) haremlerine girmek için reca niyetiyle [bu amele karşılık vadedilen sevaba ulaşma ümidiyle] gusletmek, iyidir. Bir günde bir kaç kez ziyarete gidecek olursa, bir gusül yeterlidir. Bir kimse, bir günde Mekke'nin harem bölgesine ve Mescid-i Haram'a ve Kâ'be'ye girmek isterse, hepsinin niyetiyle bir gusül etmesi yeterlidir. Yine bir günde Medine'nin harem bölgesine, Medine şehrine ve Mescid-i Nebevî'ye girmek isterse, hepsi için bir gusül yeterlidir.

Resulullah Efendimizi (s.a.a) ve Ehlibeyt İmamlarını (a.s) uzaktan veya yakından ziyaret etmek, yüce Allah'tan hacet istemek, tövbe etmek, ibadet ederken neşatlı olmak, yolculuk özellikle şehitler serveri Hz. Hüseyin'in (a.s) türbesini ziyaret amacıyla yapılan yolculuk için gusletmek müstehaptır. Bu meselede değinilen gusüllerden birini yaptıktan sonra abdesti bozan bir işi yapar meselâ uyursa, gusül batıl olur ve tekrar gusletmek, müstehaptır.

646- Müstehap gusülle namaz gibi abdesti gerektiren bir iş yapılamaz.

647- İnsanın üzerine bir kaç çeşit gusül müstehap olur ve hepsinin niyetiyle bir gusül yaparsa, yeterlidir.

TEYEMMÜM

Yedi yerde abdest ve gusül yerine teyemmüm edilmelidir:

Teyemmümü Mubah Kılan Birinci Durum

Abdest veya gusle yetecek kadar suyun temin edilmesinin mümkün olmaması.

648- İnsan bayındır yerlerde, abdest ve gusül suyu bulmak için ümitsizliğe kapılıncaya kadar aramalıdır. Çölde ise, dereli tepeli veya ağaçlık olması veya benzeri sebeplerle geçilmesi zor yerler olursa, eski zamanlar yayla atılan bir ok mesafesi kadar[33] dört tarafa su bulma amacıyla gidilmelidir. Su aranan yer böyle olmazsa, dört tarafa iki ok atımı mesafe kadar gidip su aramak gerekir.

649- Dört taraftan bazısı düzlük ve diğer bazısı dereli tepeli olur veya oralardan geçmek zor olursa, düzlük olan tarafta iki ok atımı ve böyle olmayan tarafta ise, bir ok atımı gidilip su aranması gerekir.

640-650- Su olmadığı kesin olarak bilinen tarafta, su aramak gerekmez.

651- Namaz vakti dar olmaz ve su aramak için vakit müsait olursa, su aranması gereken mesafeden biraz uzakta su olduğu kesin olarak bilinir ve herhangi bir engel ve zorluk söz konusu olmazsa, su bulmak amacıyla oraya gidilmelidir. Ancak uzakta su olduğu sanılırsa, oraya gidilmesi gerekmez. Ama eğer su bulunacağına kanaat getirilirse, oraya gidilmelidir.

652- Bizzat insanın kendisinin su araması gerekmez. Sözüne güvendiği birisini de gönderebilir; bu durumda bir kişi, bir kaç kişi tarafından da su aramaya gidebilir.

653- Eğer kendi yolculuk eşyasının içinde, evde veya kafilede su olduğuna ihtimal verirse, suyun olmadığından emin oluncaya veya bulunmasından ümitsizliğe düşünceye kadar araması gerekir.

654- Namaz vakti girmeden su arar; ancak bulamaz ve namaz vakti girinceye kadar orada kalırsa, yeniden su araması gerekmez.

655- Namaz vakti girdikten sonra su aramaya koyulur ve su bulamazsa ve öbür namaz vaktine kadar orada kalırsa, tekrar aramak gerekmez.

656- Yırtıcı hayvan tehlikesinden korkar veya su aramak tahammül edemeyeceği kadar zor olur veya namaz vakti, hiçbir şekilde su arayamayacağı kadar dar olursa, su aramak gerekmez. Ama bir miktar aramak imkanı olursa, o kadar aranması gerekir. Eğer kendi can veya malına bir zarar dokunacağından korkarsa, su aramaya gitmemelidir. Ama zayi olma ihtimali verilen mal ona göre önemsenmeyecek kadar az olur ve başka bir korku da söz konusu olmazsa, su araması gerekir.

657- Namaz vakti dar oluncaya dek su aramaya git-mezse, günah işlemiş olur; ama teyemmümle kıldığı namaz sahihtir.

658- Su bulamayacağından emin olan bir kimse, su aramaz ve teyemmümle namaz kılar; ancak namazdan sonra aradığı takdirde su bulunacağını anlarsa, namazı batıldır.

659- Su arayıp bulamadıktan sonra teyemmümle namaz kılar; ancak namazdan sonra, aradığı yerde suyun var olduğunu anlarsa, namazı sahihtir.

660- Namaz vakti girdikten sonra abdestli olur ve ab-destini bozacak bir şey yaptığında yeniden abdest alamayacağını bilirse, zararı ve meşakkati olmadan abdestini koruyabildiği takdirde, abdestini bozmamalıdır. Yine kendisi veya iki adil şahidin haber vermesi üzerine su bulamayacağını bilirse, aynı hüküm geçerlidir. Hatta su bulamayacağına dair yerinde bir ihtimal verirse, farz ihtiyat gereği ab-destini bozmaması gerekir.

661- Namaz vaktinden önce abdestli olur ve abdestini bozduğu takdirde su bulamayacağını bilir veya yerinde sayılır bir ihtimal verir yahut bunu iki adil şahit bildirirse, zararı ve meşakkati olmadan abdestini koruyabileceği takdirde farz ihtiyat gereği, abdestini bozmamalıdır.

662- Yalnızca abdest veya guslüne yetecek kadar suyu olan kimse onu döktüğünde su bulamayacağını bilir veya bunu iki adil şahit bildirirse, namaz vakti girmişse, onu dökmesi haramdır. Farz ihtiyat gereği, namaz vakti girmeden önce de onu dökmemelidir. Hatta bu görüşün, güçlü olmadığı söylenemez. Suyu döktüğü takdirde, başka su bulamayacağına dair yerinde bir ihtimal verirse, farz ihtiyat gereği, namaz vaktinden önce de onu dökmemelidir.

663- Su bulamayacağını bilir veya iki adil şahit bildirirse, namaz vakti girdikten sonra abdestini bozar veya yanında bulunan suyu dökerse, günah işlemiş olur ve teyemmümle kıldığı namaz sahihtir. Ancak müstehap ihtiyat gereği, namazı kaza etmelidir.

Teyemmümü Mubah Kılan İkinci Durum

654-664- İhtiyarlık sebebiyle veya hırsız, yırtıcı hayvan ve benzeri bir şeyden korku veya kuyudan su çekebilmek için gerekli aletlerin bulunmaması yüzünden suya ulaşılmazsa, teyemmüm edilmelidir.

655-665- Kuyudan su çekebilmek için kova, ip ve benzeri aletler gerekir ve onları satın almaya veya kiralamaya mecbur olursa, fiyatı normalin bir kaç misli fazla olsa da, temin etmesi gerekir. Yine kaç kat fazlasıyla satılmakta olan suyu da satın alması gerekir. Ancak bunları almak için gereken para, maddi durumuna zarar verecek miktarda olursa, satın alması farz olmaz.

656-666- Su elde etmek için borç almak zorunda kalırsa, borçlanmalı; ama borcunu ödeyemeyeceğini bilen veya zanneden kimsenin borçlanması farz değildir.

657-667- Meşakkati olmadığı takdirde, suya ulaşmak için kuyu kazmak gerekir.

658-668- Bir kimse minnet bırakmadan insana bir miktar su bağışta bulunursa, kabul etmelidir.

Teyemmümü Mubah Kılan Üçüncü Durum

669- Su kullandığı takdirde kendi canına ait korkusu olur veya su kullanma sonucu hastalanmaktan ya da bir kusur meydana geleceğinden veya hastalığının uzayacağından, artacağından veya tedavisinin güçleşeceğinden korkarsa, teyemmüm etmelidir. Ama sıcak suyun ona zararı olmazsa, onunla abdest almalı veya gusletmelidir.

660-670- Suyun kendisi için zararlı olacağından emin olması gerekmez. Zararlı olacağına dair ihtimal verir ve bu da halkın nazarında yerinde bir ihtimal sayılırsa, teyemmüm etmelidir.

671- Göz hastalığına yakalanan kimseye su zararlı ise, teyemmüm etmelidir.

662-672- Suyun zararlı olacağından emin olan veya korkan kimse, teyemmüm eder ve namazdan önce suyun kendisi için zararlı olmadığını anlarsa, teyemmümü batıl olur. Eğer namazdan sonra anlarsa, namazı batıldır.

673- Suyun kendisi için zararlı olmadığını bilir; ancak gusül veya abdest aldıktan sonra, suyun zararlı olduğunu anlarsa, almış olduğu gusül ve abdest sahihtir.

Teyemmümü Mubah Kılan Dördüncü Durum

674- Bulunan su, abdest veya gusle harcandığı takdirde kendisinin, aile ve çocuklarının, arkadaşının veya erkek ve kadın hizmetçi gibi onunla ilintili olanların susuzluktan öleceğinden veya hastalanacağından veya dayanılması zor olacak bir şekilde susayacaklarından korkarsa, abdest ve gusül yerine teyemmüm etmelidir. Yine at ve katır gibi normalde yemek için kesilmeyen hayvanın susuzluktan helak olacağından korkarsa, hayvan kendisinin olmasa da, suyu ona verip teyemmüm etmelidir. Aynı şekilde, canının korunması farz olan bir kimsenin su verilmediği takdirde ölme tehlikesi olursa, aynı hüküm geçerlidir.

675- Abdest veya gusül için bulundurduğu temiz sudan başka, kendisi ve onunla ilintili olanların içeceği kadar necis su da olursa, temiz suyu içmek için ayırmalı ve teyemmümle namaz kılmalıdır. Ama suyu, hayvana vermek isterse, necis suyu vermeli ve temiz suyla abdest ve gusül almalıdır.

Teyemmümü Mubah Kılan Beşinci Durum

676- Beden veya elbisesi necis olan bir kimsenin az miktarda suyu olur ve bununla abdest aldığı veya guslettiği takdirde, beden veya elbisesini yıkamaya su kalmazsa, suyu beden veya elbisesini yıkamada kullanmalı ve teyemmümle namaz kılmalıdır. Ama üzerine teyemmüm edilecek bir şeyi bulunmazsa, suyu, abdest veya gusül için kullanmalı ve necis beden veya elbiseyle namaz kılmalıdır.

Teyemmümü Mubah Kılan Altıncı Durum

667-677- Kullanılması haram olan su veya kaptan başka su veya kap bulunmazsa -meselâ, su veya kap gasp edilmiş olur ve ondan başka su veya kap da bulunmazsa- abdest veya gusül yerine teyemmüm etmelidir.

Teyemmümü Mubah Kılan Yedinci Durum

668-678- Vaktin dar olması yüzünden abdest veya gusül alındığı takdirde, namazın tamamı veya bir kısmı, vakitten sonra kılınacak olursa, teyemmüm edilmelidir.

669-679- Kasıtlı olarak namazını abdest veya gusle yetecek kadar vakit kalmayıncaya dek geciktirirse, günah işlemiş olur; ama teyemmümle kıldığı namaz sahihtir. Ancak müs-tehap ihtiyat gereği, o namazın kazasını kılmalıdır.

670-680- Abdest aldığı veya guslettiği takdirde namaza yetecek kadar vakit kalıp kalmayacağından şüpheye düşen kimse, teyemmüm etmelidir.

681- Vakit darlığı yüzünden teyemmüm eden kimsenin namazdan sonra, elinde bulunan su elinden çıkarsa, teyem-mümünü bozacak bir şey yapmasa bile görevi teyemmüm etmekse, yeniden teyemmüm etmelidir.

682- Suyu olan kimse, vaktin dar olması yüzünden teyemmümle namaz kılmaya başlar ve namaz esnasında mevcut olan su zâyi olursa, sonraki namazları o teyemmümle kılabilir.

673-683- Abdest alacak veya gusledecek ve namazları da ikamet ve kunut gibi müstehap amelleri yapmaksızın kılabilecek kadar vakit olursa, gusül veya abdest almalı ve namazı müstehap amelleri yapmaksızın kılmalıdır. Hatta Fatiha'dan sonra bir sure okuyacak kadar vakit olmasa bile, gusül veya abdest alıp namazı sure okumadan kılmalıdır.

ÜZERİNE TEYEMMÜM EDİLEN ŞEYLER

684- Temiz oldukları takdirde toprağa, çakıla, keseğe ve taşa, teyemmüm etmek sahihtir; tuğla ve testi gibi pişmiş çamur üzerine de teyemmüm edilir.

685- Kireç taşı, alçı taşı, mermer taşı, siyah mermer taşı ve sayir taş türleri üzerine teyemmüm edilir. Akik ve firuze taşı gibi cevherler üzerine edilen teyemmüm batıldır. Farz ihtiyat gereği, önceki hükümde açıklanan toprak ve üzerine teyemmüm edilebilen şeylerden biri var olduğu takdirde, yanmış kireç ve alçıya teyemmüm edilmemelidir. Toprak ve benzeri şeyler bulunmaz, alçı veya kireç üzerine yahut da toz veya çamur üzerine teyemmüm etmek zorunda kalırsa, hem toz ve hem çamura veyahut hem yanmış kireç ve hem alçıya teyemmüm etmelidir.

686- Toprak, çakıl, kesek ve taş bulunmazsa, elbise, yaygı veya benzeri şeyler üzerinde bulunan toz toprağa teyemmüm edilmelidir. Elbise ve yaygının arasında bulunan toza teyemmüm edilmez; ancak ilk önce vurularak toz elbise üzerine çıkarılırsa, teyemmüm yapılabilir. Eğer toz bulunmazsa, çamura teyemmüm edilir. Çamur da bulun-mazsa, müstehap ihtiyat gereği, namaz teyemmümsüz kılınır ve sonradan ihtiyat gereği, kaza edilir.

687- Yaygı ve benzerinin silkelenmesiyle toprak elde edilebilecek olursa, tozla teyemmüm etmek batıldır ve yine çamur kurutularak toprak elde edebilecek olursa, çamurla teyemmüm batıldır.

688- Suyu olmayıp yanında kar veya buz bulunan kimse, mümkün olduğu takdirde onu eritmeli ve onunla abdest veya gusül almalıdır. Bu mümkün olmazsa ve üzerine teyemmüm edilecek bir şey de bulunmazsa, müstehap ihtiyat gereği, namaz abdestsiz ve teyemmümsüz kılınmalı ve farz ihtiyat gereği, daha sonra kaza edilmelidir.

679-689- Toprak ve çakıl, üzerine teyemmüm edilmeyen saman ve benzeri bir şeyle karışık olursa, onunla teyemmüm edilmez. Ama üzerine teyemmüm edilmeyen şey, toprak ve çakıl içinde yok sayılacak kadar az olursa, onunla teyemmüm edilebilir.

680-690- Üzerine teyemmüm edilen bir şey bulunmazsa, mümkün olduğu takdirde, satın alınarak veya benzeri bir yolla temin edilmelidir.

681-691- Çamur duvara teyemmüm edilebilir. Müstehap ihtiyat gereği, kuru toprak veya yer bulundukça, nemli toprak ve zemine teyemmüm edilmemelidir.

692- Üzerine teyemmüm edilecek şey, pak olmalıdır. Eğer üzerine teyemmüm edilecek temiz bir şey bulunmaz-sa, namaz farz olmaz; ama kazasının kılınması gerekir.

683-693- Bir şeyin, kesin olarak üzerine teyemmüm edilebilir şeylerden olduğu bilinir ve ona teyemmüm edilir; ancak daha sonra, onunla teyemmüm etmenin doğru olmadığı anlaşılırsa, o şekilde kılınan namazların iade edilmesi gerekir.

694- Üzerine teyemmüm edilen şeyin gasp edilmemiş olması gerekir.

695- Gasp edilmiş alanda alınan teyemmüm, batıl değildir. Meselâ, kendi mülkünde iki elini toprağa vurur, daha sonra izinsiz başka birinin mülküne girer ve orada ellerini alnına sürerse, yaptığı teyemmüm batıl olmaz.

696- Teyemmüm edilen yerin gasp edilmiş olduğunu bilmez veya unutursa, unutan kimse gasp edenin kendisi de olsa, teyemmüm sahihtir.

687-697- Gasp edilmiş bir yerde hapsedilen kimse, su ve toprak gasp edilmiş olduğu takdirde, teyemmümle namaz kılmalıdır.

698- Üzerine teyemmüm edilen şeyin, elde toplanacak tozu olması müstehaptır. Üzerine eller vurulduktan sonra tozların dökülmesi için elleri silkelemek de müstehaptır.

689-699- Çukur yere, yol toprağına ve üzerini tuz kaplamamış olan tuzlaya teyemmüm etmek mekruhtur. Eğer üzerini tuz kaplamış olursa, teyemmüm batıl olur.

TEYEMMÜMÜN NİTELİĞİ

700- Teyemmümde dört şey farzdır:

1) Niyet etmek.

2) İki elin içini birlikte üzerine teyemmüm edilen bir şeyin üzerine vurmak.

3) İki elin içini bütün alna ve iki tarafına, kılların çıktığı yerden kaşlara ve burnun üst kısmına kadar çekmek. Farz ihtiyat gereği eller, kaşların üzerinden de çekilmelidir.

4) Sol elin iç tarafını sağ elin üstünün tamamına ve daha sonra sağ elin iç tarafını sol elin üstünün tamamına çekmek.

701- Gusül yerine yapılan teyemmümle abdest yerine yapılan teyemmümün farkı yoktur.

TEYEMMÜMLE İLGİLİ HÜKÜMLER

692-702- İster kasıtlı olsun, ister hükmü bilmemek ve ister unutma yüzünden olsun, alnın ve ellerin üstünün az bir kısmı da mesh edilmezse, teyemmüm batıl olur. Ama fazla dikkat etmek de gerekmez. "Alın ve ellerin üstünün tümü mesh edildi" denilirse, bu yeterlidir.

693-703- Ellerin üstünün tamamen mesh edildiğinden emin olmak için bileğin biraz üstünden mesh edilmelidir. Ancak parmakların arasının mesh edilmesi gerekmez.

694-704- Alın ve ellerin üstü yukarıdan aşağıya doğru meshedilmelidir ve bu işler kesintisiz olarak yapılmalıdır. "Teyemmüm ediyor" denmeyecek kadar onlar arasında fasıla verilirse, batıl olur.

705- Niyet edilirken teyemmümün gusül yerine mi, yoksa abdest yerine mi olduğu belirtilmelidir. Gusül yerine olursa, hangi gusül olduğu da belirtilmelidir. O hâlde, abdest bedeli veya gusül bedeli olarak teyemmüm edildiği niyet edileceğine yanlışlıkla tam tersi niyet edilir veyahut cenabet guslü yerine ölüye dokunma guslü sebebiyle teyemmüm edildiği niyet edilirse, teyemmüm batıl olur.

706- Teyemmümde alın, ellerin iç kısmı ve üstü, pak olmalıdır. Eğer ellerin iç kısmı necis olur ve onu yıkaya-mazsa, o şekilde teyemmüm etmelidir.

697-707- Teyemmüm edilirken ellerden yüzük çıkarılmalıdır. Alında, ellerin içinde veya üstünde bir engel olursa meselâ, onlara bir şey yapışmış olursa, giderilmelidir.

708- Alında veya ellerin üstünde yara olur ve üzerine sarılan bez veya başka şey açılmazsa, el onun üzerine sürülmelidir ve yine, elin iç tarafında yara olur ve üzerine sarılan bez veya başka şey açılmazsa, el o şekilde üzerine teyemmüm edilen şeye vurulmalı, alın ve ellerin üstü mesh edilmelidir.

709- Alında veya ellerin üstünde kıl bulunmasının sakıncası yoktur. Ama alın üzerine düşen saçların arkaya çekilmesi gerekir.

700-710- Alında, ellerin içinde veya üstünde bir engel olduğuna ihtimal verilir ve verilen ihtimal, halk nazarında yerinde olursa, engel olmadığına dair kanaat getirilinceye veya emin oluncaya kadar araştırılmalıdır.

711- Teyemmüm yapması gereken kimse, teyemmüm yapamazsa, naip (=yardımcı) tutmalıdır. Naip olan kimsenin, ona kendi elleriyle teyemmüm ettirmesi gerekir; eğer mümkün olmazsa naip kendi elini, üzerine teyemmüm edilen bir şeye vurup, onun alın ve ellerinin üstüne meshetmesi gerekir.

712- Teyemmüm edilirken önceki bölümün yapılıp yapılmadığından şüpheye düşülürse, itina edilmez ve alınan teyemmüm sahihtir. Yine her bir kısım yerine getirildikten sonra doğru olarak yapılıp yapılmadığından şüpheye düşülürse, itina edilmemeli ve alınan teyemmüm sahihtir.

713- Sol el mesh edildikten sonra teyemmümün doğru yapılıp yapılmadığından şüphe edilirse, teyemmüm sahihtir.

714- Teyemmüm etmesi gereken kimse, farz ihtiyat gereği, namaz vakti girmeden önce namaz için teyemmüm etmemelidir. Ama başka bir farz veya müstehap iş için teyemmüm eder ve namaz vaktine kadar özrü devam ederse, o teyemmümle namaz kılabilir.

715- Teyemmüm etmesi gereken kimse, namaz vakti bitinceye dek özrünün devam edeceğini bilirse, istediği vakitte namazını kılabilir. Ancak vaktin sonuna kadar özrünün zail olacağını bilirse, beklemeli; abdest veya gusül alarak ya da vakit darlaştığında teyemmüm ederek namaz kılmalıdır.

716- Abdest alamayan veya gusül edemeyen kimse, özrünün çabuk zail olacağına ihtimal verse de, kaza namazlarını teyemmümle kılabilir. Ancak vakit dar olmadan önce teyemmümü mubah kılan özrün kalkacağını bilirse, beklemelidir.

717- Abdest veya gusül alamayan kimse, günlük namazların nafileleri gibi belli vakitleri olan müstehap namazları teyemmümle kılabilir. Hatta bunu, ilk vakitte de yapabilir. Ancak bu, vaktin sonuna dek teyemmümü mubah kılan özrün kalkacağını bilmediği takdirde olur.

718- İhtiyat ederek cebire olarak gusül ve teyemmüm etmesi gereken, meselâ, sırtında yara olan bir kimse, gusül ve teyemmümden sonra namaz kılar ve namazdan sonra idrar gibi bir küçük hades gerçekleşirse, sonraki namazlar için abdest almalıdır.

709-719- Su bulunmaması veya başka bir özürden dolayı teyemmüm eden kimsenin özrü kalktıktan sonra, almış olduğu teyemmüm batıl olur.

710-720- Abdesti bozan şeyler, abdest bedeli yapılan teyemmümü de bozar. Guslü bozan hâller, gusül bedeli yapılan teyemmümü de bozar.

721- Gusül edemeyen kimse üzerine birkaç gusül farz olursa, farz ihtiyat gereği, onların her biri yerine bir teyem-müm etmelidir.

712-722- Gusül yapamayan kimse, gusülsüz yapılması caiz olmayan bir işi yapmak isterse, gusül bedeli teyemmüm yapmalıdır. Abdest alamayan kimse, abdestsiz yapılması caiz olmayan bir iş yapmak isterse, abdest bedeli teyemm-üm etmelidir.

723- Cünüplükten dolayı teyemmüm edilirse, namaz için abdest alınması gerekmez. Ama diğer gusüllerden dolayı teyemmüm edilirse, abdest alınması gerekir. Eğer ab-dest alınamazsa, abdest bedeli olarak da başka bir teyemmüm edilmelidir.

714-724- Gusül bedeli teyemmüm edilir ve sonra abdesti bozan bir iş gerçekleşirse, sonraki namazlar için gusledilemediği takdirde, abdest alınmalıdır.Teyemmüm de alması ihtiyaten müstehaptır. Eğer abdest de alamazsa, abdest bedeli olarak ikinci bir teyemmüm etmelidir.

725- Vazifesi abdest ve gusül bedeli olarak teyemmüm etmek olan kimse, bu iki teyemmümle yetinir; fazla teyemmüm etmesi gerekmez.

726- Teyemmüm etmesi gereken kimse, bir iş için teyemmüm ederse, teyemmüm ve özrü devam ettiği sürece, gusül veya abdestle yapılması gereken işleri, bu teyemmümle yapabilir. Ama suyu olduğu hâlde cenaze namazı için veya uyumak için teyemmüm etmişse, bu teyemmümle yalnızca kendisi için teyemmüm ettiği işi yapabilir. Farz ihtiyat gereği, teyemmümü mubah kılan özür, vaktin darlığı imişse, onunla da başka işler yapılmamalıdır.

716-727- Birkaç yerde teyemmümle kılınan namazların iade edilmesi, müstehaptır:

1) Suyu kullanmaktan korktuğu hâlde, bilerek kendini cünüp edip teyemmümle namaz kılmışsa.

2) Su bulamayacağını bildiği veya zannettiği hâlde bilerek kendini cünüp edip teyemmümle namaz kılmışsa.

3) Vaktin sonuna kadar su aramaya gitmeyip teyemmümle namaz kılmış olan kimse, sonra aradığı taktirde su bulunacağını anlarsa.

4) Bilerek namaz ertelenir ve vaktin sonunda teyem-mümle namaz kılınırsa.

5) Suyun bulunmayacağını bildiği veya zannettiği hâl-de, mevcut olan suyunu dökerek teyemmümle namaz kılmışsa.




[1]- [Şahadet ederim ki Allah'tan başka ilâh yoktur. Şahadet ederim ki Muhammed, Allah'ın elçisidir.]

[2]- [Allah'ın adıyla ve Allah'ın yardımıyla. Hamd, suyu temizleyici kılan ve onu necis kılmayan Allah'a mahsustur.]

[3]- [Allah'ım! Beni (her günah işledikçe) tövbe edenlerden kıl ve yine beni tertemiz (günahlardan kaçınan) kullarından kıl.]

[4]- [Allah'ım! Likana erişeceğim gün bana hüccetimi ve delilimi telkin et ve dilimi senin zikrin hususunda serbest kıl.]

[5]- [Allah'ım! Cennet kokusunu bana haram kılma. Beni cennetin kokusunu, esintisini ve ıtırını alan kimselerden kıl.]

[6]- [Allah'ım! Bazı yüzlerin siyah olacağı bir günde yüzümü ak et. Bazı yüzlerin ak olacağı günde yüzümü siyah etme.]

[7]- [Allah'ım! Amel defterimi sağ elime ve cennetlerde ebedi kalma belgesini de sol elime ver ve beni kolay hesaba çek.]

[8]- [Allah'ım! Kitabımı (amel defterimi) soldan ve arka tarafımdan verme. Amel defterimi boynuma asılı da kılma. Ateş parçalarından sana sığınırım.]

[9]- [Allah'ım! Rahmetin, bereketlerin ve affınla beni örtüver.]

[10]- [Allah'ım! Birtakım ayakların kaydığı günde, beni sırat üzerinde sabit kıl. Çabamı seni benden razı kılacak şeyde kıl, ey celâl ve ikram sahibi!]

[11]- [Anlamı: Allah'ım! Sana karşı işlediğim çok günahları bağışla ve benim az itaatimi kabul eyle. Ey azı kabul edip çoğu (çok günahı) bağışlayan! Benden azı kabul eyle ve çok günahımı affet; şüphesiz sen affeden ve bağışlayansın. Allah'ım! Bana acı; hiç şüphesiz sen esirgeyensin.]

[12]- [Allah'tan başka, bir ilâh olmadığına ve Hz. Muhammed'in (s.a.a) O'nun elçisi olduğuna şehadet ederim.]

[13]- [Allah'ım! Muhammed ve Ehlibeyti'ne rahmet et.]

[14]- [Allah'ım! Mümin erkek ve mümin kadınları bağışla.]

[15]- [Allah'ım! Şu ölü erkeği bağışla.]

[16]- [Allah'ım! Şu ölü kadını bağışla.]

[17]- [Anlamı: Şehadet ederim ki Allah'tan başka, bir ilâh yoktur; tektir, ortağı yoktur. Şehadet ederim ki Muhammed O'nun kulu ve elçisidir. Onu hak üzere kıyamet öncesine kadar müjdeleyici ve korkutucu olarak göndermiştir.]

[18]- [Anlamı: Allah'ım! İbrahim ve soyuna ettiğin rahmetin ve onları mazhar kıldığın rahmet ve bereketinin en üstünü gibi, Muhammed ve Ehlibeyti'ne rahmet et; Muhammed ve Ehlibeyti'ne bereket ver; Muhammed ve Ehlibeyti'ne merhamet eyle. Şüphesiz sen beğenilen ve yücesin. [Allah'ım!] Peygamberlerin, resullerin, şehitlerin, sıddıkların ve salih kullarının hepsine rahmet et.]

[19]- [Anlamı: Allah'ım! Bütün mümin erkek ve mümin kadınları, Müslüman erkek ve Müslüman kadınları, onlardan hayatta olanları ve ölenleri bağışla. Hayırlarla bizimle onların arasındaki ilişkiyi koru. Şüphesiz sen duaları kabul eden ve her şeye güç yetirensin.]

[20]- [Anlamı: Allah'ım! Bu senin kulundur. Senin erkek ve kadın kulunun evladıdır. O sana misafir oldu ve sen huzuruna varılanların en hayırlısısın. Allah'ım! Biz bunun hakkında iyilikten başka hiç bir şey bilmiyoruz. Ancak sen onu bizden daha iyi bilirsin. Allah'ım! Eğer o, iyilikte bulunan kimselerden ise, iyiliğini artır; eğer kötülükte bulunan kimselerden ise, ondan geç ve onu bağışla. Allah'ım! Ona kendi katında en yüce derecelerde yer ver. Geride bırakılanlar arasında ailesi hakkında onun yerine geç. Kendi rahmetinle ona rahmet et, ey merhametlilerin en merhametlisi.]

[21]- [Anlamı: Allah'ım! Bu senin kadın kulundur. Senin erkek ve kadın kulunun kızıdır. O sana misafir oldu ve sen huzuruna varılanların en hayırlısısın…]

[22]- [Ey falanın oğlu falan! (Söylediklerimi) dinle ve anla.]

[23]- [Anlamı: Bizden ayrıldığında bulunduğun ahit üzere misin sen? O ahit: Allah'tan başka ilâh olmadığına, tek ve ortağı bulunmadı-ğına, Hz. Muhammed'in (Allah, ona ve tertemiz Ehlibeyti'ne rahmet et-sin) O'nun kulu, elçisi, peygamberlerin efendisi ve resullerin sonuncusu olduğuna, Hz. Ali'nin müminlerin emiri, vasilerin efendisi ve Allah'ın itaatini bütün âlemlere farz kıldığı imam olduğuna, Hasan, Hüseyin, Ali b. Hüseyin (Zeynelabidin), Muhammed b. Ali (Bakır), Cafer b. Muhammed (Sadık), Musa b. Cafer (Kazım), Ali b. Musa (Rıza), Mu-hammed b. Ali (Cevad), Ali b. Muhammed (Hadi), Hasan b. Ali (As-keri), "Kaim, Hüccet ve Mehdi" hazretlerinin (Allah'ın rahmeti onlara olsun) müminlerin imamları, bütün yaratıklara Allah'ın hüccetleri, se-nin imamların, hidayet imamları ve iyiler olduklarına dair şehadet et-mendir. Ey falanın oğlu falan.]

[24]- [Anlamı: Allah Teala tarafından elçi olarak yakınlaştırılmış (yüksek derece sahibi) iki melek sana gelip Rabbin, Peygamberin, dinin, kitabın, kıblen ve imamların hakkında sorduklarında, korkma, hüz-ne kapılma ve onların cevabında şöyle de:

"Allah, Rabbimdir. Hz. Muhammed, (Allah, ona ve tertemiz Ehlibeyti'ne rahmet etsin) peygamberimdir. İslâm, dinimdir. Kur'an, kitabımdır. Kâbe, kıblemdir. Müminlerin emiri Ali b. Ebutalib, imamımdır. Ali'nin oğlu Hasan Müçteba, imamımdır. Kerbela'da şehit edilen Ali oğlu Hüseyin, imamımdır. Ali Zeynelabidin, imamımdır. Muhammed Bakır, imamımdır. Cafer Sadık, imamımdır. Musa Kazım, imamımdır. Ali Rıza, imamımdır. Muhammed Cevad, imamımdır. Ali Hadi, imamımdır. Hasan Askeri, imamımdır. Beklenilen Hüccet, imamımdır. Bunlar, (Allah'ın rahmeti hepsinin üzerine olsun) benim imamlarım, efendilerim, önderlerim ve şefaatçilerimdir. Onları seviyor; dünya ve ahirette düşmanlarından teberri ediyorum. O hâlde ey filan oğlu filan! Bil ki:]

[25]- [Anlamı: Şüphesiz Allah Tealâ, ne güzel Rabdır. Hz. Muhammed (Allah, ona ve tertemiz Ehlibeyti'ne rahmet etsin) ne güzel elçidir. Hz. Ali ve masum evlatları olmak üzere on iki imam, ne güzel imamlardır. Hz. Muhammed'in (Allah, ona ve tertemiz Ehlibeyti'ne rahmet etsin) getirdiği, haktır. Ölüm, haktır. Kabirde Münker ve Nekir (denen iki meleğ)in sorgulaması, haktır. Yeniden dirilme, haktır. Dirilip yayılma, haktır. Sırat, haktır. Mizan, haktır. Amel defterlerinin dağıtılması, haktır. Cennet, haktır. Cehennem, haktır. Kıyamet gelmektedir; onda hiçbir şüphe yoktur. Gerçekten Allah kabirde olanları diriltecektir. ]

[26]- [Anlamı: Allah, seni gerçek söz üzerinde sabit kılsın; seni doğru yola hidayet etsin ve seni sevdiklerinle rahmet yurdunda (cennette) tanıştırsın.]

[27]- [Anlamı: Allah'ım! Toprağı (yerin sıkıntısını) yanlarından uzaklaştır. Ruhunu kendine yücelt. Kendi katından onu bir delile kavuştur. Allah'ım! Affını dileriz, affını dileriz.]

[28]- [Biz Allah'tanız ve O'na döneceğiz. -Bakara, 156-]

[29]- [Anlamı: Allah'ım! Toprağı (yerin sıkıntısını) yanlarından uzaklaştır. Ruhunu kendine yücelt. Onu rızana kavuştur. Kabrini, kendisini diğerlerinin rahmetinden muhtaçsız kılacak derecede rahmetinle doldur.]

[30]- [Biz Allah'tanız ve O'na döneceğiz. -Bakara, 156-]

[31]- [Allah'ım! Muhammed ve Ehlibeyti'ne rahmet et ve bu namazın sevabını filan kese ulaştır.]

[32]- [Anlamı: Şahadet ederim ki Allah'tan başka ilâh yoktur; tektir, ortağı yoktur ve Muhammed O'nun kulu ve elçisidir. Allah'ım! Muhammed ve Ehlibeyti'ne rahmet et. Beni (her günah işledikçe) tövbe edenlerden kıl ve yine beni tertemiz (günahlardan kaçınan) kullarından kıl.]

[33]- [Allame Meclisi (r.a) "Şerh-u Men La Yahzuruh'ul-Fakih" adlı eserinde, bir ok atımı mesafeti, iki yüz adım olarak belirlemiştir.]

index