1853- Dokuz şeyde zekât vermek farzdır:
1) Buğday
2) Arpa
3) Hurma
4) Kuru üzüm
5) Altın
6) Gümüş
7) Deve
8) Sığır
9) Koyun
Bu dokuz şeyden birine sahip olan kimse, sonraki hü-kümlerde açıklayacağımız şartların gerçekleşmesiyle, bun-ların muayyen bir miktarını belirtilen yerlere vermelidir.
1854- Buğday gibi yumuşak ve arpa özelliğinde taneli bir tahıl olan "sült"ün[1] zekâtı yoktur. Fakat farz ihtiyat gereği [Yemen'in başkenti olan] San'a halkının yiyecek olarak kullandığı ve buğdaya benzeyen "ales"in[2] zekâtı verilmelidir.
1855- Bir kimseye zekât farz olması için, zekât verecek kimsenin bulûğ çağına ermesi, akılı, hür ve malında tasarruf edebilir olması ve malın daha sonra açıklayacağımız nisap[3] miktarına ulaşması gerekir.
1856- [Altın, gümüş, deve, koyun ve sığıra zekât gerekmesi için bunların üzerinden tam bir yıl geçmiş olmalıdır. Dolayısıyla] bir kimse on iki ay sığır, koyun, deve, altın ve gümüşe sahip olduktan sonra onların zekâtını vermelidir. Fakat on ikinci ayın başından itibaren malı telef olacak bir şekilde kullanamaz; eğer öyle bir kullanımda bulunursa zâmindir; o maldan zekât ödemesi gerekir. Ama on i-kinci ayda, elinde olmayan sebepler yüzünden zekâtın şartlarından bazıları yok olursa, onun üzerine zekât farz olmaz.
1857- Sığır, koyun, deve, altın ve gümüşe sahip olan kimse, çocuk olur ve yılın ortasında bulûğ çağına erirse, bu mallardan zekât vermesi gerekmez.
1858- Buğdayla arpanın zekâtı, onlara buğday ve arpa denildiği vakit ancak farz olur. Kuru üzümün zekâtı, ihtiyat gereği koruk olduğu zaman, hurmanın zekâtı ise ona "temr" denecek kadar kuruduğu zaman farz olur. Fakat buğdayla arpanın zekâtının verilme zamanı, onların harmanlanıp sa-mandan ayrıldığı vakittir, hurma ve kuru üzümünki ise kurumalarından sonradır.
1859- Önceki hükümde açıkladığımız üzere buğday, arpa, kuru üzüm ve hurmanın zekâtı farz olduğu zaman, eğer zekât verecek kimse baliğ olursa, zekât vermek ona farzdır [aksi takdirde farz değildir].
1860- Sığır, koyun, deve, altın ve gümüş sahibi deli olur ve bu deliliği bir yıl boyunca devam ederse, zekât vermek ona farz olmaz. Ama bir kimse, yılın bir kısmında deli olur fakat sonraları aynı yılın içinde iyileşirse, eğer deliliği halkın; "Yıl boyunca akıllıydı." diyeceği kadar az olursa, ihtiyat gereği zekât vermek ona farzdır.
1861- Sığır, koyun, deve, altın ve gümüş sahibi bir kimse, yılın bir kısmında sarhoş olur veya bayılırsa, zekât ondan düşmez. Buğday, arpa, hurma ve kuru üzümün zekâtının farz olma zamanındaki sarhoşluk veya baygınlık hâli de, zekât verme mükellefiyetine engel değildir.
1862- Kendi malı olduğu hâlde, faydalanılması mümkün olmayacak bir şekilde gasp edilen malın zekâtı yoktur. Yine gasp olunan ziraatın zekâtı, gasp eden kimsenin elinde bulunduğu zaman farz olursa, tekrar sahibinin eline geçince zekâta tâbi olmaz.
1863- Bir kimse, altın, gümüş veya zekâtını vermek farz olan herhangi bir malı borç olarak alırsa, üzerinden bir yıl zaman geçmesine rağmen bu mal elinde mevcut bulunursa, zekâtını vermesi gerekir; borç veren kimsenin üzerine bir şey farz olmaz.
1864- Buğday, arpa, hurma ve kuru üzümün zekâtı, an-cak nisap miktarına ulaştığı zaman farz olur. Onların nisabı ise, 847 kilo 207 grama eşittir.
1865- Zekâtını vermek farz olan buğday, arpa, hurma ve kuru üzümün zekâtını vermeden önce, insanın kendisi ve ailesi bunlardan biraz yer veya örneğin [sadaka olarak] fakire bir şey verirlerse, harcanan miktarın da zekâtını ödemesi gerekir.
1866- Buğday, arpa, hurma ve kuru üzümün zekâtı farz olduktan sonra zekât vermesi gereken kimse ölürse, zekât miktarı onun terekesinden alınıp ödenmelidir. Fakat mal sahibi zekât farz olmadan önce ölürse, [onun malı vârislerine geçmiş olur. Vârislerin eline geçen bu mal, aralarında bölünür ve sadece] hissesi nisap miktarına ulaşan kimsenin zekât vermesi gerekir.
1867- Şer'î hâkim tarafından zekâtları toplamakla görevlendirilen kimse, arpa ve buğdayın samandan ayrıldığı harman zamanı ve hurma ile üzümün ise kurumasından sonra ancak onların zekâtını talep edebilir. Eğer mal sahibi üzerine düşen zekâtı vermez ve o da zayi olursa, bedelini vermesi gerekir.
1868- Hurma ile üzüm ağacına veya arpa ile buğday ziraatına sahip olduktan [hemen] sonra onların zekâtı farz olursa, zekâtını ödemelidir.
1869- Buğday, arpa, hurma ve üzümün zekâtı farz olduktan sonra ziraatı veya ağaçları satan kimsenin onlardan zekât vermesi gerekir.
1870- Buğday, arpa, hurma ve üzümü satın aldıktan sonra, satıcının onların zekâtını verdiğini bilen veya zekât verip vermediğinden şüphe eden kimsenin zekât vermesi gerekmez. Fakat zekâtın verilmediğini bilirse, bakılır: Eğer şer'î hâkim zekât karşılığı olan miktarın muamelesine izin vermezse, o miktarın muamelesi batıldır ve şer'î hâkim o miktarı alıcıdan alabilir. Fakat yapılan muamelenin zekât miktarına izin verirse, muamele sahihtir; ancak alıcı o miktarın kıymetini şer'î hâkime vermelidir. Eğer alıcı o miktarın kıymetini satıcıya vermiş olursa ondan geri alabilir.
1871- Buğday, arpa, hurma ve üzümün ağırlığı yaşken nisap miktarına ulaştığı hâlde kuruduktan sonra bu miktardan az olursa, bunlardan zekât gerekmez.
1872- Buğday, arpa ve hurmayı kurumadan önce kullanacak olursa, onların kurusunun ölçüsü nisap miktarına ulaşsa bile zekâtı farz olmaz. Ama ihtiyata uyarak onların zekâtını verirse, çok iyi bir iş yapmış olur.
1873- Tazesi yenilen ve kaldığı zaman çok azalan bir hurma kuruduğunda nisap miktarı olan 847.207 kg. ağırlığına ulaşırsa, bundan zekât vermek gerekir.
1874- Zekâtlarını verdiği buğday, arpa, hurma ve üzüm, insanın yanında bir kaç yıl kalsa bile, başka zekât farz olmaz.
1875- Bir toprak, hem yağmur suları ile hem de kova ve benzeri şeylerle sulanınca, [bakılır: Eğer yağmur suyu ile sulanması az olduğundan] yağmurla değil kova ile sulandığı denilirse, bu ürünlerden yirmide bir zekât verilir. Fakat yağmur suyu ile sulandığı denilirse, onda bir zekât vermek gerekir.
1876- Buğday, arpa, hurma ve üzüm gibi zekât verilmesi gereken ürünler, hem yağmur veya ırmak suyu hem de kova ve benzeri şeylerle sulanırsa, kova ve benzeri şeylerle sulanması daha çok denilecek kadar olursa, onun zekâtı yirmide birdir. Fakat ırmak ve yağmur suyu ile daha fazla sulanmış denilecek olursa, onun zekâtı onda birdir. Hatta nehir ve yağmur suyu ile sulanması fazla olur ama böyle denilmese bile yağmur ve nehir suları ile daha fazla sulanmış olursa, ihtiyat gereği onun da zekâtı onda birdir.
1877- Zekât verilmesi gereken ürünlerin yağmur suyuyla mı, yoksa kova suyuyla mı sulandığından şüphe ederse, kendisine yirmide bir zekât gerekir.
1878- Yağmur ve ırmak suları ile sulanan ürünler, kova ve benzeri şeylerle sulanmaya ihtiyaç duyulmadığı hâlde onlarla da sulanır ve bu sulamak, ürünün artmasına yardımcı olmazsa, onun zekâtı onda birdir. Yine kova ve benzeri şeylerle sulanan bir ürün, yağmur ve ırmak suyuna ihtiyaç duyulmadığı hâlde yağmur ve ırmak suyuyla da sulanır ve bu sulamanın da mahsulün artmasına herhangi bir katkısı olmazsa, onun zekâtı yirmide birdir.
1879- Kova ve benzeri şeylerle sulanan ekinin yanında onun rutubetini emerek ayrıca sulamaya ihtiyaç duymayan başka bir ekin bulunursa, kova ve benzeri şeylerle sulanan ekinin zekâtı yirmide bir, onun yanında olup rutubetini emerek yetişen ürünün zekâtı ise onda birdir.
1880- Buğday, arpa, hurma ve üzüm için yapılan masraflar ve hatta ziraat dolayısıyla eskiyerek kıymeti azalan elbise ile araçların değerini de elde edilen mahsulden düşülebilir. Eğer bunları düşmeden önce nisaba, yani 847 kilo 207 gram miktarına ulaşmış olursa, [masrafları çıktıktan sonra nisap miktarında olmasa bile] geriye kalan kısmın zekâtını vermek gerekir.
1881- Tarlaya ekilen tohumun ekim zamanındaki fiyatı, masraflardan sayılabilir.
1882- Yer ile ziraat araçları veya bunlardan birisi insanın kendi malı olursa, onların kirasını masraftan sayamaz. Yine kendisinin veya başkasının ücretsiz olarak yaptığı işler karşılığında, mahsulden bir şey düşemez.
1883- Üzüm ve hurma ağacını satın alırsa, onların fiyatını masraftan sayamaz. Ama hurma ve üzümü toplanmadan ağaç üzerindeyken satın alırsa, ona verilen parayı masraftan hesap edebilir.
1884- Satın aldığı bir toprağa buğday veya arpa ekerse, toprağı almak için verdiği parayı masraftan sayamaz; ama ekini satın almış olursa, onu almak için verdiği parayı masraftan sayıp, mahsulden düşebilir. Fakat onlardan elde ettiği samanın kıymetini, ekini satın almak için ödediği paradan düşmesi lazımdır. Meselâ, beş yüz liraya satın aldığı ekinin samanı değer olarak yüz lira olursa, onun yalnız dört yüz lirasını masraftan sayabilir.
1885- Yer sürümünde kullanılan öküz veya ziraat için gerekli diğer araçlar olmadan ziraat yapabilecek durumda olan bir kimse, bu araçları satın alacak olursa, bunları almak için ödediği parayı masraftan sayamaz.
1886- Ziraat için gerekli öküz ve diğer malzemeleri olmadan ziraat yapamayan bir kimse, bunları alır ve ziraat nedeniyle tamamen zayi olurlarsa, bunların hepsinin fiyatını masraftan sayabilir. Eğer onların kıymetinden bir miktar azalmış olursa, sadece o miktarı masraftan sayabilir. Ama ziraattan sonra, onların kıymetinden herhangi bir şey azalmazsa, onların kıymetlerinden hiç bir şeyi masraftan sayamaz.
1887- Eğer bir tarlaya buğday veya arpa ile birlikte zekâtı farz olmayan pirinç ve fasulye gibi diğer bir şey de ekerse, her biri için yapılan masraf yalnız ona ait olur [ve onun gelirinden çıkarılır]. Ama her ikisine birlikte masraf yapmış olursa, bu masrafı ikisine taksim eder. Örneğin, her ikisine yapılan masraf eşit ölçüde ise, masrafın yarısını zekâtı farz olan üründen düşebilir.
1888- Birinci yıl için tarlayı sürmek (=nadas) gibi bir iş yaparsa, sonraki yıllar için yararlı olsa bile birinci yılın masrafından sayarak o yılın gelirinden düşmelidir. Ama bu işi bir kaç yıl için yapmış olursa, o iş için yaptığı masrafı o yıllar arasında taksim etmelidir.
1889- Eğer bir insanın, iklimleri değişik olan, ziraat ve meyveleri aynı zamanda ele geçmeyen bir kaç şehirde buğday, arpa, hurma veya üzüm gibi mahsulleri olur ve onların hepsi bir yılın mahsulü olarak nitelenir ve ilkönce yetişen mahsulün miktarı da nisaba yani 847,207 kg. ağırlığına ulaşırsa, onun zekâtını yetişir yetişmez, diğerlerininkini ise ne zaman yetişirse vermelidir. Ama elde ettiği ilk mahsulün miktarı nisaba ulaşmazsa, diğer ürünlerin de yetişmesini bekler. Yetiştikten sonra eğer hepsi birlikte nisap miktarına ulaşırsa, üzerine zekât farz olur, aksi takdirde bir şey farz olmaz.
1890- Hurma ve üzüm ağacı yılda iki defa meyve verecek olursa, bu iki ürünün üst üste nisap miktarına ulaşmasıyla farz ihtiyat gereği zekâtı verilmelidir.
1891- Kuruduğu zaman nisaba ulaşacak miktarda taze hurması ve yaş üzümü olan kimse, zekât niyetiyle bunlardan kuruduğu zaman üzerine farz olan zekât miktarına denk olacak ölçüde müstahak birisine verirse, sakıncası yoktur.
1892- Kuru hurma veya kuru üzümün zekâtını vermekle yükümlü olan bir kimse, onların zekâtını taze hurma veya taze üzümden veremez. Bunun gibi taze hurma veya taze üzümün zekâtını vermesi gereken bir kimse de zekât olarak kuru hurma veya kuru üzümden veremez. Ancak, bunlardan birini yahut başka bir şeyi zekâtın kıymeti olarak kastedip verirse, sakıncası yoktur.
1893- Borçlu olduğu hâlde, zekât ödenmesi gereken bir malı da olan kimse ölürse, önce zekâtı farz olan malın zekâtı verilmeli, daha sonra da diğer borçları ödenmelidir.
1894- Borçlu olup, buğday arpa, hurma veya üzüme sahip olan bir kimse ölünce, bakılır: Eğer bunlara zekât farz olmadan önce vârisleri onun borcunu diğer mallardan ödemiş olurlarsa, miras olarak kalan bu ürünler, vârisler arasında bölündükten sonra hangisinin hissesi nisap miktarına ulaşırsa, onun zekât vermesi gerekir. Fakat bunların zekâtı farz olmadan önce ölen kimsenin borcunu [diğer mallardan] ödemezlerse, eğer kalan bu mevcut mal ancak onun borçlarına yetecek miktarda olursa, bu mallardan zekât vermeleri farz olmaz. Ama ölen kimsenin malı borcundan fazla olursa, eğer borcun ödenmesi için zekâtı farz olan buğday, hurma ve üzümün de bir miktarını vermek gerekirse, alacaklıya verilen miktarın zekâtı yoktur; geri kalan miktar vârislerindir; hangisinin hissesi nisap miktarına ulaşırsa, zekât vermesi gerekir.
1895- Zekâtı farz olan buğday, arpa, hurma ve kuru üzümün iyi ve kötü cinsi olursa, her birinin zekâtı bizzat iyi ve kötü cinsin kendisinden verilmelidir; farz ihtiyat gereği sadece kötü olan cinsten zekât verilemez.
1896- Altının iki nisabı vardır:
1) Yirmi şer'î miskaldir.[4] Her bir şer'î miskal de 18 nohut [3.5154 gr.] ağırlığındadır. O hâlde bir insanın elinde bulunan altın yirmi şer'î miskale -ki 15 normal miskalden [borsa ölçüsü 70.3125 gr.] ibarettir- ulaşıp, açıklanan diğer şartlara da sahip olursa, zekâta tâbi olur ve onun dokuz nohut ağırlığı olan [1.7577 gr.] kırkta birini zekât olarak vermesi gerekir. Ama bu miktara ulaşmazsa, onun zekâtı farz değildir.
2) Dört şer'î miskal veya üç normal miskaldir. Yani (ticaret yoluyla elinde bulundurduğu) 15 normal miskal altın, 3 normal miskal [14.0625 gr.] artış yaparak 18 normal miskal (yani 24 şer'î miskal ağırlığında olan 84.375 gr.) altına ulaşırsa, 18 miskalin tümü için kırkta bir üzerinden ze-kât vermek gerekir. Ama üç miskalden az bir miktar artarsa, yalnızca on beş miskalin zekâtı verilir; o üç miskalden azın zekâtı yoktur. Yine her ne kadar çok artarsa, hüküm böyledir. Yani üç miskal artarsa, elindeki altınla artan miktarın hepsi için zekât verilir. Ama üç miskalden az bir miktar artarsa, onun zekâtı yoktur.
1897- Gümüşün iki nisabı vardır:
1) 105 normal miskaldir. Eğer gümüşün miktarı 105 normal miskale [492.1875 gr. yani yaklaşık 500 gr. ağırlığına] ulaşır ve diğer şartlara da sahip olursa, onun 2 miskal 15 nohuttan [12.3046.87 gr. yani yaklaşık on iki buçuk gr.] ibaret olan kırkta biri zekât olarak verilmelidir, aksi takdirde zekâtı farz olmaz.
2) Yirmi bir miskaldir [98.4375 gr.]; yani 105 miskal yirmi bir miskal artış yaparak 126 miskale [590.625 grama] ulaşırsa, 126 miskalin tümü için kırkta bir olarak [14.7656.25 gr. yani yaklaşık on beş gr.] zekât vermek gerekir. Fakat yirmi bir miskalden az bir miktar artmış olursa, yalnızca 105 miskalin zekâtı verilir; fazlası için zekât gerekmez. Yine her ne kadar fazlalaşırsa, hüküm böyledir, yani eğer 126 miskal gümüş yirmi bir miskal artarak fazlalaşırsa, tümünün zekâtını vermelidir, ama 21 mis-kalden az bir miktar artacak olursa, bu fazlalık için zekât gerekmez. Buna göre insan, elinde bulunan altın ve gümüşün kırkta birini zekât olarak verirse, üzerine farz olan zekâtı vermiş olduğu gibi bazen farz olan miktardan daha fazlasını da vermiş olur. Meselâ, 110 miskal gümüşü olan kimse, onun kırkta birini verirse, farz olan 105 miskalin zekâtını verdiği gibi, farz olmadığı hâlde 5 miskal için de zekât vermiş olur.
1898- Bir kimsenin nisap miktarına ulaşan altın ve gü-müşü olursa, zekâtını vermiş olsa bile ilk nisabından aşağı düşmedikçe her yıl onun zekâtını vermesi gerekir.
1899- Altın ile gümüşün zekâtı, ancak basılmış geçerli para cinsinden olmak suretiyle yani sikkeli oldukları surette farz olur. Hatta onların sikkesi silinmiş olsa bile zekâtı farzdır.
1900- Kadınların süs olarak kullandıkları sikkeli altın ve gümüş, geçerli para cinsinden olup, [alış veriş için kullanılsa bile] zekâtı yoktur.
1901- Altın ile gümüşü olan kimsenin, bunlardan her birisi kendi ilk nisap miktarından noksan olursa, örneğin 104 miskal gümüş ile 14 miskal altını bulunursa, bunun için üzerine zekât farz olmaz.
1902- Önceki hükümlerde açıkladığımız gibi altın ile gümüş, nisap miktarına ulaşıp da sahibinin elinde on bir ay kaldığı surette ancak zekâta tâbi olur. Bu on bir ay içinde ilk nisap miktarından aşağı düşen altın ve gümüşe zekât farz olmaz.
1903- Bu on bir ay içinde elinde bulunan altın veya gü-müşü, diğer bir altın veya gümüşle yahut başka bir şeyle değiştirir veya onları eritirse, üzerine zekât farz olmaz. Ama eğer bu işi zekâttan kaçmak için yaparsa, müstehap ihtiyat gereği zekât vermelidir.
1904- On ikinci ayın içinde sikkeli altın ile gümüşü eritirse, onların zekâtını vermesi gerekir. Hatta eritilme sonucu onların değeri veya ağırlığı azalırsa, eritilmeden önce farz olan zekât miktarını vermesi gerekir.
1905- Elinde bulunan altın ile gümüşün iyi ve kötü cinsi olursa, onların her birinin zekâtını kendi cinsinden verebilir, ama tümü için altın ve gümüşün iyi cinsinden zekât vermesi daha iyidir.
1906- Altın ile gümüş, normalin üzerinde yabancı bir madenle karışır ve onun saf altın veya gümüş kısmı, önce açıklanan nisap miktarına ulaşırsa, zekâtları verilir. Fakat yabancı madenden arındığında, bunların kıymetçe nisaba ulaşıp ulaşmadığından şüphe ederse, zekâtı farz olmaz.
1907- Elinde bulunan altın ile gümüş, normal miktarda yabancı madenlerle karışmış olursa, onun zekâtını normalin üzerinde yabancı madenle karışan altın ve gümüşten veremez. Ancak yabancı madenle karışmış bu altın ile gümüşten, üzerine farz olan zekât miktarına denk olduğunu kesin olarak bileceği şekilde verirse, sakıncası yoktur.
1908- Deve, sığır ve koyunun zekâta tâbi olmaları için açıklanan önceki şartların dışında iki şart daha vardır:
1) Bunlar yıl boyunca (binilmek veya yük taşımak gibi) çalışmamış olmalıdırlar. Hatta bunlar bütün yıl süresince bir iki gün çalıştırılmış olsalar bile yine zekâtları farz olur.
2) [Saime olmalıdırlar, yani] bütün yıl boyunca kırlarda ve meralarda otlayıp geçinmelidirler. Yılın tamamını veya bir kısmını evde toplanmış ot bağlarından beslenen yahut sahibinin veya bir başkasının mülkü olan ekinden otlatılan hayvanlar zekâta tâbi değildir. Ama farz ihtiyat gereği yıl boyunca sahibinin topladığı otlardan bir veya iki gün otlayan hayvanın zekâtını vermek gerekir.
1909- Bir kimse, devesini, sığırını veya koyununu otlatmak için kimsenin ekmediği bir otlak yeri satın alır, kiralar veya orada otlatmak için haraç verme mecburiyetinde kalırsa, zekât vermelidir.
1910- Devenin on iki nisabı vardır:
1) Beş deve; zekâtı bir koyundur. Deve sayısı bu miktara ulaşmadıkça zekâtı yoktur.
2) On deve; zekâtı iki koyundur.
3) On beş deve; zekâtı üç koyundur.
4) Yirmi deve; zekâtı dört koyundur.
5) Yirmi beş deve; zekâtı beş koyundur.
6) Yirmi altı deve; zekâtı iki yaşına girmiş bir deve yavrusudur.
7) Otuz altı deve; zekâtı üç yaşına girmiş bir devedir.
8) Kırk altı deve; zekâtı dört yaşına girmiş bir devedir.
9) Altmış bir deve; zekâtı beş yaşına girmiş bir devedir.
10) Yetmiş altı deve; zekâtı üç yaşına girmiş iki devedir.
11) Doksan bir deve; zekâtı dört yaşına girmiş iki devedir.
12) Yüz yirmi bir deve ve yukarısıdır. Bunların zekâtı ise üç şekilde verilebilir:
a- Kırkta bir olarak hesaplanıp, her kırk deve için üç yaşına girmiş bir deve zekât verilir.
b- Ellide bir olmak üzere hesaplanıp, her elli deve için dört yaşına girmiş bir deve verilir.
c- Her iki işlem yapılıp, kırkta bir ile ellide bir olarak hesap edilir.
Ancak, her ne şekilde hesap edilirse edilsin, hesap harici deve kalmamalıdır. Eğer hesaptan hariç bir hayvan kalacak olursa da dokuz taneden fazla olmamalıdır. Meselâ, 140 devesi olan kimse, ilkönce ellide bir hesaplayarak yüz deve için dört yaşına girmiş iki deve, daha sonra kırkta bir hesabını yaparak geri kalan kırk deve için de üç yaşına girmiş bir dişi deve vermelidir.
1911- İki nisap arasında kalan develerde zekât yoktur. Örneğin, develerin sayısı ilk nisap olan beşi geçer, ama ikinci nisaba yani ona ulaşmazsa, yalnız beş devenin zekâtı verilir, diğer develerden zekât verilmez. Sonraki nisaplarda da hüküm aynen böyledir.
1912- Sığırın iki nisabı vardır:
1) Otuz tane olmasıdır. Sığırın sayısı otuza ulaşır ve di-ğer şartlara da haiz olursa, zekât olarak iki yaşına girmiş bir buzağı verilir.
2) Kırk sığıra ulaşmasıdır. Bunun zekâtı ise üç yaşına girmiş dişi bir buzağıdır. Otuzla kırk arasında kalan sığırlar için zekât farz değildir. Meselâ, otuz dokuz tane sığırı olan kimse, bunlardan otuz tanesinin zekâtını verir. Yine kırktan fazla olup, altmışa ulaşmayan sığırlardan da yalnızca kırk tanesinin zekâtını verir; altmışa ulaşınca da, birinci nisabın iki katı olduğundan dolayı zekât olarak iki yaşına girmiş iki buzağı vermelidir. Böylece altmıştan sonra her ne kadar çoğalırsa çoğalsın ya otuzda bir olarak hesap edilmeli veya kırkta bir üzerinden hesaplanır ya da her iki işlem yapılarak, otuzda bir ile kırkta birin her ikisiyle hesap edilmeli ve önceden açıkladığımız şekilde zekâtları verilmelidir. Ancak bu işlem, hiç bir sığırı sayı dışı bırakmayacak şekilde yapılmalıdır; eğer hesaptan bir şey artacak olursa da dokuz taneyi aşmamalıdır. Meselâ, yetmiş tane sığırı olan bir kimse, otuzda bir ile kırkta bir üzerinden hesaplayarak otuz sı-ğır için iki yaşına girmiş bir buzağı ve kırk sığır için de üç yaşına girmiş dişi bir buzağı zekât vermelidir. Çünkü yal-nız otuzda bir olarak hesap edecek olursa, zekâtı verilme-yen sığırın sayısı on tane olacaktır.
1913- Koyunun beş nisabı vardır:
1) Kırk koyun; zekâtı bir koyundur. koyunların sayısı kırka ulaşmadıkça, zekât farz olmaz.
2) Yüz yirmi bir koyun; zekâtı iki koyundur.
3) İki yüz bir koyun; zekâtı üç koyundur.
4) Üç yüz bir koyun; zekâtı farz ihtiyat gereği dört koyundur.
5) Dört yüz ve ondan yukarısıdır; bu nisaba ulaştığında yüz tane yüz tane olarak hesap edilmeli ve her yüz koyun için bir koyun zekât verilmelidir. Zekât olarak verilecek koyunun bizzat aynı koyunların içinden olması gerekmez, başka bir koyun verileceği gibi koyunun kıymetince para da verilirse yeterlidir. Ama bunların dışında zekât olarak başka bir cinsten vermesi, ancak vereceği şeyin fakirler için daha iyi olduğu durumda sakıncasızdır; gerçi böyle olması da gerekli değildir.
1914- İki nisap arasında kalan koyunlar için zekât ge-rekmez. Buna göre koyunlarının sayısı birinci nisap olan kırktan fazla olup, ikinci nisaba yani yüz yirmi bir koyuna ulaşmayan kimse, yalnızca kırk koyun için zekât vermelidir, fazlası için zekât gerekmez. Sonraki nisaplar için de hüküm aynen geçerlidir.
1915- Nisap miktarına ulaşmış olan deve, sığır ve koyunlar için zekât vermek farzdır; ister hepsi erkek olsun, isterse dişi veyahut erkek ve dişi olarak karışık olsun.
1916- Zekât verme bakımından sığır ile manda aynı cinsten sayılır. Yine zekâtı verilecek develerin Arap ve acem devesi olması arasında fark olmadığı gibi keçi, koyun ve şişek de aynı cinsten olduklarından dolayı zekâtlarında fark yoktur.
1917- Zekât olarak verilen koyunun en az iki yaşına girmiş olması gerekir; ama koyun yerine keçi verilecek olursa, üç yaşına girmiş olması lazımdır.
1918- Zekât olarak verilecek koyunun fiyatı diğer koyunlardan biraz düşük olursa, sakıncası yoktur. Fakat diğer koyunlardan daha değerli olanını vermesi daha iyidir. Deve ile sığırda da hüküm böyledir.
1919- Ortak olan birkaç kişiden hangisinin hissesi ilk nisap miktarına ulaşırsa zekâtı verir; hissesi ilk nisaba ulaşmayan kimse ise zekât vermez.
1920- Eğer bir insanın değişik yerlerde devesi, sığırı ya da koyunu olur ve birlikte sayıları nisap miktarına ulaşırsa, onlardan zekât vermesi gerekir.
1921- Sahip olduğu deve, sığır veya koyun, hasta ve kusurlu olsa bile [nisap hesabına girer ve] zekâtları verilir.
1922- Sahip olduğu deve, sığır ve koyunların hepsi has-ta, kusurlu veya yaşlı olursa, zekât, onların arasından verilebilir. Fakat onların hepsi sağlam, kusursuz ve genç olurlarsa, zekât olarak hasta, kusurlu ve yaşlı bir hayvan veri-lemez. Hatta onlardan bazısı sağlam, bazısı hasta, bir grubu kusurlu başka bir grubu kusursuz, bir miktarı yaşlı bir miktarı genç olsa bile, farz ihtiyat gereği sağlam, kusursuz ve genç olan hayvan zekât olarak verilmelidir.
1923- Eğer on birinci ay dolmadan önce elinde bulunan sığır, koyun ve deveyi başka bir şeyle veyahut nisap miktarında olan bu hayvanları nisap miktarındaki aynı cinsten olan bir başka hayvanla değiştirirse, üzerine zekât farz olmaz. Meselâ, kırk koyun verip, başka bir kırk koyun alınca, zekât gerekmez.
1924- Sığır, koyun ve deveyi zekât olarak vermesi gereken bir kimse, onların zekâtını başka bir cinsten verirse, sayıları nisap miktarından aşağıya düşmedikçe her yıl onlardan zekât vermesi gerekir. Eğer zekât olarak onların içinden bir hayvan verir ve ilk nisaptan aşağıya düşerse, zekât, onun üzerine farz olmaktan çıkar. Meselâ, kırk koyunu olan bir kimse, onların zekâtını başka bir maldan verirse, koyunlarının sayısı kırktan aşağı düşmedikçe her yıl için bir koyun zekât vermelidir. Fakat onların içinden verirse, sayıları kırka ulaşmadıkça zekât farz olmaz.
1925- Zekât şu sekiz yerden birinde kullanılmalıdır:
1) Fakirler: Kendisinin ve ailesinin bir yıllık ihtiyacına sahip olmayan kimseye fakir denir. Sanatı, mülkü veya sermayesi olup, onlarla bir yıllık masrafını karşılayacak durumda olan kimse fakir değildir.
2) Miskinler: Fakirden daha güç bir durumda bulunup, zorlukla geçinen kimseye miskin denir.
3) Zekât İşlerinde Çalışan Görevliler: Bundan maksat, Masum İmam (a.s) ya da onun naibi (=vekili) tarafından zekâtları toplamak, korumak, toplananların hesabını yapmak ve onları İmam'a (a.s), naibine veya fakirlere ulaştırmakla görevlendirilmiş kimsedir.
4) Kâfirler: Zekât verildiği takdirde kalpleri İslâm dinine ısındırılacak veya savaşta Müslümanlara yardım edecek olan kâfirler.
5) Köleler: Köleleri satın alarak serbest bırakmak.
6) Borçlular: Bunlar, borçlanarak borcunu ödeyemeyen kimselerdir.
7) Allah yolunda harcamak: Yani cami inşası gibi genel dini menfaati olan işlerde yahut köprü ve yol yapımı gibi faydası Müslümanların umumuna ait olan işlerde, kısacası İslâm için yararlı olan her türlü işte harcamak.
8) Yolcular: Yolculukta muhtaç düşen kimselerdir.
Bunlarla ilgili konular, ilerdeki hükümlerde açıklanacaktır.
1926- Farz ihtiyat gereği fakir ve miskin kimseye, ken-disi ile ailesinin yıllık ihtiyacını giderecek ve bir yıl yetecek kadardan fazla zekât vermek caiz değildir. Hatta bir miktar para ve eşyası olan kimse, ancak yıllık ihtiyacından eksik olan miktar için zekât alabilir.
1927- Yıllık ihtiyacını giderecek miktardaki malı olan kimse, bunun bir kısmını harcadıktan sonra elinde kalan miktarın bir yıl yetecek kadar olup olmadığından şüphe ederse, zekât alamaz.
1928- Sanat, mülk veya ticaret sahibi kimsenin geliri yıllık giderinden az olursa, yıllık ihtiyacından eksik olan kısım için zekât alabilir; iş aletlerini, mülkünü veya kendi sermayesini ihtiyaçları için harcaması gerekmez.
1929- Kendisinin ve ailesinin yıllık ihtiyacını giderecek mala sahip olmayan fakir bir kimsenin, malik olduğu ve içinde oturduğu bir evi ile bir bineği olur ve bunlar olmadan yaşayamıyorsa, bunları haysiyetini korumak için bulundursa bile zekât alabilir. Yine ev eşyası, kaplar, yazlık-kışlık elbiseler ve ihtiyaç duyduğu diğer şeylerin de hükmü böyledir. Bunlara sahip olmayan bir fakir de bunlara ihtiyaç duyuyorsa, zekât alarak bunları temin edebilir.
1930- Herhangi bir mesleği öğrenmesi zor olmayan bir fakir, farz ihtiyat gereği o mesleği öğrenmeli ve hayatını zekât alarak sürdürmemelidir. Ancak öğrenme süresi boyunca zekât almasının sakıncası yoktur.
1931- Önceden fakir olan bir kimse, "Yine fakirim." derse, insan, sözüne güvenmese bile ona zekât verebilir.
1932- Önceden fakir olmayan bir kimse ya da önceden fakir olup olmadığı belli olmayan bir kimse, "Fakirim" derse, eğer dış görünüşünden fakir olduğuna zan hâsıl olursa, ona zekât verilebilir.
1933- Zekât vermesi gereken kimse, bir fakirden alacaklı olursa, fakirdeki alacağını zekât karşılığı olarak hesap edebilir.
1934- Bir kimsenin fakir olan borçlusu ölür ve bıraktığı miras da borcunu ödeyecek miktarda olmazsa, insan ondaki alacağını zekât karşılığı sayabilir.
1935- Fakire zekât olarak verilen şeyin zekât olduğunu bildirmeye gerek yoktur. Hatta fakir utanıyorsa, yalan olmayacak bir şekilde hediye adına vermesi müstehaptır; ama zekât niyeti etmesi gerekir.
1936- Bir kimse, zekâtını fakir zannettiği birine verdikten sonra fakir olmadığını anlar yahut şer'î hükmü bilmemesi yüzünden fakir olmayan birisine zekât verirse, eğer verdiği mal harcanmamışsa, geri alıp müstahak olan birine vermelidir. Ama harcanmışsa, [bakılır: Eğer verdiği malın zekât olduğunu söyler ve] zekâtı alan kişi de ona verilen bu malın zekât olduğunu bilir veya ihtimal verirse, ondan bedelini alıp müstahak olan birine vermesi gerekir. Fakat zekâttan başka bir adla o adama vermişse, ondan bir şey geri alamaz; fakir olan birine yeniden kendi malından zekât vermelidir. Saydığımız bu durumların hepsinde de, istediği takdirde zekâtı kendi malından verip, fakir olarak zannettiği kimseden bir şey almayabilir.
1937- Bir yıllık ihtiyacını giderecek malı olan kimse, borçlu olup borcunu ödeyemezse, borcunu ödemek için zekât alabilir; ama borç olarak aldığı şeyi günah yolda harcamamalı ve eğer günah iş için harcamışsa da tövbe etmiş olmalıdır. Böyle olunca, fakirlerin hissesinden ona zekât verilebilir.
1938- Borçlu olup borcunu ödeyemeyen bir kimseye zekât verildikten sonra, o kimsenin aldığı borcu günah işte kullandığı meydana çıkarsa, eğer zekât verilen kimse fakir olursa, ona verilen mal zekât olarak sayılabilir. Fakat fakir, borç olarak aldığı şeyi içki içmek veya alenî bir günahı işlemek için kullanır ve tövbe de etmemiş olursa, farz ihtiyat gereği ona verilen şey zekât olarak hesaplanamaz.
1939- Borçlu olup borcunu ödeyemeyen bir kimse, fakir olmasa bile, insan, ondaki borcunu zekât olarak hesaplayabilir.
1940- Harçlığı bitmiş veya bineği kullanılmaz hâle gelmiş bir yolcunun yolculuk gayesi, günah işlemek olmaz ve borçlanarak yahut bir şeyini satarak gideceği yere ulaşma imkânı olmazsa, kendi vatanında fakir olmasa bile zekât alabilir. Fakat başka bir yere vardığında borç alma veya bir şeyini satarak yol masrafını temin etme imkânına sahip olursa, ancak kendisini oraya ulaştıracak miktarda zekât alabilir.
1941- Yolculukta muhtaç düşüp zekât alan kimse, vatanına ulaşır ve zekât olarak aldığı malın bir miktarı artarsa, eğer artan kısmı kendisinden zekât aldığı mal sahibine veya onun vekiline ulaştırması zor ve meşakkatli olursa, şer'î hâkime vermesi ve onun zekât olduğunu bildirmesi gerekir.
1942- Zekât alacak kimsenin Müslüman ve On iki İmamı kabul edip, Ehlibeyt Şia'sı yani İmamiyye-i İsnâ Aşe-riyye olması gerekir. Bir kimsenin şer'î yoldan Şia olduğu anlaşılıp, ona zekât verilir ve zekât harcandıktan sonra onun Şia olmadığı öğrenilirse, tekrar zekât vermek gerekmez.
1943- Çocuk veya deli olan fakir bir Şia'nın velilerine, verilenin çocuk ve delinin malı olması kastıyla zekât verilebilir.
1944- Eğer zekâtı çocuğun veya delinin velisine ulaştırması mümkün olmasa, kendisi ya da emin birisi aracılığıyla, zekâtı fakir çocuk ve delinin ihtiyaçlarında kullanabilir. Ancak zekâtı onlar için kullandığında, niyet etmesi gerekir.
1945- Dilenen bir fakire zekât verilebilir; ama zekâtı günah uğrunda (ve haram işlerde) kullanan kimseye zekât verilmez.
1946- Farz ihtiyat gereği, büyük günahları açıktan (alenî olarak) işleyen kimseye zekât verilmez.
1947- Borçlu olup borcunu ödeyemeyen kimsenin nafakası zekât verenin üzerine farz olsa bile zekâtını ona verebilir. Fakat kadın kendi masrafları için borç almış olursa, kocası onun borcunu zekâttan ödeyemez. Hatta nafakasını vermekle yükümlü olduğu kimse, kendi geçimi için borçlanırsa, farz ihtiyat gereği insan onun borcunu zekâttan vermemelidir.
1948- Kendi evladı gibi nafakalarını temin etmekle yükümlü olan kimse, masraflarını karşılamaları için onlara zekât veremez. Ancak başkaları onlara zekât verebilir.
1949- Kendi karısı, çocukları ve hizmetçilerinin ihtiyaçlarını karşılaması için, insanın kendi çocuğuna zekât vermesi sakıncasızdır.
1950- Bir baba, ilmî-dinî kitaba ihtiyacı olan çocuğuna kitap alması için zekât verebilir.
1951- Bir baba, evlenmesi için oğluna zekât verebilir; bir oğul da evlenmesi için babasına zekât verebilir.
1952- Masrafları kocası tarafından karşılanan kadına zekât verilmez. Yine kocası masraflarını karşılamadığı tak-dirde, masraflarını karşılaması için kocasını zorlayacak durumda olan bir kadına da zekât verilmez.
1953- Müt'a nikâhıyla evlilik yaptığı fakir kadına hem kendisi hem de başkaları zekât verebilir. Ama evlenirken evlilik akdi içinde kadının ihtiyaçlarını karşılamayı şart koşan veya başka bir sebepten dolayı kadının nafakası üzerine farz olan kişi, müt'a yaptığı kadının ihtiyaçlarını karşılayacak durumda olur veya kadının kendisi masrafını karşılaması için kocasını zorlayabilirse, o kadına zekât verilmez.
1954- Zekâtı kendi karısının masraflarında kullansa bile, bir kadın, fakir olan kocasına zekât verebilir.
1955- Resul-i Ekrem'in (s.a.a) evladı olan seyitler, [seyit olan kişilerden zekât alabilirler; ama] seyit olmayan birisinden zekât alamazlar. [Onlara sadece humus verilir.] Fakat aldıkları humus veya şer'î yollardan aldıkları diğer şeyler masraflarını karşılamaz da zekât almaya mecbur kalırlarsa, seyit olmayanlardan da zekât alabilirler. Ancak farz ihtiyat gereği, mümkün olursa günlük ihtiyaçlarını kar-şılayacak miktarda zekât almalıdırlar.
1956- Seyit olup olmadığı belli olmayan birisine zekât verilebilir.
1957- [Zekât verirken niyet etmek gerekir. Şöyle ki] zekât kurbet yani âlemlerin Rabbinin emrini yerine getirmek kastıyla verilmelidir. Niyette, verilen şeyin mal zekâtı veya fitre zekâtı olarak belirtilmesi de gerekir. Fakat zekât olarak verilen şeyin cinsinin, örneğin arpa zekâtı veya buğday zekâtı olduğunun belirtilmesi gerekmez.
1958- Birkaç malın zekâtını vermekle yükümlü olan kimse, bir miktar zekât verip, onların hiç birisini niyetinde belirtmezse, bakılır: Eğer zekât olarak verilen, zekâtı farz olan şeylerin birisinin cinsinden olursa, o cinsin zekâtı olarak sayılır. Fakat onlardan hiç birinin cinsinden olmazsa, hepsine taksim edilir. Buna göre kırk koyununla on beş miskal altının zekâtını vermesi gereken kimse, zekât olarak bir koyun verir ve niyetinde onlardan hiç birisini belirt-mezse, koyunun zekâtı olarak hesap edilir. Ama zekât karşılığı bir miktar gümüş vermiş olursa, verilmesi gereken koyun ve altının zekâtına taksim edilir.
1959- Bir kimse, malının zekâtın ödemesi için birini vekil tayin eder ve vekil de zekâtı fakire verirken müvekkili adına niyet ederse, zekât için yeterli olur.
1960- Bir mal, sahibi veya vekili tarafından niyet edilmeksizin zekât olarak fakire verilirse, eğer fakir o malı harcamadan önce mal sahibinin kendisi zekât niyeti ederse, zekât olarak sayılır.
1961- İnsan, arpa ile buğdayın zekâtını, tanelerini samandan ayırırken, hurma ve üzümün zekâtını ise kuruduklarında fakire vermesi ya da malından ayırması gerekir. Altın, gümüş, sığır, koyun ve devenin zekâtını da on ikinci ay tamamlandıktan sonra fakire vermeli veya malından ayırmalıdır; ayırdıktan sonra [hemen zekâtı ödemesi gerekmez. Eğer] belli bir fakiri beklemekte olur veya bir sebepten dolayı zekâtı almakta önceliği olan bir fakire vermek isterse, öyle bir fakiri beklemek için zekâtını bir kaç ay olsa bile geciktirebilir.
1962- Zekât olarak ayrılan malı müstahak olan birine hemen vermek farz değildir; ama müstehap ihtiyat gereği müstahak kimseye ulaşmak mümkün olursa, zekât vermeyi geciktirmemelidir.
1963- Bir kimse, zekât ödeme gücüne sahip olduğu hâl-de zekâtını geciktirir ve müstahak olan kişiye ulaştırmadan önce kendi kusuru yüzünden telef olursa, [zekât borcu düş-mez,] bunun bedelini ödemesi gerekir.
1964- Zekât farz olduktan sonra ödeme gücüne sahip olduğu hâlde müstahak birine ulaştırmaz ve bir kusuru olmaksızın mal telef olursa, bakılır: Eğer "Hemen ödemedi" denilecek kadar zekâtını geciktirmişse, bedelini vermesi gerekir. Fakat bu kadar geciktirmeyip, meselâ iki üç saat geciktirmiş ve mal da bu iki üç saat içinde telef olmuşsa, müstahak birisi hazır olmadığı takdirde, bir daha zekât ödeme zorunda değildir; ama müstahak kimsenin hazır bulunmaması durumunda ise, farz ihtiyat gereği onun bedelini vermesi gerekir.
1965- Bir kimse, zekât miktarını bizzat zekât verilmesi gereken malın kendisinden ayırıp bir kenara koyarsa, malın geri kalan kısmında tasarruf edebilir. Fakat başka bir maldan ayırmışsa, zekâtı farz olan malın tamamını kullanabilir.
1966- İnsan, zekât olarak ayırdığı malı kendisine alıp, yerine başka bir şey koyamaz.
1967- Zekât için ayrılan maldan bir menfaat elde edilirse, örneğin zekât olarak ayrılmış koyun doğarsa, fakirin malıdır; zekâtla birlikte fakire verilmesi gerekir.
1968- Zekâtı ayırdığı sırada müstahak olan birisi hazır bulunursa, zekâtı ona vermek daha iyidir; ama bir sebepten dolayı zekât almakta önceliği olan birisine vermeye niyet etmişse, o hariç.
1969- İnsanın zekât olarak ayırdığı malın bizzat kendisiyle şahsı için ticaret yapması sahih değildir. Ancak şer'î hâkimin izniyle zekâtın yararına yapılan ticaret sahihtir; ama kazancı zekâta aittir [zekâtla birlikte fakire verilmelidir].
1970- İnsan, henüz üzerine zekât farz olmadan önce bir şeyi zekât karşılığı fakirlere verirse, zekâta sayamaz. Ancak zekât farz olduktan sonra fakirin fakirliği devam eder ve fakire zekât olarak verdiği şey de onun yanında mev-cut bulunursa, zekât farz olmadan önce verdiği şeyi zekât olarak sayabilir.
1971- Bir fakir, üzerine zekâtın farz olmadığını bildiği bir kişiden zekât olarak bir şeyi alır ve o da yanında telef olursa, zâmindir; [bedelini ödemelidir.] Fakat o kişiye zekât farz olduktan sonra fakirin fakirliği devam ederse, ona verdiği şeyin bedelini zekât olarak sayabilir.
1972- Bir fakir, üzerine zekâtın farz olmadığını bilmediği bir insandan zekât karşılığı bir şey aldıktan sonra elinde telef olursa, zâmin değildir. Ancak zekât vermekle yükümlü olan kimse, verdiği bu malın bedelini zekât olarak sayamaz.
1973- Sığır, koyun ve devenin zekâtını haysiyetli fakirlere vermek müstehaptır. Yine zekâtı verirken de kendi yakınlarını diğerlerine, ilim ve kemal sahibi kimseleri başkalarına ve dilenmeyen fakirleri dilenenlere tercih etmek müstehaptır. Ancak bir fakirin zekât almasını başka bir sebepten dolayı daha iyi buluyorsa, zekâtı ona vermesi müs-tehaptır.
1974- Zekâtı alenî ve açıktan çıkarıp vermek, müste-hap sadakayı ise gizli olarak vermek daha iyidir.
1975- Zekât vermesi gereken kimsenin bulunduğu şehirde müstahak biri bulunmaz ve zekâtın verileceği diğer yerlere de ulaştıramazsa, eğer müstahak olan birisinin bulunacağına ümidi olmazsa, başka bir şehre götürüp, zekâtın verileceği yerlerde kullanması gerekir. Ancak o şehre götürülmesi için yapılan masraflar kendisine aittir. Eğer zekât [böyle bir durumda] telef olursa, zâmin değildir.
1976- Kendi şehrinde zekât almaya ehil olan birisi bulunsa bile zekâtı başka bir şehre götürebilir; ama o şehre götürme masraflarını kendisi karşılamalıdır. Fakat zekât olarak ayırdığı mal telef olursa, zâmindir. Meğer şer'î hâkimin izniyle götürmüş olsun ki, bu surette zâmin değildir.
1977- Zekât olarak vermek istediği buğday, arpa, kuru üzüm ve hurmanın ölçü ve tartı masrafları mal sahibinin kendisine aittir.
1978- İki miskal on beş nohut ağırlığı [12.3045 gr. yani yaklaşık on iki buçuk gr.] veya daha fazla gümüşün zekâtını vermekle yükümlü olan kimse, bir fakire, iki miskal on beş nohuttan azını da verebilir. Yine buğday ile arpa gibi gümüşten başka bir şey vermesi gereken kimse, bunların kıymeti iki miskal on beş nohut gümüş değerine ulaşsa da, bir fakire bunlardan daha az miktarını verebilir.
1979- Bir kimsenin, zekât verdiği kişiden zekâtı tekrar kendisine satma talebinde bulunması mekruhtur. Ancak zekât alan kimse, zekât olarak aldığı malı satmak isterse, fiyatını belirledikten sonra zekât veren, onu satın almada diğerlerine göre öncelik sahibidir.
1980- Bir kimse, üzerine farz olan zekâtı -önceki yıllara ait olsa bile- verip vermediğinden şüphe ederse, zekât vermesi gerekir.
1981- Zekât almaya müstahak olan kimse, zekât veren kimseyle farz olan miktardan aza anlaşamaz ve değeri o miktardan fazla olan bir şeyi zekât karşılığı kabul edemez veya zekât sahibinden alıp, ona bağışlayamaz. Ama çok zekât borcu olan bir kimse fakir düşer ve zekâtı ödeme gücüne sahip olmadığı gibi durumunun düzelip, ödeme gücünü kazanacağından da ümidi kesilir ve de tövbe etmek isterse, fakir zekâtı teslim aldıktan sonra tekrar ona bağışlayabilir.
1982- Zekât verecek kimse, zekâta bağlı olan maldan Kur'ân, dinî kitap ve dua kitabı satın alıp vakfedebilir; evladı veya nafakalarını karşılamakla yükümlü olduğu kimselere bile vakfetmesinin sakıncası yoktur. Hatta bu vakfedilenlerin yönetimini, kendisinin veya evlâdının yetkisine bırakabilir.
1983- Bir kimse, zekâtla bir mülkü satın alıp, gelirini kendi masraflarında harcamaları için evladına veya geçimini sağlamakla yükümlü olduğu kimselere vakfedemez.
1984- Fakir olan kimse hacca, (dinî) ziyaret yerlerine gitmek veya benzeri bir şeyler için zekât alabilir. Ancak, önceden yıllık ihtiyacını giderecek miktarda zekât almış olursa, yeniden ziyaret ve benzeri şeyler için zekât alamaz.
1985- Bir kimse, fakir olan birini malının zekâtını ver-mesi için vekil ederse, bakılır: Eğer vekil olan fakir, kendisinin o maldan bir şey alma hakkına sahip olmadığı hususunda müvekkilinin böyle bir niyeti olduğuna ihtimal verirse, ondan kendisine bir şey alamaz. Fakat vekil, müvekkilinin böyle bir niyete sahip olmadığını kesin olarak bilirse, ondan kendisi için de alabilir.
1986- Deve, sığır, koyun, altın ve gümüşü zekât olarak alan fakirin aldıkları, nisap miktarına ulaşır ve zekâtın farz olmasını gerektiren diğer şartlara da sahip olursa, onlardan zekât vermesi gerekir.
1987- Zekâtı verilmesi gereken bir malda iki kişi ortak olur ve onlardan birisi kendi hissesinin zekâtını verir ve da-ha sonra kazandıkları bu malı paylaşırlarsa, eğer zekât veren kimse, ortağının kendi hissesinin zekâtını vermediğini bilirse, kendi hissesinde bile tasarruf etmesi sakıncalıdır.
1988- Humus veya zekât borcu olup keffaret, nezir ve benzerini de vermesi gereken kimsenin bunların dışında aldığı bir başka borcu da olur ve bunların hepsini ödemeye de gücü yetmezse, eğer humus veya zekâtı farz olan mal henüz mevcut bulunuyorsa, humus veya zekât borcunu ödemelidir. Fakat o mal yok olmuşsa, dilerse humus veya zekât borcunu öder, dilerse de keffaret, nezir ve benzeri borçlarını eda eder.
1989- Humus veya zekât borcu ile üzerine nezir ve benzeri şeyler farz olan ve borcu da olduğu hâlde ölen kimsenin bıraktığı mal, bütün bu borçları için kâfi gel-mezse, bakılır: Eğer humus veya zekâtını vermek farz olan mal mevcut bulunuyorsa, vârisleri o malı humus veya zekât borcu olarak vermeleri, geri kalan kısmını da diğer borçlarına [oranla] taksim edip ödemeleri gerekir. Fakat humus veya zekâtı farz olan mal yok olursa, ölüden kalan malı humus, zekât, borç, adak ve benzeri şeylerin hepsine [oranla] taksim ederek ödemelidirler. Örneğin, otuz bin lira miktarında miras bırakan kimsenin kırk lira humusu, yirmi lira da borcu olursa, onun yirmi lirası humus karşılığı verilmeli, on lirası da diğer borçlarına ödenmelidir.
1990- İlim tahsili yapan bir kimse, ilim tahsili ile meşgul olmadığı takdirde kendi geçimini sağlayacak durumda olur ve tahsil gördüğü ilim de farz veya müstehap ilimlerden olursa, zekât alabilir. Ancak okumakta olduğu ilim, farz veya müstehap ilimlerden olmazsa, ona zekât vermek sakıncalıdır.
1991- Fitre, Ramazan Bayramı gecesi güneşin batması ile vacip olur. [Müslüman olan herkesin bu zekâtı vermesi gerekir. O hâlde,] bir kimse baliğ, hür, akıllı ve şuuru yerinde olur, fakir de olmazsa, kendisi ile geçimini sağlamakla yükümlü olduğu [ve o gece ekmeğini yiyenlerden sayılan] kimseler için fitre olarak kişi başına yaklaşık üç kilogram buğday, arpa, hurma, kuru üzüm, pirinç veya mısır gibi yiyecek maddelerinden müstahak olan birine vermesi gerekir. Bunlardan birinin kıymetini para olarak ödemek de yeterlidir.
1992- Kendisi ile aile fertlerinin yıllık masrafına yetecek miktarda ne malı ne de bir kazancı bulunmayan kimse, fakir sayılır ve onun fitre vermesi farz değildir.
1993- Bayram gecesi güneş batarken, [akşam yemeğine davet edilen ve] ekmeğini yiyenlerden sayılan kimselerin fitresini vermek ev sahibinin üzerine farz olur, ister bunlar nafakasını temin etmekle yükümlü olduğu kimselerden olsun ister olmasın, küçük olsun büyük olsun, Müslüman olsun kâfir olsun, kendi oturduğu şehirden olsunlar veya başka bir şehirden olsunlar fark etmez.
1994- Başka bir şehirde olup, ekmeğini yiyenlerden sayılan kimseyi [yetkisinde bıraktığı] malından kendi fitre zekâtını vermesi üzere vekil tayin eden kimse, vekilin kendi fitresini vereceğinden emin olursa, onun fitresini kendisinin vermesi gerekmez.
1995- Bayram gecesi güneş batmadan önce ev sahibinin rızasıyla evine gelip, onun ekmeğini yiyenlerden sayılan misafirin fitre zekâtı, ev sahibine farz olur.
1996- Ramazan Bayramı gecesi güneş batmadan önce ev sahibinin rızası olmadan evine gelip, bir müddet onun yanında kalan bir misafirin fitresini vermek ev sahibinin üzerine farzdır. Hatta bir kimse, birisinin geçimini temin etmeye mecbur edilirse, onun da fitresini bu şahısın vermesi gerekir.
1997- Bayram gecesi güneş battıktan sonra gelen misafirin fitresini vermek, güneş batmadan önce davet edilse ve iftarını da gittiği evde açmış olsa bile, ev sahibinin üzerine farz değildir.
1998- Ramazan Bayramı gecesi güneş battığı sırada deliren veya bayılan kimsenin fitre vermesi farz değildir.
1999- Güneş batmadan önce bulûğ çağına eren çocuk, iyileşen deli veya zengin olan fakirin, fitre zekâtının belirtilen diğer şartlarının bulunması durumunda, fitre vermesi vaciptir.
2000- Bayram gecesi güneş battığı sırada üzerine fitre vermek farz olmayan bir kimse, bayram günü öğle namazı öncesine kadar fitrenin vacip olma şartlarına kavuşursa, fitre zekâtını vermesi [farz olmasa da] müstehaptır.
2001- Ramazan Bayramı gecesi güneş battıktan sonra Müslüman olan bir kâfirin fitre vermesi gerekmez. Ama Şia olmayan bir Müslüman, ay göründükten sonra Şia olursa, fitre vermesi gerekir.
2002- Yalnızca üç kilogram buğday ve benzeri bir şeye sahip olan kimsenin fitre vermesi [vacip olmasa da] müs-tehaptır. Hatta geçimlerini sağlamakla yükümlü olduğu ailesinin de fitresini vermek istediği takdirde, elindeki o üç kiloluk yiyecek maddesini fitre zekâtı niyetiyle aile fertlerinden birine verir, o da aldığını fitre olarak niyet edip, bir diğerine verir ve böylece el ele ailenin son ferdine kadar dolaştırırlar; ama son kişi bunu fitre niyetiyle kendilerinden olmayan başka bir fakire verirse, daha iyi olur. Fakat onlardan biri küçük çocuk olursa, ihtiyat gereği fitre olarak aile fertlerinin arasında dolaştırılan bu mal, o çocuğa verilmemelidir. Eğer fitreyi [çocuğa verirler ve] çocuktan taraf da velisi onu alırsa, çocuğun ihtiyaçlarına harcaması gerekir; yoksa onun adına fitreyi başka birine verme hakkı yoktur.
2003- Güneş battıktan sonra doğan çocukla iftar yemeğine gelip, ev sahibinin ekmeğini yiyenlerden sayılan misafir için fitre vermek farz değildir. Ancak, güneşin bat-masından bayram günü öğleye kadar insana yemekte misafir olan bütün herkes için fitre vermek müstehaptır.
2004- Birisinin ekmeğini yiyenlerden sayılan kimse, güneş batmadan önce başka birinin ekmeğini yiyenlerden olursa, onun fitresi ekmeğini yemekte olduğu ikinci kimse üzerine farzdır. Meselâ, babasının evinde olan bir kız, güneş batmadan önce evlenerek kocasının evine giderse, fitresi kocasının üzerine farz olur.
2005- Fitresi başkası tarafından verilmesi gereken kim-senin, tekrar kendisinin fitre vermesi gerekmez.
2006- Eğer fitresini vermek başka birinin üzerine farz olur, o da vermezse, insanın kendi üzerine bir şey farz olmaz.
2007- Fitresini vermek başka birine farz olan kimse, kendi fitresini verse bile, bu fitre, onu vermekle yükümlü olan kişinin üzerinden düşmez.
2008- Kocası tarafından nafakası karşılanmayan bir kadın, eğer bir başkasının ekmeğini yiyenlerden sayılırsa, fitresi onun üzerine farzdır. Ancak başkasının ekmeğini yiyenlerden sayılmazsa, fakir olmadığı takdirde fitresini ken-disi vermelidir.
2009- Seyit olmayan kimse, seyit olan birisine fitre veremez. Hatta fitresini vermekle yükümlü olduğu seyidin fitresini de başka bir seyide veremez.
2010- Anne ya da sütanneden süt emen çocuğun fitresi, anne veya sütannenin ihtiyaçlarını karşılayan kimseye farzdır. Ancak anne veya sütanne, kendi ihtiyaçlarını çocuğun malından karşılıyorlarsa, çocuğun fitresi kimsenin üzerine farz olmaz.
2011- Bir kimse, ailesinin ihtiyaçlarını haram maldan karşılasa bile, onların fitrelerini helâl maldan vermelidir.
2012- İnsan, bir kimseyi ecîr tutar ve anlaşmada onun masraflarını karşılamayı şart koşarsa, eğer şartına amel eder ve ecîr onun ekmeğini yiyenlerden sayılırsa, fitresini de vermesi gerekir. Ancak yalnız onun ihtiyaçlarına yetecek miktarda belirli bir ücret vermeyi şart koşar ve örneğin, ihtiyaçlarını karşılaması için bir miktar para verirse, ecîr olan kimsenin fitresini vermek onun üzerine farz olmaz.
2013- Bayram gecesi güneş battıktan sonra ölen kimsenin kendisinin ve ailesinin fitresi, miras olarak bıraktığı maldan verilmelidir. Fakat bir kimse güneş batmadan önce ölürse, onun ve ailesinin fitresini terekeden vermek farz değildir.
2014- Bir kimse fitre zekâtını, farz olan mal zekâtında açıklanan sekiz yerden birine verirse yeterlidir. Ancak müstehap ihtiyat gereği, yalnız Şia fakirlerine verilmelidir.
2015- İnsan fitreyi fakir olan Şiî bir çocuğun ihtiyaçlarına harcayabileceği gibi velisine teslim ederek çocuğun mülkiyetine de geçirebilir.
2016- Kendisine fitre verilen fakirin âdil olması gerek-mez. Ancak farz ihtiyat gereği içki içen ve açıktan (alenî olarak) büyük günahları işleyen kimseye fitre verilmemelidir.
2017- Fitreyi günah işlerde kullanacak olan kimseye, fitrenin verilmemesi gerekir.
2018- Bir fakire, farz ihtiyat gereği yıllık ihtiyacından fazla ve yaklaşık üç kilo yiyecek maddesinden de az miktar fitre verilmemelidir.
2019- Fitre olarak yaklaşık üç kilogram miktarında yiyecek maddelerinden verilmesi gereken bir cinsin değeri, normalinin iki kat üzerinde olur ve insan o iyi cinsin yarısını örneğin, üç kiloluk normal buğdayın yerine değeri onun iki katı olan iyi cins buğdayın yarısını fitre olarak verirse, yeterli olmaz. Hatta onu, fitre verilmesi gereken malın kıymeti niyetiyle verse bile, fitre zekâtı yerine geçmez.
2020- Fitrenin yarısını bir cinsten, meselâ buğdaydan ve diğer yarısını da başka bir cinsten, örneğin arpadan ver-mek caiz değildir. Hatta onu, fitrenin kıymeti niyetiyle ver-mek sakıncalıdır ve de yeterli değildir.
2021- Fitre zekâtını verirken, akrabadan olan fakirleri, sonra fakir komşuları, sonra da ilim ehli fakirleri diğerlerine tercih etmek müstehaptır. Ancak herhangi bir açıdan üstünlüğü olan başka kimseler bulunursa, önce onlara vermek müstehaptır.
2022- Bir kimse, fitresini fakir zannettiği birisine verdikten sonra onun fakir olmadığını anlarsa, eğer ona verilen mal mevcut bulunuyorsa, geri alıp müstahak birisine vermelidir. Fakat malı ondan geri alamazsa, tekrar kendi malından fitre vermesi gerekir. Ancak fitre olarak verdiği mal yok olmuşsa, eğer fitreyi alan kişi onun fitre zekâtı olduğunu biliyor veya ihtimal veriyor idiyse, karşılığını vermelidir; aksi takdirde bedelini ödemek fitre alan kimsenin üzerine farz değildir; ama fitre vermekle yükümlü olan kimsenin yeniden fitre vermesi gerekir.
2023- Bir kimseye, "Ben fakirim" demesi üzerine fitre verilmez. Ancak [bu sözü üzerine] onun fakirliğine güven hâsıl olur veya dış görünüşü itibarıyla fakir olduğuna kanaat getirilir yahut önceden fakir olduğu bilinirse, ona fitre verilebilir.
2024- İnsan, fitre zekâtını kurbet kastıyla, yani âlemlerin Rabbinin emrini yerine getirmek için vermeli, onu verdiği zaman da fitre zekâtı olarak niyet etmelidir.
2025- Fitreyi ramazan ayı girmeden önce vermek caiz değildir. Farz ihtiyat gereği ramazan ayı içinde de verilmemelidir. Fakat ramazandan önce veya ramazan ayı içinde fakire borç verir ve üzerine fitre farz olduktan sonra alacağını fitre karşılığı olarak sayarsa, sakıncası yoktur.
2026- Fitre olarak verilen malın toprak veya başka bir cinsle karışmış olmaması, karışacak olursa da dikkat çekmeyecek derecede az olması gerekir. Eğer bu miktardan çok karışırsa, fitre olarak verilmesi gereken malın ağırlığı toplam üç kilogram olacak şekilde olursa, sahih olur. Ancak örneğin, üç kiloluk buğdayın içine bir kaç kilo toprak karışır ve onu temizlemek para harcamaya yahut haddinden fazla uğraşmaya ihtiyaç duyarsa, onun fitre olarak verilmesi caiz değildir.
2027- Bir kimse, kusurlu bir şeyi fitre olarak verirse, yeterli olmaz.
2028- Birkaç kişinin fitresini vermekle yükümlü olan kimsenin, fitrelerin hepsini bir cinsten vermesi gerekmez; bazılarının fitresini buğday, diğer bazılarınınkini ise arpa olarak verirse yeterlidir.
2029- Bayram namazı kılan kimse, farz ihtiyat gereği fitresini bayram namazından önce vermelidir. Ama bayram namazı kılmayan kimse, fitreyi öğleye kadar geciktirebilir.
2030- Fitre niyetiyle malından bir miktarını ayırır ve bayram günü öğleye kadar müstahak olan kimseye de ulaş-tırmazsa, farz ihtiyat gereği onu fakire verdiğinde, [yeniden] fitre niyeti ederek vermelidir.
2031- Fitre zekâtı farz olduğu zaman fitreyi vermez ve sonradan vermek amacıyla da ayırıp bir kenara koymazsa, farz ihtiyat gereği verirken, eda ve kaza olduğuna niyet etmeksizin onu vermelidir.
2032- Bir kimse, fitre olarak ayırdığı malı kendisine alıp, yerine başka bir şeyi koyamaz.
2033- Değeri fitreden fazla bir mala sahip olan kimsenin fitre vermeyip, bu malın bir kısmının fitre olmasını niyet etmesi sakıncalıdır.
2034- Fitre zekâtı olarak ayrılan mal zâyi olunca, ba-kılır: Eğer müstahak olan bir fakire ulaşma imkânı olduğu hâlde fitreyi geciktirmişse, değer olarak onun bedelini ver-melidir. Fakat fakire ulaşma imkânı olmazsa, üzerine yeniden fitre lazım gelmez. Ancak onu korumada kusuru olursa, tekrar fitre vermesi gerekir.
2035- Fitreyi kendi malından ayırdıktan sonra, eğer yaşamakta olduğu bölgede müstahak kimse bulunuyorsa, farz ihtiyat gereği fitreyi başka bir yere götürmemelidir. Eğer başka bir yere götürür ve sonra zâyi olursa, onun bedelini vermesi gerekir.
[1]- [Sült; buğday renginde, arpagillerden bir yiyecek maddesidir.]
[2]- [Ales; kabuğu içinde saklanan bir nevi buğdaya benzeyen yiyecek maddesidir.]
[3]- [Nisap; şeriatın bir şey için koymuş olduğu belli bir ölçü ve miktar demektir.]
[4]- [Mıskalın günümüz ölçüsüyle ilgili açıklaması, 1799. hükmün dipnotunda yer almıştır. Şu hususa da dikkat edilmesi gerekir ki her bir şer'î mıskal, borsa ölçüsü olarak bilinen mıskalın dörtte üçünden ibarettir. Bu gibi yerlerde, normal mıskal denildiğinde, altın borsasında tanınan ve ağırlığı dört buçuk gramdan biraz fazla olan ölçü birimi kastedilir.]